Çarşamba , 24 Nisan 2024

Addis Ababa

Toplumların kaderlerini yaşadıkları coğrafya, liderler ve dış etmenler etkiler. Kara bahtlı kıtanın kaderini de belirleyen bunlar olmuştur. Özellikle son dönemde zor coğrafyaya bir de yeteneksiz liderler ve dış etmenlerin yarattığı kargaşa eklenince Afrika’nın makus talihi çıktı ortaya. Oysa dünyanın en kadim kültürleri Afrika’da. Hatta insanlığın doğuşunun bile Afrikada olduğu düşünülüyor. Addis Ababa müzesinde ilk insan kafatası da sergileniyor meraklıları için.

Yazı ve Fotoğraflar: Erkam Bülbül

Benim merak konumsa genellikle insanlar, yaşamlar, kültürler olmuştur. Afrika’nın ve hatta insanlığın bu en kadim kültürünün başkenti Addis Ababa’da yaşadığım unutulmaz günler farklı bir deneyim olarak hafızamda kalacak. 2500 mt. yükseklikteki bir platonun üstünde kurulmuş bu şehir bir yandan modern ve süper lüks yapıları otelleri barındırırken diğer yanda tenekeden barakalardan oluşuyor. 1800’lü yılların sonunda kurulmuş bir şehir Addis Ababa. Bu kadar kadim bir kültür için neden bu kadar sonra kurulmuş diye sorarsanız şöyle açıklayayım: 1886 yılında imparator II. Menelik tarafından kurulan şehrin bulunduğu alanı eşi imparatoriçe Taytu Betül seçmiştir. Şehre adını veren Addis Ababa ifadesi Etiyopya dilinde “yeni çiçek” anlamına gelir. Kent 1889’da Etiyopya’nın başkenti olmuştur. Etiyopya da adet başa geçen her yeni kralın başka bir başkent kurmasıdır. II. Melenik de bu adete uyarak eşinin de tavsiye üzerine Addis Ababa’yı başkent olarak seçmiştir.

Etiyopya Afrika’nın sömürge görmemiş yegane ülkesi denebilir. 1936-1945 yılları arasında yaşadığı 5 yıllık İtalyan istilası dışında sömürge olmamış kadim bir kültür olarak, sahip olduğu pek çok kıymetli değer var. Aslında Etiyopya hakkında kabaca bir bilgi vermek gerek önce. Çünkü Addis Ababa’yı anlatırken bu genel bilgilere çok ihtiyacımız olacak. Öncelikle Aramice konuşuluyor Etiyopya da. Kahvenin anavatanı. 1 yıl 13 gün süren İskenderiye takvimi kullanıyor Etiyopya’da. Afrika’nın yükselen değerlerinden biri. Denizle olan bağlantısı ise Eritre’nin ülkeden bir referandum sonucu ayrılmasıyla son bulmuş. Yüksek bir platoda bulunan bir kara devleti. Tarihte ise Habeşistan olarak biliniyor. Bilinen ve bulunan ilk insan iskeleti de yine Etiyopya da bulunmuş. Ülkenin yarısına yakını Hıristiyan, %40 kadarı Müslüman geri kalanı da başka dinlerden. Etiyopya’nın en ilginç taraflarından biri de en kadim Hıristiyan kiliselerinden birine sahip olması. Bu Ortodoks kilisesi Vatikan’a ya da başka bir yere de bağlı değil. İnançlarını yaşama biçimleri de diğer Hıristiyan kiliselerden çok daha farklı.

Sabah güneş doğarken kalktığınızda sokaklarda bir uğultu duyarsanız şaşırmayın sakın. Addis Ababa da sabah erken saatlerde kilise de ilahiler okunuyor. Diğer pek çok kilisenin aksine her sabah erken saatte kiliseye gidip öyle işlerine başlıyor Addisliler. Sokaklarda kaldırım kenarlarında İncil okuyan Hıristiyanlara çatıyorsunuz. Henüz dilenciler uyanmadığından sokaklarda dolaşmak ve fotoğraf çekmek için en verimli saatler de bunlar. Fakat kilisenin fotoğrafını çekmek bile tepki görüyor Addisliler tarafından. Ondan sebep Addis Ababa da fotoğraf çekerken epey dikkatli olmak gerek. Zira dilencilerin fahişelerin size yapışması kadar birini kızdırmanız da işten bile değil. Nazikçe iletişim kurarak fotoğraf çekmeye çalışmanız ya da bir arabanın camından bir kaç kare çalarak kaçmanız en doğrusu gibi. Asıl yapmamanız gerekenler listesine dilencilere para vermeyi ekleyin. Zira vereceğiniz tek bir ‘bırr’ (Etiyopya’nın para birimi) başınıza toplanacak onlarca dilenci demek. Öyle aldırmadan geçer giderim falan gibi sakın düşünmeyin. Sizinle beraber kilometrelerce yürüyebilecek de sabra sahipler. Onun için eliniz cebinize gitmesin.

Sabah erken saatlerde sokaklara çıkıp fotoğraf çekmeye başlıyoruz biz de. Yazdığım bu tecrübeleri bana daha önce aktarmışlardı. Tavsiyelere uymak fayda gösterdi. Sadece çıkan fotoğraf sonuçları o kadar mutlu edici değil o kadar. Biz sabırla çekeceğimiz kareleri bekleyerek dolaşmaya devam ediyoruz. Sokaklar bir anda kalabalıklaşmaya başlıyor. Mavi renkli minibüsler Aksaray hattını aratmayacak kalabalıkta. Toplu ulaşım için otobüs olanakları az. Ama minibüs ve eski model taksiden bol bir şey yok. Her yerdeler. Dışarıdan gelenlerin dolaşmak için taksilere binmesi en makul seçenek.

Şehrin meydanlık denebilecek iki noktası var. Bunlardan biri klasik olarak şehirlerde görebileceğimiz bir geniş alan diğeri ise St. George Kilisesi. Şehrin pek çok yerinden görülebilen ihtişamlı bir kilise. Günün her vaktinde kalabalık. Biz de gün içerisinde birden çok geçiyoruz önünden. Doğru düzgün tek kare alamasak da. Sözü şehrin sokaklarında yormadan şehir merkezinin yakınlarındaki kafelere getirelim. Zira Etiyopya denilince aklınıza gelebilecek ilk şeylerden biri kahve olmalı. Yorulduğunuzda ilk uğrak yeriniz bizim için otantik sayılabilecek bir kafe olmalı. Kahve dediysek hazır kahveler gelmesin akla. Her girdiğiniz yerde kocaman kahve makineleri göreceksiniz. Sert kahve seven biriyseniz daha sertini daha yumuşak bir şeyler istiyorsanız da lezzetli sütlerle yumuşatılmış kahvelerle karşılaşacaksınız. Kahveyle uzaktan yakından bağı olan herkesin damak tadına hitap eden kahveler mevcut bu kafelerde. İster sokak arasından isterseniz daha merkezde bir yerde olsun fark etmez. Kahvenin anavatanındasınız çünkü. Hatta bizde kahve gelir Yemen’den sözünü şöyle düzeltelim: Kahve Etiyopya’dan Yemen’e sonra da bize gelirmiş. Sadece Etiyopyalıların kahveyi pişirerek bu günkü şeklinde kullanmalı biraz vakit almış o kadar. Yoksa en güzel kahvelerin orada yetiştiğini benim gezdiğim ülkeler arasında da en güzelinin orada yapıldığını söylemem yeterli olur sanırım.

Kahvenizi içince bir gayret tekrar çıkıyorsunuz sokaklara. Biraz daha şehrin keşmekeşine karışarak. Şehirde çok fazla çocuk görüyorsunuz. Ellerinde bir sünger ve suyla ayakkabı temizlemek için bekleyen. Ama boyamak yok gibi bir şey. Çocuklar ılık suyla ayakkabılarınızı siliyor sadece. Şehir müthiş kalabalık. İnsanlar sağa sola sürekli hareket içerisindeler. Neden ve nereye olduğunu bilmediğiniz bir hareket bu. Sürekli bir devinim ve keşmekeş. Sokaklarda dilenciler ve fahişeler kol geziyor. Köşe başlarında direk diplerinde müşteri bekleyen fahişeler günün hemen her vakti var. Bir çok yerde Aidsle mücadele kliniği görüyorsunuz. İronik olanı ise hemen bu kliniklerin köşesinde bekleyen fahişeler. Bilgi olarak eklemek gerekirse Aids oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri Etiyopya.

Afrika’nın pek çok yerine nazaran Addis Ababa bulunduğu yükseklikten olsa gerek pek sıcak bir yer değil. Hatta akşamları üşüyebilirsiniz. Tabi böyle bir sıcaktan bahsederken bunu Etiyopya’nın komşularıyla kıyasladığımızda söyleyebiliriz. Aniden bastıran güzel yağmurlar var bir de. Sokaklardaki keşmekeşin bir anda dağılmasına sebep olan bir şehrin kimliğini anlatan yağmurlar bunlar.

Addis Ababa’yı gezerken kahve nasıl ihmal edilmemesi gereken bir lezzetse tropikal meyvelerde öyle. Çok ucuz fiyata çok güzel belki de isimlerini bile hayatınızda ilk defa duyacağınız tropikal meyveler tatmanız mümkün. Şehrin ortalarından mahallelerine doğru ilerlediğiniz de bir Müslüman mahallesine varırsanız mesela karşınıza başka türlü bir yapı çıkacak. Daha düzenli ve görebileceğiniz pek çok caminin olduğu mahalleler. Gerçi buralarda da başka din mensuplarını görmeniz pekala muhtemel. Çünkü Addis’te ağırlıklı olarak yaşayan bu iki din gayet iyi anlaşıyormuş gibi gözüküyor. Camilerde dinlenen, ibadet eden ya da cami etrafında kurulmuş tesislerde dinlenen insanları görebilirsiniz. Bir tavsiye daha vereyim sakın ola Müslüman olduğunuzu söylemeden fotoğraf çekmeye kalkmayın zira orada da sert tepkiler görüyorsunuz. Bana bu tavsiyeyi ben Addis’e gitmeden önce yapsalar iyi olurdu. Siz de bu tavsiyenin kıymetini bilin…

Damak tadı olarak bakarsanız da Addis’te yemek yiyebileceğiniz çok yer var. Birden fazla Türk lokantası olduğu gibi kendi yerel yemekleri de bizim damak tadımızın çok uzağında değil. Sadece yerel ekmekleri olan İnjerah biraz farklı. Ekşi bir hamurla yapılan bu ekmek şahsen benim çok hoşuma gitti. Özbek pilavını andıran bir pilavları var. Et yemekleri ise gayet güzel. Addis Ababa’ya gidip Türk lokantası aramak da bu bakımdan yanlış gibi. Önce gidip yerel yemeklerin tadına mutlaka bakmak gerek.

Şehrirn bazı noktalarında kafelerde turistlere yönelik geleneksel Etiyopya kıyafetleri giymiş kahve servis eden kadınlar görebilirsiniz. İlgi çekici bir manzara açıkçası. Her şeyi geleneksel anlamda yaparak kültürleri hakkında da size bilgiler veriyorlar. Yemekten sonra bir kahve de onların elinden içmek başka bir lezzetli.

Tüm bu anlattıklarımızın ötesinde Addis Ababa’nın teneke barınaklarından ve fakirliğinden de bahsetmek gerek. Her ne kadar şehir Afrika’nın yükselen değeri ve ekonomik anlamda en kalkınmış yerlerinden biri de olsa ciddi ölçüde bir fakirlik göze çarpıyor. Çöpleri karıştıran çocuklardan dilencilere kadar şehrin hemen her yanında gördüğünüz içler acısı bir manzara var. Buna bazen coğrafyanın zorluğu bazen ise başka isimler koyabilirsiniz. Fakat insan vicdanı asla bu görüntüleri görmezden gelemeyecek. Özellikle meslekleşme ve istihdam sorunlarının temelde baş gösterdiği Addis Ababa, Etiyopya’nın sahip olduğu değerleri refah seviyesine dönüştürememiş durumda. Aslında bir sömürge görmemiş bir Afrika devleti için buna sebep söylemek her zaman kınadığımız sömürge dışında neyin buna sebep olduğunu da bulmak gerekiyor. Misyonerlik faaliyetlerine suç atabileceğimiz bir ülke de değil Etiyopya. Kadim bir kiliseye sahip. Hafızamda canlanan yakın dönem savaşları dışında çok bir sebep bulamıyorum sokaklara baktığımda. Sebep her ne olursa olsun insan onurunun bundan daha iyisini hak ettiği bir gerçek.

Tüm anlattıklarımızın üzerine bir de şöyle bir not düşelim. Rastafarianizm adında bir din var Etiyopya menşeli. Bob Marley gibi bir de üyesi var bu dinin. Rasta adı verilen saç stili de buradan geliyor. Ben meraklıları için adını verdiğim bu dini araştırmayı kendilerine bırakayım.

2005 yılından bir yazı yazdım size. Bir zaman makinesi gibi düşünün. 2005 yılında uçağa binip 2012 yılına dönüyorsunuz ülkenize. Habeşistan diye bilinen kahvenin memleketinden fahişeler ve dilenciler şehrinden. Yeni bir çiçek. Bir tarafı yaprak döker bir tarafı bahar bahçe.

 

Bu yazı 2012 yılının Ekim ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 68. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir