Perşembe , 28 Mart 2024

Antik Bir Masal Diyarı; Knidos

Temmuz sıcağı iklime tamamen söz geçirmeye başlamıştı, şans bu ya mevsimlerin en güzelinin yaşandığı Datça Yarımadasındaydık, yaklaşık 10 yıl önce yine gelmiştik bu zorlu yollardan. Herkes gibi bizde yolunun zorluğundan şikâyetçi olmuştuk. Bu sefer yarımadanın tüm kılcal damarlarınakadar görmek istiyorduk. Palamutbükü’nde otele yerleştikten birkaç gün sonra serin, mis gibi Akdeniz sahilini bırakıp yarımadanın ilk sahipleri ile tanışmak için Knidos a doğru yola koyulduk.

 Yazı ve Fotoğraf: Kadir İlkin

Haritadan inceleyenler daha iyi anlayabilir, uzun ince zorlu bir yarımadadır, Datça yarımadası, gittikçe zorlaşıp ıssızlaşır, gittikçe şaşırırsınız güzelliklere, harika bozulmamış nadir bulunan bir coğrafyadır. Knidos yolunda karşımıza çıkan Yazı Köyü Yarımadada son yerleşim noktasıdır, buradan ötesi yok, otobandan önceki son benzin istasyonu gibi. Yazı köyünde Belen kahvesine uğrayıp mola veriyoruz, Badem ve Zeytincilikle uğraşan Ercan, birde böyle kafe işine girişmiş, eşiyle beraber işletiyorlar. Otellerin yemeklerinden sıkıldığımız için Ercan ın eşi Derya bize harika bir omlet hazırlıyor, zeytinyağı ile yapılmış. Bu coğrafyanın eşsiz zeytinyağının lezzetinden midir, yoksa tadını unuttuğumuz doğal besi yumurtalardan mıdır bilemiyorum harika bir ziyafetti. Buralar ıssız bir coğrafya olmasına rağmen tek tük arabalar geçip kafeye mutlaka Knidos u soruyor, zaten son yerleşim yeri. Her şeyin tadı damağımızda kaldı Datça’da. Biraz olsun bu tadı İzmir’de de anımsamak için Ercan’dan harika bir zeytinyağı satın aldık. Çaylarımızı içip, sohbetimizi yaptıktan sonra yola çıkıyoruz. Buradan sonra nelerle karşılaşacağımızı bilmiyoruz, Datça bile bir zamanlar ulaşılmaz iken, yazı köyü daha da zor, Knidos ise çok daha zordu.

Nasıl bir yer bizi bekliyor açıkçası bilmiyorduk, gideceğim her yeri önceden araştırdığım için az çok bilerek giderdim. Tek bildiğimiz karayoluyla zor ulaşılan, uzun, ince mi ince bir yarımadanın en uzak noktasına doğru ilerlediğimiz idi. Sıcak hava, arabanın penceresinden süzülüp dağlardan kekik kokusunu getiriyordu burnumuza kadar ama bizim üstümüze çoktan deniz kokusu sinmişti. Kara üzerindeydik ama sanki denizin içerisine uzanmış bir kolun üstünde denize kavuşmaya çalışıyorduk.

gezgindergi-turkiye-antik-masal-diyari-knidos-2

Nihayet antik kentlerin klasik imgelerinde yıkık dökük taşlar karşılamaya başladı bizi, oysa daha bir sürü mesafe olmalıydı. Sonrada öğrendik ki burası antik kentin nekropol kısmı, köylerimizin girişindeki mezarlıklar gibi antik kentlerinde mezarlığı aynı şekilde karşıladı bizi. Meğer antik kentler içerisinde en büyük nekropollerden birisine sahipmiş.

Az gittik, uz gittik sonunda yarımadanın en ucuna geldik ve nihayetinde belki de antik bir masal diyarına geldik. İnsan buraya gelince tarih falan her şeyi bırakıp öncelikle şöyle bir derin nefes alıp gözlerini kapamalı, sindire sindire sakin bir şekilde manzaranın tadını çıkarmalı. Anadolu’nun en güzel noktalarından biri diye nitelendireceğim bir konumdayım şu an. Kekova mı burası mı diye sordum kendime, kıyamadım ayırmaya..

Buranın en büyük özelliklerinden biri akdeniz ve ege bölgelerinin sınır noktası olması .Sağımda Egenin lacivert suları, Solumda Akdeniz in mavisi, sözleşmişler burada buluşmuş bu iki güzel. Herkesin aşık olabileceği iki harika deniz, ikisi de burada gözlerimin önündeler. Ve bu iki güzele göz kulak olan bir Deveboynu deniz feneri.

Önümüzde sayamayacağınız kadar çok ada var , sıcağı etkisiz hale getirmeye çalışan rüzgar her bir ada dan başka başka bitkilerin aromatik kokusunu getiriyor neredeyse, Atalarımız Anadolu yu keşfettiklerinde Ege denizine bakarak buraya adalar denizi demişler, ne güzel bir tanım aslında. Antik çağda iki denizin kesiştiği anlamına gelen Arşipel Adı verilmiş buraya. Halikarnas balıkçısı çok kullanmış bu ismi, arşipel mavisi adı vermiş buradaki maviye. Ve Kim olsa buradaki maviyi diğerleri ile bir tutmamak için isim takmak ister.

Karadan gelen için burası çok uzak, belki de keşfedilmemiş bir yer. Hatta Ada gibi uzak, Ada gibi denizin içinde bir yer. Karadan gelindiğini düşününce burayı bozulmamış, tahrip olmamış hayali kuruyorsunuz. Öyle ya şurada 20 yıl öncesine kadar karayolu bile yokmuş. Oysa yarımada konumu itibari ile o kadar çok denizin içinde ki,ve denizden o kadar çok ulaşılmış ki yüzlerce yıldır. Talan eden,parçalayan,yok eden,tahrip edenler hiçbir zaman diliminde boş durmamışlar. Dönemin padişahı Abdülaziz bile toparlamış buradaki tüm mermerleri. Kimisi Mısır’a kimisi Dolmabahçe Sarayına gitmiş mermerlerin. Her gelen bir şeyler götürmüş, her seferinde bir parçası eksilmiş. Dile kolay kaç yüzyılın talanı bu, ama hiçbir tahrip yine de buradaki muhteşemliği bozamamış bence. Bütün taşları dozerler ile alsalar götürseler yine buradaki büyü yerinde olacaktır. Hayal kurmanız yeterli, gözlerinizi kapatıp burasının bir zamanlar ne kadar güzel bir şehir olduğunu hayal etmeniz yeterli. İki bin yıl önce yaklaşık yetmişbin nüfus dile kolay, çağımızın metropolleri o zamanlar küçük birer köydü belki.

Knidos u, ne kadar çabalasam onun kadar güzel anlatamam. Şu sözcüklerini alıntı yapmak gerekiyor tam da buraya: “Knidos yıkıktır, ıssızdır, yakınlarında ne bir köy, ne de bir insan vardır. Fakat yaşayan bir kentten daha canlı, daha anlamlı ve derindir. Çağ çağı siler, zaman zamanı söndürür. Ama burada çağların silinmeyeceği, zamanların söndüremeyeceği bir güzellik var. Burası harabe değil cennet yıkıntısı…”

gezgindergi-turkiye-antik-masal-diyari-knidos-3

Bir çok antik kent dolaştım, her seferinde aynı anlamsız soruyu sordum kendime, neden bu şekilde durur bu taşlar, neden bir an önce düzeltilmez diye. Arkeolojik olarak ne açıklaması olursa olsun kabul etmez duygusal yanım. Bazen bir dev olup Legolar gibi oynayasım vardır bu şehirlerde. Bu taşlarla ile anfi tiyatro yapayım, şuraya stoa, akropol yukarıya doğru. Ama amforaları yapıştıramam, o kadar çok amfora, çanak çömlek kırığı var ki antik şehir alanında, temiz su ve kanalizasyon sistemleri de bu toprak yapıdan oluşmuş, onların kırık parçaları da birleşince her taraf tamamen bu kırık toprak parçalarından oluşuyor.

Knidos un bir ucu Kapkrio adası ile birleştirilmiş. Ada muhteşem bir strateji ile aradaki mesefe yol gibi doldurularak yarımada haline getirilmiş antik çağlarda . Bağlantı kısmının kuzey kısmı askeri liman olarak kullanılmış, mendirekler ile giriş kısmı daraltılmış, gemilerin korunması için zincirler ile kapatıyorlarmış limanı. Diğer güney kısmı ise ticari liman olarak kullanılmış, zaten öyle bir noktaya yerleşim kurulmuş ki, zamanın tüm deniz yolları burada kesişiyordu sanırım. Şu an ticari liman mavi tur teknelerinin yoğun ilgisi altında, antik bir kentin kıyısında demirlemek güzel bir duygudur. Her ne kadar yarımada haline getirilse de ben ada demeye devam ediyorum, adanın kuzey tarafında bir de deniz feneri var ki manzarası muhteşem, deniz fenerleri başlı başına ilgimi çeker ama ne yazık ki fırsat bulup yakınına kadar gidemedim.

Gelelim Knidos un fenomen simgesi Afrodit’e, kimi şeyleri yaksanız da parçalasanız da hiçbir türlü etkisini yok edemezsiniz. Knidos un efsane Afrodit heykeli de böyle bir şey sanırım, dünya üzerinde çırılçıplak tasvir edilen ilk tanrıça heykeli. Heykel ,devrinde o kadar meşhurmuş ki,sırf bu heykeli görmeye gelen insanlar kentin geçim kaynağı oluvermiş.M.S. beşinci yüzyılda İstanbul a getirilip bir yangında yok olduğu varsayılıyor. Ama halen günümüzde bile gizemini koruyan bir efsane bir sembol. Heykelin konulduğu daire şeklindeki tapınak platform kent yerleşiminde harika bir konumda, heykelin var olduğu dönemleri hayal edince kentin nasıl bir yer olduğunu hayal etmeye çalışıyor insan ister istemez.

gezgindergi-turkiye-antik-masal-diyari-knidos-4

Tapınak ve Afrodit heykeli hakkındaki en detaylı bilgiyi veren antik çağ yazarlarından biri olan Samsatlı Lukianos’tur. Lukianos “Amoribus” adlı eserinde arkadaşı ile nasıl Knidos’a gitmeye ve Praksiteles’in ünlü Afrodit heykelini tapınağın içinde görmeye karar verdiklerini anlatır. Tarihçi Afrodit’ten söz ederken bayağı çekime tutuluyor ve şöyle anlatıyor:

“Kutsal bahçenin yanına gelmiştik, güzel kokular bizi sarhoş etti. Avlu, Afrodit’e yakışır, güzel kokulu ağaçlarla yemyeşildi. Daima çiçek açan ve yemiş veren mersin ağaçları, Tanrıçaya saygı sunar gibiydiler. Bu avluda defneler ve sergiler vardı. Buradaki ağaçların hiçbirisi yaşlanmaz. her zaman gençtirler., daima yeni dallar sürerler.” “Tapınağa gitdik. Orta yerde Paros mermerinden, tapınağın pek parlak bir örneği duruyordu. Dudaklarında biraz çekingen, biraz utangaç bir gülümseme vardı. Güzelliğini hiçbir şey örtmemiş… Sol elinin eğimiyle kapadığı yerden başka…”

“Tapınağın her yanında kapıları var. Böylece Tanrıçaya bakılabiliyor. Tapınağın bekçisi bize kapıyı açtığı zaman birdenbire başeserin etkisiyle vurulduk. Şaşkınlığımızı birkaç kez belirtmekten kendimizi alıkoyamadık…”

Knidos için, antik tarihçilerden günümüze gerçekten güzel tasvirler yapılmış bir sürü yazılar var, bu kadar hırpalanmasına rağmen bu kadar güzel övgüler almaya devam eden yer çok az bulunur.

Çok Sıcak bir havada antik kentin sokaklarında dolaşıp hayaller kurmak bir yere kadar güzeldi ama insan bu masmavi denizi görünce fazla dayanamıyor. Afrodit in heykeltıraşı Praksiteles in denizden çıkarken etkilendiği ve heykelinde model aldığı Phryne gibi bu sulara atmak istiyorduk kendimizi. Antik bir denizde, şehir yıkıntıları arasında yüzmek, hem tarihin tam içinde hem Akdeniz hem Ege hem de Datça nın iklimi. Afrodit’in tenini ıslatan sularda yüzmek .. Bundan daha güzel neresi var…

Deniz in sizi karşılaması muhteşem, kıyıda toprağa iyice gömülmüş olan antik taşlara basarak suya adım atıyorsunuz, merak edip şnorkel ile suyun altını incelerseniz binlerce amfora, toprak kapların kırık parçalarını görebilirsiniz. İtiraf etmeliyim şimdiye kadar en çok haz duyduğum, en çok keyif aldığım deniz sefasıdır bu.

Hem tarih hem doğa yükleyip içimize geri dönüş yoluna koyulduk, umarım bu yıkıntı halindeki güzellikler bir an önce düzenlenip Knidos un hakkettiği bir şekilde ziyaretçilerine sunulur…

Bu yazı 2014 yılının Eylül ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 91. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir