Salı , 19 Mart 2024

Acının ve Umudun Şehri : BEYRUT

Sırtını Mezopotamya’ya uzanan geniş bir coğrafyaya dayamış, yüzünü Akdeniz’e çevirmiş, bağrını yaran derin vadileri, yükselen dağları, Sedir ve Çam ormanları, yeraltı güzellikleri, tarihi kalıntıları, etnik ve dini çeşitliliği ile görülmeye değer bir birikimi ihtiva ediyor Lübnan. Bu sebeple Ortadoğu’nun aynası olarak da nitelendiriliyor. Bu zenginliği tarihin çeşitli zamanlarında bölgeye bedeller ödetse de Lübnan ve özelde Beyrut’un Ortadoğu’da özel bir yeri var. Yakın zamana kadar son derece kanlı bir iç savaş yaşamış olan ülke, barındırdığı dini ve mezhepsel farklılıklar sebebiyle hala diken üstünde duruyor. Yüz binlerce insanın ölmesine, milyonlarcasının da göç etmesine rağmen Lübnan, ait olduğu kadim medeniyetin ruhunu yaşatıyor bu topraklarda.

YAZI ve FOTOĞRAFLAR E. HİLAL KORUCU

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda Lübnan’daki çatışmalarda kaçışan insanlara dair görüntüleri o zamanlar bir film gerçekliğiyle izlediğimi anladım; savaşın kalıntılarına canlı şahitliğimde. Savaş, tanıklıktı aslında acıya ve acının izdüşümüne…

Bir gece yarısı ayak bastığım Beyrut’a vizesiz girebilmenin rahatlığını düşünürken, pasaport polislerinin negatif ve işlemleri zorlaştıran tavırları ülkedeki gerilimi hissettirdi ilk günden. Zor da olsa işlemleri tamamladıktan sonra kiraladığımız taksiye binip Hamra’daki otelimize vardık. Yeni bir şehirde uyanmanın heyecanı ve zindeliği ile Beyrut sokaklarına akarken, gün henüz yeni başlıyordu şehirde. Esnaf yeni yeni açıyordu dükkânlarını. Baharda olmamıza rağmen bir yaz günü güneşi ile ışıl ışıldı her yer. Hesapsız, sezgisel bir yol alış ile ilerlerken sahile varınca dalgalı denizin sesi, Akdeniz’in ılık esintisi yüzümüzü okşadı narince. Birkaç saat içinde bu şehrin yabancısı olduğumuzu unutturan sıcaklığı ile Beyrut, hem tanıdık hem yabancı detaylar ile zihinsel oyunlar oynatmaya başlamıştı bile.

Beyrut, sürprizlerle dolu, bazen çelişkili, bazen de uyumlu olduğunu düşündürten bir kent

Savaş ve barışın sokakları
1975-1991 yılları arasında yaşanan kanlı iç savaşın ardından Beyrut’un sokakları hala savaşın izlerini taşıyor. Yaklaşık 15 yıl önce Taif Antlaşması ile nispeten durulan sular sonrası Lübnan’ın yeniden inşa süreci başlamış. Bir suikast sonucu öldürülen Refik El Hariri Beyrut’u yeniden inşa eden kişi olarak anılıyor. Dünyanın en zengin insanları arasında yer alan Sünni Müslüman Hariri, kısa sürede yaptığı önemli işlerle halkın da takdirini ve sevgisini kazanmış. Hariri’nin öldürülmesinden Suriye yönetimini sorumlu tutan Lübnan halkı ‘Sedir Devrimi’ olarak adlandırılan ayaklanmayı başlatmış ve olaylar sonrası Suriye güçleri ülkeyi terk etmek zorunda kalmış. Uzun uzun anlatılabilecek siyasi çalkantıların şiddet boyutunu harap binalardaki roket ve kurşun izlerinde görmek mümkün. Daha önce Bosna’da tanıklık etmiştim binalardaki kurşun izlerine ve duvarları bu hale getiren kurşunların insanlara neler yaptığı düşüncesi kalbimi acıtmıştı. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda Lübnan’daki çatışmalarda kaçışan insanlara dair görüntüleri o zamanlar bir film gerçekliğiyle izlediğimi anladım; savaşın kalıntılarına canlı şahitliğimde. Savaş, tanıklıktı aslında acıya ve acının izdüşümüne… Şimdilerde rahatça yürüğümüz Beyrut sokaklarında kaç can ruhunu teslim etti kim bilir! Tüm yeniden inşa çalışmalarına rağmen belki bilerek belki de sırası gelmediği için bu binalar ayakta duruyor. Ayrıca grafitiler sokaklarda yoğun olarak yer alıyor ve renk katıyor hayata.

Mahalle Kültürü
Beyrut, sürprizlerle dolu, bazen çelişkili, bazen de uyumlu olduğunu düşündürten bir kent. Fazla büyük sayılmayacak bir alan içerisinde farklı mezhep, dini ve etnik grupların yaşadığı mahalleleri var. Şehir etnik ve sosyoekonomik ölçülere göre bölümlere ayrılmış. Şehirde yürürken değişen kentsel dokudan bunu anlamak mümkün. Dürzüler, Kürtler, Şiiler, Sünniler, Maruniler, Ermeniler, Aleviler, Türkmenler, Yahudiler, Katolikler, Ortodokslar, Filistinliler ve hatta Osmanlı döneminden kalan Türklerin yaşadığı Beyrut’ta herkes kendi alanının sınırlarını belirlemiş durumda. Ülkenin iç savaş travmasını atlatamadığını, sokaklardaki askerlerin sıklığından anlamak mümkün. Ülkede bulunduğum esnada Osmanlı Ermenilerinin tehcir yıldönümü sebebiyle Ermeni Mahallesi Burc Hamud’da gösteriler vardı. Buna tepki olarak Sünni Müslümanların yaşadığı Beyrut’un batı mahallelerinde ise halk evlerinin balkonlarına Türk bayrağı asmışlardı. Son derece cana yakın mahalleli, Türk olduğumuzu anlayınca ısrarla bizleri ağırlamak istedi. Beyrut sokaklarında sıkça rastlanan sokak kahvelerinde oturup muhabbet ederken Mersinli Türkan ile tanıştık. Evlenip 16 yıl önce Beyrut’a taşınmış. Özellikle şehirdeki askerlere karşı. Ama ilginçtir ki askerlerle ilgili hiç sorun yaşamadım. Yanlarına yaklaşıp “Selamün Aleykum” deyince hemen tebessüm edip nereli olduğumu soruyorlardı. Türk olduğumu söyleyince hemen hepsi Türk dizilerinden bahsediyordu. Birkaç hoş sohbetin ardında fotoğraf çekebilir miyim deyince izin veriyorlardı. Birkaçı askeri ve devlet binalarını çekmemem konusunda uyardı sadece.

Şii Mahallesinde Cami Çekemezsin!
Dedim ya Beyrut sürprizlerle dolu bir şehir diye. Bu hoş deneyimin ardından Şii mahallesinin girişindeki bir caminin fotoğrafını çekmeye çalışırken ülkenin diğer yüzüyle tanıştım. Genç bir delikanlı fotoğraf çektiğimi görünce son derece sert bir şekilde Arapça konuşarak beden diliyle de destekli, fotoğraf çekemeyeceğimi söyledi. Arkadaşlarımla beraber şaşkın bir şekilde neden diye sorduk. Açıklama yapmaksızın çekemeyeceğimi söylese de ben çekmiştim çekeceğimi. Sonra aynı gençler bize işlettikleri sokak kahvesinde oturmamızı teklif ettiler. Bizler biraz ürkmüş biraz da şaşkın yine de kararlı bir şekilde mahalleden içeri girerek sokaklarda ilerledik. Aslında gitmeden önce özellikle fotoğraf makinesi konusunda dikkatli olmam gerektiği konusunda ikazlar almıştım. Özellikle şehirdeki askerlere karşı. Ama ilginçtir ki askerlerle ilgili hiç sorun yaşamadım. Yanlarına yaklaşıp, Selamunaleykum, deyince hemen tebessüm edip nereli olduğumu soruyorlardı. Türk olduğumu söyleyince hemen hepsi Türk dizilerinden bahsediyordu. Birkaç hoş sohbetin ardında fotoğraf çekebilir miyim deyince izin veriyorlardı. Birkaçı, askeri ve devlet binasını çekmemem konusunda uyardı sadece.

Saat kulesinin ortasında yer aldığı meydanı çevreleyen alanda üç önemli dini yapı bulunuyor; 12. yy’da kilise olarak inşa edildikten sonra Memluklar tarafından camiye dönüştürülen El Ömer Camii, mavi kubbesiyle Beyrut’un Sultanahmet’i olarak nitelenen Muhammed El Emin Camii ve Rum Ortodoks St. Georges Katedrali.

Beyrut’un Sultanahmet’i…
Beyrut’un gizemli mahallerinin aksine Down Town denilen şehir merkezinde her şey yerli yerinde ve lüks. Hatta dünyanın en pahalı markalarının mağazalarını burada görmek mümkün. Beğendiğim bir kazağın 370 Avro olduğunu öğrenince olay daha da netleşti kafamda. Placed’Etoile olarak bilinen mevkide eğlence merkezleri yoğunlukta. Saat kulesinin ortasında yer aldığı meydanı çevreleyen alanda üç önemli dini yapı bulunuyor; 12. yy’da kilise olarak inşa edildikten sonra Memluklar tarafından camiye dönüştürülen El Ömer Camii, mavi kubbesiyle Beyrut’un Sultanahmet’i olarak nitelenen ve Refik Hariri tarafından inşa ettirilen aynı zamanda mezarının da içinde bulunduğu Muhammed El Emin Camii ve Rum Ortodoks St. Georges Katedrali. Ayrıca katedralin hemen arka tarafındaki antik dönem kalıntıları da açık hava müzesi olarak sergileniyor.

Beyrut’un Sultanahmet Meydanı diye tanımlayabileceğimiz Placed’Etoile diye adlandırılan mevkii / Muhammed El Emin Camii ve Saat Kulesi

Beyrut mu Paris mi?
Doğunun Paris’i derlermiş 70’li yıllarda Beyrut için. Savaşın yorduğu bu şehir için bugün aynı şey söylenebilir mi bilmiyorum. Ama kaybettiği zamanı kazanacak potansiyele sahip; yeter ki yeni bir savaş olmasın. Kazandığı ivme ile ayağa kalkan bölgeler bunun sinyalini veriyor. Raouche Bölgesi, oldukça lüks otel ve konutlardan oluşuyor. Corniche olarak bilinen kordon boyu; yürüyüş yapanlar, balık tutanlar, bisiklet sürenler, aktivite alanlarında spor yapanlar, kaykay binenler, kahve satıcıları, akşam saatlerinde müzik eşliğinde eğlenenler, bizim gibi çekirdek yiyip termostaki çayını yudumlayarak oturduğu bankta denizi ve gelen geçenleri izleyenlerin bulunduğu bir yer. Ünlü Güvercin Kayalıkları da bu sahil şeridi üzerinde merkezden yürüme mesafesinde. Kayalıkları ister bir kafede oturup, ki en güzel manzara bu kafelerden görülebilir, ister kayalıkları daha yakından görebileceğiniz denize çıkıntı noktalarına giderek temaşa edebilirsiniz. Günbatımında burası gerçekten görülmeye değer.

Yemekler Çok Leziz
Arap ve Akdeniz mutfağının karışımı tatları deneyimlemeniz mümkün bu şehirde. Bu yönüyle Hatay mutfağına benziyor. Fakat kahvaltılık olarak o kadar zengin değil. Genellikle kebap ve ızgaranın yanına humus, babagannuş, kısır ve tabule gibi mezeler, turşu, taze nane ikram ediliyor. Pilavları da leziz. Felafel elbette en meşhur yemekleri. Beyrut’ta hem ekonomik hem de lezzet bakımından Barbar Restoranları tercih edilebilir. Diğer Arap coğrafyalarında olduğu gibi burada da nargile çok yaygın. Kahve daha çok tercih edilse bile çay da içiliyor.

 

Umudun Sembolü Sedir Ağacı
Lübnan’da başken Beyrut’un yanı sıra görülmeye değer başka yerlere de var. Bu yazıya sığmayacağı için gideceklere mutlaka görmelerini tavsiye edeceğim yerler arasında; Jeita Mağarası, Baalbek Antik Kenti, Ancar, Biblos (Cübeyl), Kadişa Vadisi’ndeki sedir ormanları, Trablus, Sayda, Harissa ve Beyteddin Sarayı bulunuyor. Güzel bir gezinti yapmak için sürücüsü ile birlikte havaalanı biniş ve inişli taksi kiralamak çok uygun olabilir. Lübnan’ın para birimi Lira fakat Dolar olarak da alışveriş yapabilirsiniz. Beyrut’a gitmeden önce bir ülkenin öykü halini hissetmek için Amin Maalouf’u, düşünce halini algılamak için Halil Cibran’ı okuyun; melodisini duymak için Feyruz’dan Beyrut şarkısını dinleyin ve Beyrut’ta geçen birkaç film izleyin. Derin acılar yaşamış ve çok sayıda insanını kaybetmiş olan bu ülkede, akan kanları simgeleyen kırmızı şeritler arasına yerleştirilmiş yeşil sedir ağacının, Lübnanlıların geleceğe dair umudunu anlattığını bilin. Ama illa ki sokaklarını gezin, insanlarıyla diliniz döndüğünce muhabbet edin, fotoğraf çekerken de dikkatli olun.

Acının ve Umudun Şehri : BEYRUT – Bu yazı 2016 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 112. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir