Cuma , 19 Nisan 2024

Bir Günde Lefkoşa

Yazı ve Fotoğraflar: Sami Becerikli – Yaşar Şadoğlu

Kıbrıs Türkiye’nin gündeminde en çok yer alan ada bir ülkedir. Aslında canımızın bir parçasıdır. Ayrı bir ülke olarak bile görmüyoruz. Buna rağmen Kıbrıs’ı fazla tanıdığımız söylenemez. ‘ Orda  bir köy var uzakta. O köy bizim köyümüzdür.’ deyişi gibi; ‘Akdeniz’de bir ada var, işte o ada bizim Ada’ mızdır, demekten kendimizi alıkoyamıyoruz.

Ağustos ayında bir ramazan akşamı, İstanbul Fatih Camii civarındaki çayhanelerin birinde sohbet Kıbrıs’a geldi. O akşam, Bizim Ada’yı ekim ayında bir cumartesi günü ziyaret etmeyi kararlaştırdık. Sabahın erken saatlerinde kalkan ve aynı gün akşam dönen bir uçak ayarlayabilirseniz, Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin her köşesiyle tarih kokan başşehri Lefkoşa’yı bir günde yürüyerek gezebilirsiniz. Ve emin olun buna değer. Zamanınız varsa bütün Kıbrıs’a bir beş gün ayırın. Çünkü, Kıbrıs’ın her köşesi, her şehri görülmeye değer tarihi eserler ve tabii güzelliklerle dolu. Eğer denize girmeyecekseniz, senenin her mevsimi de gezmeye uygundur. Şimdi birlikte Lefkoşa’yı tanıyalım. Bütün anlattıklarımız bir güne sığdırdıklarımızdır. Ve inanın, bir gün için bile oraya gitmeye değer.

LEFKOŞA

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin başkenti. Kıbrıs’ın en kalabalık kenti ve en önemli kültür, sanayi, ticaret ve ulaşım merkezidir. Günümüzde ikiye bölünmüştür. Lefkoşa dünyadaki bölünmüş tek başkenttir. Şehir, Yeşil Hat diye adlandırılan sınırla ikiye bölünmüştür. Kuzeyinde Türkler, güneyinde Rumlar, ara bölgede ise Birleşmiş Milletler Barış Gücü bulunmaktadır. Osmanlılar burayı 1570’de, Venediklilerin yönetimindeyken fethetmiştir. 1878’de İngiliz hakimiyeti dönemi başlamıştır. 1960′ da Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Rumların Türkleri imha planı sürekli problem kaynağı olmuş, 1974 yılında gerçekleştirilen Kıbrıs Harekâtı ile bugünkü sınırlar çizilmiştir.

Türk vatandaşları Kuzey Kıbrıs’a nüfus kimlikleriyle de seyahat edebiliyorlar. Biz de öyle yaptık. Sabah, bir saat on dakikalık bir uçuşla Ercan Havaalanı‘na indik. Havaalanında fazla vakit kaybetmeden, internet üzerinden kiraladığımız arabayla Lefkoşa’ya hareket ettik. Hava berrak ve sıcaktı. İstanbul‘daki sabah serinliği artık yoktu. Güneş içimizi de dışımızı da ısıtıyordu. Ekim ayının sonunda yazdan kalma çok hoş  bir günün sevinci ruhumuzu sarıyordu.

Trafik sistemi ile ilgili birkaç önemli bilgiyi verelim. Kıbrıs‘ta veya İngiliz sistemine dahil olan ülkelerde ilk defa araba kullanacakları büyük bir değişiklik bekliyor. Trafik yolun solundan işliyor ve direksiyon sağda kalıyor. Arabanın solunda oturan yolcunun önüne ve şöförün  güneş siperliğine Türkçe ve İngilizce olarak uyarılar yapıştırılmış :

Güvenliğiniz için dikkat etmeniz gerekenler;

Sol şeritten sürünüz! Sabit hız kameralarına dikkat ediniz! Sağdan gelene yol veriniz!

Eğer mecbur değilseniz, havaalanından ulaşım için servis otobüslerini kullanmanızı öneririz.

Kısa bir sürüşle, tahminen yarım saat içinde Lefkoşa’ya varıyoruz. Şehitler meydanından sonra Türk Şehitleri Abidesi‘nin önünden ve Güney – Kuzey arasında geçiş kapısı olan Ledra Palas levhasının altından geçiyoruz. Sağımızda 16. yüzyıldan kalma Girne Kapısı‘nı görüyoruz.Tarihi Girne Kapısı şehrin  giriş kapısı. Cumhur- başkanlık Binası da hemen orada.

Arabamızı yakın bir yere park ediyoruz. Fotoğraf makinelerimizi, sırt çantalarımızı yüklenip,bismillah diyerek başlıyoruz yürümeye. KKTC Cumhurbaşkanlığı Binası’nın önünden  geçerek, biraz önce arabayla önünden geçtiğimiz Girne Kapısı‘na varıyoruz.

GİRNE KAPISI

Lefkoşa’nın merkezi,Venedik surları ile çevrilidir. Bu duvar, 16. yüzyılda kenti Osmanlılara karşı savunmak için Venedikliler tarafından yapılmıştır. Duvarın üç kapısı vardır.

Girne Kapısı, eski kenti çevreleyen duvarın kapılarından biridir. Bu kapı, kente giriş ve çıkışın yapıldığı en önemli noktalardan biridir.1567 yılında inşa edilen bu kapı, 1821 yılında Osmanlılar tarafından büyük bir tadilattan geçirilmiştir. 1931 yılında her iki yanındaki surlar yıkılarak, motorlu araçlar için yol açılmıştır. Günümüzde Lefkoşa Turizm Enformasyon Ofisiliğine ev sahipliği yapmaktadır. Girne Kapısı’nın önden bakılan yüzündeki mermer kitabede, 1239 hicri yılında Hattat Feyzullah Dede tarafından nakşedilmiş yazılar bulunmaktadır. Kitabelerden birinde,  ”Nasrun minallahi ve fethun karib ve beşşiril mü’minin, Ya Muhammed.(Allah’dan bir zafer ve yakın bir fetihle, mü’minleri müjdele!) yazmaktadır.Buradan şehir merkezine doğru yürümeye devam ediyoruz. Cumhuriyet Meydanı’na varıyoruz. Girne Caddesi’ndeyiz artık. Burada kapısında Arapça  ”Ya Hazreti Mevlana” yazılı Mevlevi Müzesi’ni görüyoruz.

MEVLEVİ MÜZESİ

Müze olak kullanılan bu mevlevi dergahı, rivayetlere göre Kıbrıs’ın Osmanlılar tarafından 1570’de fethedilişinden hemen sonra faaliyete başlamış. Tekkenin ilk şeyhleri Konya‘dan gönderilirmiş, daha sonraları İngiliz işgalinde Şeyhler, Halep’teki Mevlevi Tekkesi’nden gelmeye başlamış. Son zamanlarında başından büyük yıkımlar  geçen, dini ve tarihi bir çok hatıranın yaşandığı eserlerden biri olan bu Mevlevi Tekkesi’nin faaliyetleri son Şeyh Şamlı Selim Dede’nin 1954 yılında vefatından sonra  maalesef tarihe karışmış. Geniş avlusu zamanla işyerlerinin işgaline uğramış, ufalmış ve bugün içinde ulemadan, sulehadan, kadılardan ve devlet adamlarından tarihi şahsiyetlerin mezar taşlarının segilendiği, küçük bir bahçeye dönüşmüş. Girişten sonra cümle kapısının karşısında yer alan duvarda, Bakara suresi 255. Ayeti , ”Ayet-el Kürsi” nin, 3 parça mermere kazınmış Arapça hattı, Türkçe ve İngilizce meali, (Allah, kendisinden başka hiçbir ilâh olmayandır. Diridir, kayyumdur. O’nu ne bir uyuklama tutabilir, ne de bir uyku. Göklerdeki her şey, yerdeki her şey O’nundur. İzni olmaksızın O’nun katında şefaatte bulunacak kimdir? O, kulların önlerindekileri ve arkalarındakileri, yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. Onlar O’nun ilminden, kendisinin dilediği kadarından başka bir şey kavrayamazlar. O’nun kürsüsü, bütün gökleri ve yeri kaplayıp kuşatmıştır. O, göklere, yere, bütün evrene hükmetmektedir. Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. O, yücedir, büyüktür) yazmaktadır. Yine Tevbe suresinin 21. Ayetinin Türkçe ve İngilizce meali yer almaktadır. (Rab’leri, kendinden (O’ndan) bir rahmet ile ve bir rıdvan razı oluş ile ve cennetler ile onları müjdeler. Onlar için, orada devamlı daimî ni’metler vardır). Kapalı bölümlerde mevlevilikle ilgili eşyalar ve çeşitli tasvirler bulunmaktadır. Bugün turistlerin uğrak yeri olan tekke binası müze olarak hayatına devam ediyor ve  giriş  ise 5 TL.

Girne Caddesi‘nde ilerliyoruz. 172 A kapı numaralı kesme taştan yapılmış iki katlı binanın Dr.Fazıl Küçük Müzesi olduğunu okuyoruz.

DR. FAZIL KÜÇÜK MÜZESİ

Dr. Fazıl Küçük 1906-1984 yıllarında yaşamış, dahiliye mütehassıslığı, Lefkoşa Belediye Başkanlığı ve Kıbrıs Devleti Cumhurbaşkanlığı yardımcılığı yapmış bir şahsiyettir. Ayrıca Halkın Sesi Gazetesi’ni çıkarmıştır.

Giriş kapısının sağındaki duvarda‚ ‘Dr. Fazıl Küçük, İsviçre’den mezun, solunda ise, ‘Dr. Fazıl Küçük Müzesi’ levhası yer alıyor. İki katlı binaya yeşil-beyaz boyalı bir kanadı parmaklıklı cam ve ahşap kapıdan giriliyor. Kapının üstündeki demir kafesli aydınlatma penceresinin üzerinde Osmanlıca olarak‚ ‘1920 senesi‘ yazılı. Müzede Dr. Küçük´ün şahsi eşyaları, 1940′ lara ait kullandığı tıbbi edevat, ilaçlar, dış ülkelerden verilen hediyeler, matbaa malzemeleri sergilenmektedir. 1942′ de kurulmuş olan Halkın Sesi Gazetesi ve Matbaası aynı caddede, müzenin karşısında 170 numarada  faaliyetine devam etmektedir. Yolumuza Girne Caddesi’nden devam ediyoruz.Yol  üzerinde ve daha sonra dolaştığımız ara sokaklarda çok sık  tarihi ahşap evlerle karşılaşıyoruz. Bunların çoğu tadilata muhtaç. Bir kısmının üzerinde hala osmanlıca tarih ve numaralar yer almaktadır.Yürümeye devam ediyoruz. Görecek daha çok şey var. 1903′ te yeniden yapılan Sarayönü Camii’ne geliyoruz.

SARAYÖNÜ CAMİİ

Bu cami, Lefkoşa kentinin en merkezi yerinde bulunmaktadır. Eski bir Latin kilisesiyken camiye çevrilip, 1890’lar itibariyle harap bir vaziyette bulunduğundan, Ali Paşa tarafından 1902 yılında yeniden yaptırılmıştır. Arap tesiri bulunan caminin çok değerli bir ahşap tavanı vardır. 1962 yılında şadırvanı yıktırılırken, üzerinde Yunanca yazılar bulunan kapaklı bir mermer lahid ortaya çıkmıştır. Sarayönü Camii maalesef 2005 yılına kadar 40 yıldan fazla bir zamandır Lefkoşa’da nikah salonu, belediye evlendirme dairesi olarak kullanılmakta idi. Türkiye’nin maddi desteği ile Lefkoşa’ya yeni bir evlendirme dairesi yapılmış ve bu tarih harikası, onca yıllık zulümden bu şekilde kurtulabilmiştir.

Merkezde dolaşmaya devam ediyoruz. İki katlı, pencereleri yeşil ahşap pancurlu tarihi bina görüyoruz. Bu binanın Vakıflar Genel Müdürlüğü Binası olduğunu öğreniyoruz. Kıbrıs’ın alınmasında görev alan Arap Ahmet Paşa tarafından yaptırılmış, ”Hamasi Korkut” Hamamı’nın önünden geçiyoruz.

LEFKOŞA KORKUT HAMAMI

Lefkoşe Korkut Paşa mahallesindeki Beliğ Paşa Sokağı’nda bulunan bu hamam, Beliğ Paşa ailesine aittir. 1694 yılındaki sahipleri ile ilgili bazı bilgiler de günümüze kadar gelmiştir. Korkut Hamamı adıyla bilindiği gibi, yakın geçmişimizde “Korkut Efendi Hamamı” ile “Çukur Hamam” adlarıyla da bilinmekteydi. 1895 yılı itibariyle suyunu yanındaki Turunçlu Camii’den almaktaydı. Ilıklık ve sıcaklık bölümleri orjinal özelliklerini yitirmiş olmakla birlikle, soyunmalık bölümü iyi korunmuş durumda olup günümüze kadar gelmiştir. Kıbrıs’ın kuzeyinde orjinal fonksiyonunu sürdüren iki hamamdan biridir. Yeri gelmişken diğer ikinci hamamdan da bahsedelim. O da Büyük Hamam’dır.

BÜYÜK HAMAM

Büyük Hamam, Lefkoşa’nın en eski  mekanlarından biri. Adanın 1570 yılında Osmanlılar tarafından fethinden sonra ilk yapılan binalarından biri olma şerefine sahip. Büyük Hamam’ın olduğu yerde zamanında bir Latin kilisesi varmış. Hamam o kalıntılar üzerine inşa edilmiş. Şu anda kilisenin yalnızca oyularak işlenmiş giriş kapısı ayakta durmaktadır. Hamamda soyunmalık, soğukluk, sıcaklık ve halvet kısımları bulunmaktadır.

Hamamı geçiyoruz, Kurt Baba sokakta yeşil iki penceresi içerden tahta perdelerle kapatılmış, kesme taştan yapılmış, sıvaları yer yer dökülmeye yüz tutmuş, içinde Lefkoşa’nın fethi sırasında şehit oldukları sanılan 3 kişiye ait mezar bulunan Kurt Baba Türbesi’ne geliyoruz.

KURT BABA TÜRBESİ

Asmaaltı Meydanı’ndaki köşede yer alan tek mekanlı bir türbedir. İçinde yanyana 3 mezar bulunmaktadır. Bu mezarların da Lefkoşa’nın fethi sırasında şehit olan Osmanlı askerlerine ait olduğuna inanıldığından bir adak yeri olarak kullanılmaktadır. Önceleri Üçler ve Kutup Baba olarak bilinmekteymiş. Daha sonraları halk arasında Kurt Baba Türbesi olarak anılır olmuş.

Şehrin en önemli eseri Selimiye Camii’ne doğru ilerliyoruz. Gezimizin hedefinde orası var. Lefkoşa’nın güzellikleri peşi sıra geliyor. Selimiye Camii’ne varmadan yolumuzun üzerindeki, sarı renkli, büyük kesme taşlardan yapılmış bir kervansaray olan Büyük Han’a varıyoruz. Burası oturup dillenmek için ideal bir yer. Adeta tarihin gölgesinde demlenmek gibi bir şey.

BÜYÜK HAN

Kıbrıs’taki en gelişmiş mimari eserlerin arasındadır. Osmanlılar tarafından Kıbrıs’ın fethinden bir yıl sonra, 1572’de inşa edilmiştir. Hanı Muzaffer Paşa, her Kıbrıslıdan iki paralık bir vergi toplayarak yaptırmıştır. Hanın ortasında bir avlu, avlunun ortasında ise bir mescid ile abdest alanlar için bir çeşme mevcuttur. Birleşik Krallık hakimiyetinde ilk olarak hapishane, daha sonra ise fakirler için barınak olarak kullanılmıştır.1990’lı yıllarda tamirat altında olan han, pek çok dükkanın ve galerinin bulunduğu bir sanat merkezine dönüştürülmüştür. Ayrıca burada restoran, kahvehane ve hediyelik eşya dükkanları da mevcuttur. Büyük Han, günümüzde Lefkoşa’ya canlılık kazandıran önemli bir merkez olmaktadır.

Yolumuza devam ediyoruz. Yolumuzu harap bir tarihi bina kesiyor. Soruyoruz, Kumarcılar Hanı diyorlar. Şaşırıyoruz.. Kumarcılar Hanı mı olur? Öğreniyoruz ki;  Hımarcılar Hanı ismi bu isme dönüşmüş.

KUMARCILAR (HIMARCILAR) HANI

Kumarcılar Hanı meşhur Asmaaltı Meydanı’nda. Eskiden Buğday Pazarı olarakta bilinen bu han, Büyük Han’dan sonra gelen en eski ve büyük bir handır. Kumarcılar Hanı’nın kesin yapım tarihi bilinmemekle birlikte girişi, Venedik ve Lüzinyan dönemini yansıtmaktadır. Hanın eskiden buraya eşeklerle gelen ticaretçilerin hem hayvanlar için hemde kendileri için konaklama yeri olup ‘Hımarcılar Hanı’olarak isimlendirilmiştir. Fakat bu isim zamanla halk ağzında Kumarcılar Hanı olarak yer etmiştir. Hanın 52 odası olup günümüze sadece 44 tanesi gelmiştir ve bunlar da harap durumdadır.Tarihi Kumarcılar Hanı şimdi Arasta Meydanı’ndaki esnafın girişimi ile Turizm Çevre ve Kültür Bakanlığı tarafından tekrar restore edilip halka açılacaktır.

Yürümeye devam ediyoruz ve nihayet Selimiye Camii’ne varıyoruz.

SELİMİYE CAMİİ

Selimiye Camii, ya da önceki adıyla St. Sophia Katedrali, Lüzinyanlar adaya hakim olduktan sonra (1192) Lefkoşa’nın merkezinde bir Latin katedrali inşası amacıyla, Paris’teki Notre Dame Katedrali’nin bir benzerini inşaa etme kararı almalarıyla kurulmuştur. Gotik mimari tarzında inşa edilen katedral,1326 yılında ibadete açılmıştır. Lüzinyanların baş katedrali olduğu için Lüzinyan Kralları, Kıbrıs Kralı tacını burada giyerlermiş. Osmanlının, adayı fethiyle birlikte (1571) yapı camiye çevrilmiştir. Katedrale iki minare, mihrap ve minber yapılmıştır. Mihrap güzel bir ahşap işçiliğine sahip olup süslemede kullanılan koyu renkler birbiriyle uyumludur. Adı eskiden Ayasofya Camii iken 1954’te Selimiye Camii’ne çevrilmiştir. Katedral, Kıbrıs’taki en büyük, en görkemli ibadethane ve en önemli gotik mimari eser olarak kabul edilmektedir. Bugün sağ minarede KKTC bayrağı, sol minarede ise TC. Bayrağı mahya şeklinde dalgalanmaktadır.

Selimiye Camii, bizi adeta büyülüyor. Tarihin derinliklerini hissettiren mistik bir havası var. Ruhumuzu dinlendirmeye çalışıyoruz. Lefkoşa’yı gezmeye gelmiştik. Ancak gezimiz sürdükçe tarihin sarmalı benliğimizi sarmaya başladı. Selimiye Camii’nin içinde saatlerce oturmak geçiyor gönlümüzden. Bu ulu caminin bahçesinde ve çevresinde de başka tarihi eserler var. Caminin doğu tarafında bulunan Kütüphane Sokağında, Sultan II. Mahmut tarafından  Kıbrıs Valisi Ali Ruhi Efendi’ye yaptırtılan, II. Mahmut kütüphanesi yer alıyor. İçinde çok değerli Arapça, Farsça ve Türkçe yazma eserlerin bulunduğu kütüphanenin, nadide kitaplarından bazıları milli arşive kaldırılmış olup, bina bugün araştırmacılara hizmet vermektedir.

SULTAN II. MAHMUT KÜTÜPHANESİ

Sultan II. Mahmut devrinde Kıbrıs Valisi olan Ali Ruhi Efendi tarafından 1829 yılında kesme taştan inşa edilmiş bir yapıdır. Bina, tek kubbeli büyükçe bir odayla, önünde iki kubbeli revakıyla, Arap Ahmet Camii gibi klasik Osmanlı cami ve medrese mimarisinin bir örneğidir. Binanın dış duvarlarının kuzey, güney ve batı tarafındaki mermer levhalar üzerinde “Maşallah” (Allah korusun) kelimesi yazılıdır. Kütüphaneye başta II. Sultan Mahmut olmak üzere tanınmış bir çok kişi kitap bağışında bulunarak kütüphanenin zenginleşmesini sağlamıştır. Bunların arasında el yazması Kur’an-ı Kerim ve değerli Arapça, Türkçe ve Farsça kitaplar yer almaktadır. 2008 yılında Vakıflar İdaresi tarafından restore edilerek araştırma kütüphanesi olarak hizmet vermeye başlamıştır. Kütüphanede bulunan kitapların bir kısmı Milli Arşive verilmiş, bir kısmı da Türkçeye çevrilerek bilgisayar ortamına aktarılmıştır. Bu çalışmalarda Kıbrıs’ın 400 yıllık; sosyal, ekonomik, kültürel ve tarihî bütün kayıtları, Türkçeye çevrilerek araştırmacıların kullanımına sunulan kütüphane, Kıbrıs’ın ilk resmi kütüphanesi olma özelliğini de taşımaktadır.

Selimiye Meydanı‘nda Kütüphane Sokağı’nda, kapısı  kapalı, bahçesinde palmiye ağacı yükselen eskimiş tahta pancurlarıyla ‘İttik Dede’ Türbesi‘ni görüyoruz.

İTTİK DEDE TÜRBESİ

İttik Dede Türbesi olarak bilinmesinin yanı sıra yaygın olmamakla birlikte ‘İsmail Çavuş Türbesi’ olarak ta bilinmektedir. Kıbrıs’ta şehit olan Osmanlı askerlerine yitirilmiş anlamına gelen ittik denmesi adetten olduğundan bu adla bilinmektedir. Rivayete göre İttik Dede, Mora yarım adasında doğmuş, Kıbrıs’ın fethine katılmış, Lefkoşa’nın fethi sırasında şehit olmuştur .Cami çevresi ve meydanında hediyelik eşya satan dükkanlar, antikacılar, çicekçiler de mevcuttur.

Artık Lefkoşa’dan ayrılma zamanı, güneş ikindiden yol almış akşama ilerlemekte.Yine de göreceklerimiz bitmedi.Yolumuzun üzerinde bulunan  ortaçağ ‘ Taş Eserleri Müzesi’ ve 15. yüzyıldan kalma içinde Gotik kemerli bir kapıdan girilen bir konak olan ‘‘Lüzinyan Evi‘‘ ziyaretçilerini beklemektedir. Dönerken rastladığımız bir başka tarihi eser de 1826 tarihli İplik Pazarı Camii’dir.

İPLİK PAZARI CAMİİ

19. yy.’da yapılmış olup, adını Osmanlılar döneminde burada kurulu olan bir pamuk pazarından almıştır. Örme taş külahlı minaresinin aynı noktada kendinden önce var olan bir camiye ait olduğu sanılmaktadır.

Şehre yazdığımız gibi Girne Kapı’sından girmiş, Girne Caddesi boyunca ilerlemiş, Atatürk Meydanı’ndan Selimiye Camii’ne doğru gelmiştik. Meydanda önemli bir eser vardı. Onun fotoğrafını çekmeyi dönüşümüze bırakmıştık. Şimdi yine aynı yerden geçerek dönüyoruz.

VENEDİK SÜTUNU

Atatürk Meydanı’ndaki Venedik Sütunu (Dikilitaş) Venedikliler tarafından 1550’de dikilmiştir. Eskiden üzerinde St. Mark Aslanı bulunuyormuş. Osmanlılar sütunu kaldırarak Sarayönü Camii’nin avlusuna koymuşlar.İngilizler 1915 yılında, 6 m. yüksekliğindeki sütunu şimdiki yerine yerleştirmişler.Kurşuni renkte bir granit olan sütunun, Salamis’teki bir mabetten getirildiği sanılmaktadır. Sütunun alt tarafında 6 İtalyan ailesinin armaları bulunmaktadır. Sütunun üzerindeki bakır küre sonradan ilave edilmiştir.

Buradan arabamıza doğru ilerliyoruz.Lefkoşa’daki günümüzü böylece bitirmiş oluyoruz. Çok yürüdük, çok gezdik ve tabii ki bir o kadar da yorulduk. Ama değdi.. Doğrusunu söylemek gerekirse, Kıbrıs’ı gezmek için bir gün az geldi…

Bu yazı 2014 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 84. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir