Cuma , 29 Mart 2024

Denizin ve Tarihin Şehri: Sinop

Türkiye’nin en dikkat çekici doğal güzelliklerine sahip kentlerinden biri olan Sinop şehri bu özelliğinin yanında tarihi değerler anlamında da önemli eserlere sahiptir. Orta Çağa ait yapılarla tezyin edilmiş olan şehir bu önemli mirası en iyi koruyan kentlerden biridir.

Yazı: Fatih Güldal Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı

Bu yazımızda şehrin daha çok geçmişinden ve tarihi mekânlarından bahsederek Sinop’u bir de bu açıdan gezmek isteyenler için muhakkak ziyaret edilmesi gereken noktaları belirleyeceğiz. Şehrin doğal güzelliklerini fotoğrafl arla anlatmaya çalışacağımız bu dosyada Erfelek şelaleleri, özgürlüğüne düşkün Karadeniz sahilleri, ülkemizin en kuzey noktası gibi önemli görüntüleri de ayrıca görebileceksiniz. Kelimelerle başlayacak yolculuğunuzun birgün gerçekleşmesi dileği ile buyurun Sinop’a. Kısa bir film tadında okuyacağınız yazımız bu güzel şehrin Sinop’sis’idir. Bilesiniz.

Sinop adını Asur tanrılarından Sin’e bağlayanlar olduğu gibi Hititçe Sinova’dan geldiğini ileri sürenler de vardır. Yunan efsanelerinde şehrin kurulması meşhur Argonaut’lardan Teselyalı Autolykos’a atfedilir. Şehre verilen “Sinope” adının da bir Amazon kraliçesinin isminden geldiği söylenir. İslam kaynaklarında Sinop adı Sanûb, Sinab, Sinûb gibi aslının farklı okunuşları ile karşımıza çıkmaktadır. 13. yüzyılda şehirde Selçuklu hâkimiyeti kurulduktan bir müddet sonra, Rusya’ya gitmek üzere buradan geçen gezgin Rubruquis şehri Sinopolis olarak zikretmektedir. Bu isimlerden başka Sinop’un lakapları da vardır. Bunların en tanınmışı Cezireü’l-Uşşak’tır. Bu ünvana Saltuk- Nâme’de de rastlarız.

Bir yarımada şeklinde olan şehir iki limandan oluşur. Yarımada kendi güneyinde kalan derin ve demirlemeye elverişli Sinop Limanının (iç liman, halk arasında: Akdeniz) şark rüzgarından başka bütün rüzgarlardan korunmasını sağlar ve Sinop bu sayede Anadolu’nun uzun Karadeniz kıyısında tek tabii liman durumunu kazanır. Yarımadanın kuzeyinde kalan deniz (dış liman, halk arasında Karadeniz) ise, fırtınalara açık olduğu için, denizcilik bakımından kıymetli sayılmasa da kaynaklar Sinop’un “çifte liman”ından bahseder. Sinop’un coğrafi mevkii, fırtınalardan korunmuş limanı, deniz tarafından da yarımadanın dik yarlar ile kuşatılmış olması Karadeniz kıyılarına gelen ve denizciliğe az çok alaka gösteren ilk topluluklar için uygun bir yerleşim alanı olmuştur.

Bölgeye ilk gelen topluluklardan birinin Akalar olduğu söylenir. Karadeniz’in kuzeyinde yaşarken Anadolu üzerinden Yunanistan’a geçerken Akalar, bu yolculuk esnasında Sinop’a uğrayıp bir müddet burada kaldılar. Trabzon şehrinin de bağlı bulunduğu Sinop, VIII. yüzyılda Miletlilerin bir Yunan kolonisi haline gelmesinden önce Mezopotamya ve Kilikya’dan gelen kervanların oluşturduğu önemli bir ticaret limanıydı. MÖ 220’de Pontus Kralı Mitridates tarafından ele geçirilip başkent yapıldı. Daha sonra Sezar’ın MÖ 47’de gerçekleştirdiği Anadolu seferi ile Roma hâkimiyetine girerken mevcut önemini Bizans döneminde de korumuştur.

sinop_denizinvetarihin07

Türklerin bölgeye gelişleri Anadolu’yu yurt edinmek amacıyla yaptıkları akınlarla yakından alakalıdır. Bununla birlikte Sinop’un kesin fethi Selçuklu komutanlarından Karatekin zamanında gerçekleşmiştir.

A.Selçukluların kurucusu Süleyman Şah Antakya Seferine çıktığında Karatekin Bizans Devletinin hazinesine ait yüklü miktarda altın ve gümüşün Sinop’ta olduğunu öğrenmiş ve oraya bir saldırı düzenleyerek şehri ele geçirmiştir.

Ancak bu durumun uzun sürmediği bir müddet sonra Bizans’ın şehri bazı entrikalarla savaş yapmadan ele geçirdiği bilinmektedir. Bizans İmparatoriçesi ve dönemin en önemli Bizans kaynağı Aleksiad’ın yazarı Anna Komnena, Karatekin’in şehri terk ederken yaşanan olayları ilginç bir anekdotla sonlandırır. Ona göre Karatekin şehirden ayrılırken buradaki kutsal bir kiliseyi pisletmiş, tam bu sırada “Tanrı’nın yardımıyla gazaba uğramış ve ağzından salyalar çıkararak yere yığılmıştır.” Genelde Karadeniz kentlerinin özelde de Sinop’un 1204 yılından sonra daha fazla önem kazandığı görülmektedir. Nitekim bu tarihte IV. Haçlı seferi yapılmış, İstanbul Latinler tarafından ele geçirilmiştir. Hayati tehlike içerisindeki dönemin imparatorluk ailesi olan Komnenoslar’dan Aleksi ve David Komnenos, Trabzon’a kaçmış ve bu şehir merkezli Trabzon Rum İmparatorluğu’nu kurmuşlardır. Böylece bölgenin kaderi İmparatorluk ailesinin buraya gelişleriyle bambaşka bir hal almıştır.

Bu tarihlerde, 1070’li yıllarda kurulan A. Selçuklu Devleti bölgenin en önemli gücü olma yolunda sistematik bir ilerleme içerisindeydi. Sinop’un gerek Kuzey-Güney gerek Doğu-Batı istikameti içerisindeki ticaret yolları üzerinde, Karadeniz’e açılan önemli bir liman olması, Selçuklu sultanları için şehrin değerini arttırmakta idi. Böylelikle Anadolu’yu güvenli, tüccarların sorunsuz bir şekilde alışveriş yaptığı bir ticaret merkezi haline getirmeye çalışan Selçuklular için buranın alınması elzem oldu. Bu fetih, 1214 yılında Sultan İzzeddin Keykâvus’un, bazı sefer hazırlıkları için Sivas’a geldiği sırada gerçekleşecekti.

Adet olduğu üzere tertip edilen bir eğlence sırasında Sinop tarafındaki sınır muhafızları Keykavus’a gelerek Trabzon İmparatoru I. Alexios Komnenos’un (1204-1222) Selçuklu topraklarına girip karışıklıklar çıkardığı haberini verdiler. Bu durumu devletin ileri gelenleriyle konuşup Sinop hakkında bilgiler alan Sultan, şehrin fethedilmesi kararını aldı. Ancak verilen bilgiler doğrultusunda müstahkem bir kale olan şehrin hücum ile alınamayacağı, Sinop’un karadan ve denizden tüm yardım imkânlarının kesilip halk erzaksız bırakılıncaya kadar kuşatılması fikri benimsendi.

sinop_denizinvetarihin05

Selçuklulara haraç ve vergi veren Aleksios’un ve Sinop’un durumunun kontrol edilmesi için bir grup öncü kuvvet bölgeye gönderildi. Bu casuslar tekfurun beş yüz adamıyla şehir dışında tedbirsiz bir şekilde avlandığını bildirdiler. Bunun üzerine yapılan ani baskın sonucu Aleksios yakalanmış, gösterdiği küçük çaplı mukavemet yakalanmasına engel olamamıştır. Aslında İmparatoru tanımayan askerler onları görünce ellerindeki silahlarla atlarını almışlar ve gitmelerine izin vermişlerdi. Ancak öldürülme korkusu yaşayan İmparator kendisini tanıtmış bu sebeple askerler tarafından tutuklanmıştır. Bu haber Sultana ulaşınca, Trabzon Rum İmparatoru’nun ciddi bir savaş yapılmadan ele geçirilmesi sevinç uyandırdı. Keykâvus haberi getirenlere mal, iktâ ve hil’at verip üç gün bekledikten sonra Sinop’a doğru yola çıkmıştır. Vardığında Aleksios’u huzuruna getirmelerini emretmiş ve perişan durumunu görünce gönlünü alıp iyi muamelede bulunmuştur. Ertesi gün ordu hazırlanıp Sinop’a hareket edildi. Sultanın amacı, şehri savaş yapmadan teslim almaktı. Bu sebeple tekfurdan, güvendiği adamlardan bir grup oluşturarak kaledekilere göndermesini istedi. Kale sakinleri gelen elçilere teslim olmayacaklarını imparatorun yerine oğlunun da geçebileceğini bildirdiler. Bunun üzerine şehir halkının psikolojisini etkileyip dirençlerini kırmak için tekfur zincire vurulmuş halde kaleye yakın bir yere getirilerek kendisine işkence yapılmaya başlandı. İlk gün meydana gelenleri korkuyla izleyen kale halkı ikinci gün kralın çektiklerinden korkup sıranın kendilerine de geleceğini düşündüklerinden aracıların tekrar gelmelerini istedi. Aracılara, eğer krallarının hayatının bağışlanarak ülkesine dönmesine izin verilir, kendilerine ve ailelerine de zarar verilmeden istedikleri yere gitme serbestîsi sağlanırsa kaleyi teslim edeceklerini açıkladılar. Haberi duyan Sultan, şehir halkına istedikleri garantiyi verdi. Sonuç olarak 26 Cemâziye’l-âhır 611(28 Ekim 1214)’de Sinop Selçuklu hâkimiyetine girdi. Kısa bir süre daha burada kalan Sultan İzzeddin, şehri bir Türk-İslam beldesi haline getirdi. Her bölgeden her şehirden yetenekli, güçlü, itibarlı ve zengin kişilerin seçilerek Sinop’a gönderilmelerini, eğer bu kişiler mallarını mülklerini bırakıp gelmek istemezlerse, gayrı mülklerinin onları mağdur etmeyecek şekilde devlet tarafından satın alınmasını emretti. Ayrıca çevre bölgelerde itibarı yüksek, zengin, akıllı hocaları tüm adamlarıyla buraya getirtti. Sinop’ta kalan idareciler daha önce buradan kaçan insanları geri çağırarak mallarını mülklerini onlara geri verdiler. Türk-İslam şehrinde olması gereken cami bir kiliseden devşirilerek yapıldı ki bu Alaüddin Camii olmalıdır. Bununla birlikte zarar görmüş kale surları ve burçları tamir edildi. Şehirdeki en önemli eserlerden olup savunulması daha kolay olan bir iç kale inşa edildi. Buranın inşasında devrin usullerine uygun olarak şehrin fethine de katıldığını tahmin ettiğimiz dönemin en tanınmış valileri katkıda bulundular. Ve her birinin adına birer kitabe yazılıp bu levhalar onları onore etmek için burçlara asıldı. Sinop şehri Selçuklular tarafından fethinden yaklaşık elli yıl sonra dönemin resmi Selçuklu tarihçisi İbn Bîbî’nin ifadesiyle “saltanatın ve ülkenin zayıf düştüğü bir sırada” tekrar Rumların eline geçmiştir. Bu süreç on yıl, Muinüddin Pervane’nin bölgeye hâkim olmasına kadar sürecektir.

SİNOP’TA KURULAN BİR BEYLİK: PERVANEOĞULLARI

1243 Kösedağı Savaşıyla Anadolu’ya hâkim olan Moğol İlhanlıları Selçuklu Sultanlarını kukla gibi idare etmiş, istediklerini tahtan edip öldürmüşlerdir. Bu süreç içerisinde devletin içerisinde görev yapan bazı bürokratları kullanarak Anadolu’yu yönetmişlerdir. Bu anlamda Sinop’la özdeşleşmiş, hatta burada bazen bağımsız da hareket eden bir beylik kuran Muinüddin Pervane çok önemli bir karakterdir. Selçuklu devlet teşkilatında vezir, nâib, atabeg ve beylerbeyinin altında bir görev olan pervanelik, Muînüddin Pervane’nin zekâsı ve gelişen durumları lehine kullanması ile birlikte sultandan sonra “ikinci adam” şekline dönüşmüştür. Moğolların Anadolu’daki en güvenilir adamları olan Pervane Muinüddin zamanında Sinop tekrar kuşatılmıştır. Karadan yapılan yoğun saldırı netice vermemiş her iki taraftan da çok sayıda asker ölmüştür. Saldırı planını tekrar gözden geçiren Pervane, kuşatmayı denizden çok sayıda gemiyle takviye etme kararı aldı. Zaten başta Samsun olmak üzere kıyı bölgelerinin bir kısmı hâlâ Selçukluların elindeydi. Gelen yardımla tam teçhizatlı bin kadar asker denizden taarruza başladı. Bu sırada Pervane ile ilişkileri kötü olan Tâcüddin Kılıç adlı bir komutan gemisinin alabora olmasına rağmen yanındaki askerlerle karaya çıktı ve vali Gaydan’ı öldürerek şehri zapt etti. Bu başarıları sahiplenen Pervane, fethedilen şehrin kendisine ikta olarak verilmesini istedi. Aralarının açık olduğu Selçuklu sultanı Rükneddin Kılıç Arslan istemeyerek de olsa Pervane’nin bu talebini gerçekleştirmek zorunda kaldı. Bölgeyi kendi mülkü gibi sahiplenen Muinüddin Pervane, şehrin kendisine verilmesinde gönülsüz davranan Kılıç Arslan’ı kısa bir süre sonra Moğollarla anlaşarak öldürttü. Bundan sonra Pervane’nin, artık kendi mülkü olan, Sinop’ta hızlı bir imar faaliyetine giriştiğini görüyoruz. Hükümranlıkları boyunca şehirde hiçbir İslam yapısı bırakmayan Rumların, kiliseye çevirdikleri mescit ve camiler tekrar eski hallerine çevrilmiştir. Ayrıca Alaeddin Camii’nin karşısına şehrin en görkemli yapısı olan Pervane Medresesini yaptırmıştır. Muînüddin Pervane’nin torunu olan Gazi Çelebi’nin de defnedildiği bu medrese Pervaneoğulları’nın şehirdeki en önemli mirasıdır.

1279 yılında Anadolu’daki dâhilî mücadelelerden fırsat bulan Trabzon Rum İmparatoru asker ve cephane yüklü gemilerle Sinop’a saldırdı. Orayı korumakla görevli komutanlar ve Çepni Türkleri şehri savunup sonra da bu kuşatmayı püskürttü. Şehrin başarıyla müdafaa edildiğini sultana bildiren Sinop muhafız kuvvetleri komutanı (tatgavul) Emir Tayboğa’ya bu müjde karşılığında hediyeler ve kıymetli bir mülk verilmiş; kendisine izzet ve ikram gösterilerek Sinop’a geri gönderilmiştir. Tayboğa’nın mezarı Cezayirli Ali Paşa Camii içerisinde Seyyid Bilal’in kabrinin yanındadır. Muinüddin Pervane’nin hesaplarına çalıştığı İlhanlılar tarafından öldürülmesinden sonra Sinop şehri bir mülk gibi oğullarına kalmış ve burada Pervaneoğulları adlı beylik Candaroğullarının şehri ele geçirmesine kadar var olmuştur.

Pervane’nin torunları burada başta Cenevizliler olmak üzere Karadeniz’de koloni kurmaya çalışan birçok toplulukla mücadele etmişlerdir. 698(1299) yılında Pervane’nin torunu ve beyliğin lideri olan Mesud Bey’le uzun süredir Sinop’ta ticaret kolonisi kurmuş olan Cenevizlilerle arasında önemli bir sorun çıkar. Alış-veriş yapmak için Sinop’a gelen Cenevizlilerden bir grup asker şehir halkını ticaret bahanesiyle oyalarken bin kadar zırhlı askerin de şehre hücum ederek Sinop hâkimi olan Mesud Bey’i esir alır. Zorla gemiye bindirilen Mesud Bey önce öldürülmek istendiyse de daha sonra ondan fidye istemenin daha karlı olacağı düşünüldüğü için bundan vazgeçilir. Bilahare yapılan uzun pazarlıklar sonucu dokuz yüz bin dirhem karşılığında Mesud Bey serbest bırakılır. Bu kadar ciddi bir meblağı ödeyebiliyor olması Pervaneoğularının mal varlığının ne kadar yüksek olduğunu gösterirken, saldırı beyliğin yaptıkları korsanlık faaliyetleri neticesinde Batılılar tarafından pek sevilmediklerinin açık bir kanıtıdır.

Hiç şüphe yok ki Pervaneoğlullarının en çok tanınan reislerinden biri Gazi Çelebi’dir. Mühezzibüddin Mesud’un oğlu olan Çelebi’nin en tanınmış yönü denizcilikte gösterdiği başarılardır. Nitekim gemiler yaparak hayatını Ruslara, Çerkeslere ve Cenevizlilere karşı gaza yaparak geçirdiği söylenir. İbn Batuta da onun hakkında uzunca bilgi verir. Su altında uzun süre kalma kabiliyetine sahip olan Gazi Çelebi donanmasıyla Rumlara karşı sefere çıkar, düşman donanması ile karşılaştığında ise elinde demir bir matkapla su altına dalarak düşman gemilerini altlarından deler ve batmalarına sebep olurdu.

Bu yıllarda Cenovalı Cenevizliler Bizansla işbirliği yapan soydaşları Galatalı Cenevizlileri cezalandırmak için üzerlerine on kadırga göndermiş, ancak Galatalılar bunu haber alıp on altı kadırgayla karşılarına çıkmışlardır.

Başarılı olamayacaklarını anlayan Cenovalılar yardım bulmak için Karadeniz’e açıldılar. Sinop yöneticilerinden zarar görmeyeceklerine inanıp şehrin limanına sığınan Cenevizli donanma komutanı büyük bir saldırıya uğramış ve askerlerinden birçoğu esir edilip büyük bir kısmı da öldürülmüştür. Gazi Çelebi’nin bu taarruzu sonucunda Cenevizliler sadece üç gemi mürettebatıyla birlikte kaçarak kurtulabilmişlerdir. İtalyan kaynaklarının Zalabi, Zarabi diye adlandırdıkları Gazi Çelebi’nin bu başarısından, onun ölümünden birkaç yıl sonra bölgeyi ziyaret eden İbn Batuta da bahseder. Sinop’ta aidiyetini kesin olarak Pervaneoğullarına atfedebileceğimiz -Pervane Medresesi içerisindeki- tek mezarın sahibi Gazi Çelebi, çok cesur, savaşçı ve üstün meziyetlere sahip biri olmakla birlikte fazlasıyla haşhaş kullanması onun en büyük zaafını oluşturuyordu. Çelebi’nin o dönemde çok yaygın olarak kullanılan bu uyuşturucu madde yüzünden ölmüş olabileceği iddiası da vardır. Nitekim İbn Batuta’nın verdiği bilgiye göre fazlaca haşhaş kullandığı bir gün ava çıkmış, kovaladığı ceylanın sık bir ormana girmesi üzerine bir ağaca çarparak 722/1322 yılında ölmüştür. Gazi Çelebinin ölümüyle Pervaneoğlulları beyliğinin son bulduğunu düşünürsek yaklaşık kırk beş yıllık bir serüvenin nihayete erdiğini görürüz.

Pervaneoğullarının merkezle olan ilişkileri eldeki bilgiler ışığında değerlendirildiğinde ciddi çıkarımlar yapmak güçtür. Bu aile belki müstakil bir beylik hüviyetinde değildi, ancak belirli dönemlerde kendi başlarına bağımsız bir teşkilat gibi hayatlarını sürdürdüler. O dönemin parçalanmış siyasi yapısı onlara bağımsız hareket etme konusunda geniş bir hareket alanı sağlıyordu. Merkezi, Moğolların egemenliğinde olan Anadolu Selçuklu Devleti’nin uçlarında da feodal beyler ortaya çıkmıştı. Kendi çıkarlarını düşünen bu kişiler birer aile saltanatı kurarak uzun süre saltanatlarını sürdürdüler.

Candaroğulları Döneminde

Sinop Candaroğulları, eski Paflagonya kıtası denen ve bu gün Kastamonu, Çankırı ve Sinop ile kısmen Bolu, Zonguldak ve Samsun vilayetlerini içine alan bir bölgede hüküm sürmüş büyük bir beyliktir. Bu beyliğin İsfendiyaroğulları, Kızıl Ahmedli gibi farklı adlarla da anıldığı bilinmektedir.

1322 yılında Pervaneoğullarının hâkimiyetlerinin sona ermesinden sonra Sinop’ta faaliyet gösteren Candaroğulları ilk dönemler Anadolu’daki işgal faaliyetleri devam eden İlhanlıların egemenliğinde kaldılar. Zaten bu süreçte Türkiye Selçuklu Devleti yıkılmış, Anadolu’da birçok beylik kurulmuştu. Bu, birbirinden bağımsız beyliklerin neredeyse tamamı bir müddet Moğol İlhanlıların hâkimiyetini tanımak zorunda kalmışlardı. Osmanlı Devleti’nin hakim bir güç olarak tarih sahnesine çıkana kadar her beylik kendi başının çaresine bakmak zorunda idi. Bu dönemde Sinop, kendilerinden önceki Pervaneoğlulları gibi denizcilik konusunda başarılı faaliyetler içerisinde olan Candaroğullarının hakimiyetinde bulunmaktaydı. Nitekim 1340 yılında Venedik, Ceneviz ve diğer milletlerden oluşan on iki kadırgalık bir deniz filosu Sinop’ta esir edildi. Bunun üzerine Ceneviz amirali Simon de Quarto silahla doldurduğu gemilerin yanına yirmi tane de küçük gemi hazırlattı. Fakat giriştiği mücadelede adamlarının çoğu öldürülmekle kalmayıp gemilerinin de büyük bir kısmı batırıldı. Cenevizliler ise tüm bu mağlubiyetlere rağmen Sinop’ta koloni kurma başarısına ulaşacaklardır. Nitekim Karadeniz’deki İtalyan kolonilerini gösteren 1351 tarihli bir “portülan”da Sinop üzerinde Ceneviz bayrağının dikildiği görülmektedir.

Bu deniz muharebesini yapan Candaroğlu İbrahim Bey’in Sinop’ta bıraktığı en önemli eser şüphesiz ‘İbrahim Bey’ ya da ‘Kale’ adıyla anılan camidir. 1380’li yıllara gelindiğinde Anadolu’da siyasi birliği sağlamak yolunda hızlı adımlarla ilerleyen Osmanlıların Candaroğullarının iç işleriyle yakından ilgilendiklerini görmekteyiz. Nitekim Candaroğulları hâkimi olan babası Kötürüm Bayezıd’a isyan edip Osmanlıya sığınan Emir Süleyman, aldığı yardımla beyliğin Kastamonu kısmını almıştır. Bütün gücüyle Sinop’a çekilen Bayezıd kısa bir süre sonra vefat etmiş ve bugün Alaeddin Camii içerisinde bulunan ve Candaroğulları ailesine ait olan türbeye gömülmüştür. 1402 yılına kadar Osmanlıya tabiiyetini bildiren Candaroğulları Yıldırım Bayezid’ın Ankara Savaşı’nda yenilmesiyle diğer bütün Anadolu beylikleri gibi Timur’a bağlanır.

Fatih Sultan Mehmet’le birlikte artık yükseliş dönemine giren Osmanlı Devleti, gerek Sinop’un ticari ehemmiyeti, gerek şehrin idarecilerinin her fırsatta Osmanlı’ya karşı bazı ittifaklar içerisine girmesi, gerekse de II. Mehmed’in en büyük rakibi olan Uzun Hasan’ın burayı almak istemesi nedeniyle bölgeye bir sefer tertip etmiştir. Osmanlı Devleti’ne karşı bazı uluslararası ittifaklara girmeye çalışan Candaroğlu İsmail Bey bu emeline kavuşamadan Sinop sahillerinde Osmanlı donanmasını görür. Fatih Sultan Mehmed, veziri Mahmud Paşa’ya yazdırdığı mektupta “Trabzon’a gemiler göndeririz.

Kerem ve lûtfedesiniz. Sinop’a varınca gemilerimizin her ne türlü ihtiyacı olursa onu padişah hatırı için dostluk ve muhabbet göstermek için onların işlerini görüveresiniz. Kaptana harç akçasını vermişizdir. Eğer yetişmezse padişaha Bakır Küresinden tayin olunan akçadan masraf ne ise edesiniz. Azaplar edepsizlik edecek olursa onların hakkından gelesiniz. Ta ki edepsizlik etmeyeler. Eğer her ne suretle idama müstahak olursa mecal vermeyesiniz. İdam dahi edesiniz. Benim gönlüm sana hoştur.” şeklinde yumuşak bir lisan ile yüz parça gemiyi Sinop’a gönderildi. İsmail Bey savaşmanın anlamsız olduğunu anlayınca 1461’de kaleyi Osmanlılar’a teslim etti.

Aslında o dönemde Karadeniz’in en müstahkem kalesi olan Sinop, kolay ele geçirilebilecek bir yer değildi. Halkondil’in verdiği bilgiye göre 400 topu 10.000 muhafız ve 2000 topçusu bulunuyordu.

Şehrin limanındaki gemiler arasında Napoli ve Aragon Krallığı’nın gemileriyle Venedik gemilerinden sonra en büyük gemi, 900 tonluk ağırlığıyla Candaroğullarına aitti. Osmanlılarda ise henüz bu büyüklükte bir gemi yoktu. İsmail Bey’in Sinop Limanındaki bu gemisi Osmanlı için bir numune olmuş ve benzerlerinin yapılmasına başlanmıştı.

Sinop donanmasının Osmanlı adına ilk icraatı Trabzon’un fethine ciddi olarak katkı sağlamasıyla ortaya çıkmıştır. Bu kadar müstahkem olmasına rağmen şehrin kuşatılması halinde büyük sıkıntılar yaşanacağını belki de hayatından olacağını bilen İsmail Bey böyle bir maceraya girmeden Sinop’u teslim etti. Sultan, beyin tüm hazinelerini, atlarını, develerini kısacası sarayında ne varsa koruması altına aldı ve bunları ona teslim etti.

Sonra şehirde idarî yapılanmayı tamamladı. Sancak beyi, kadı ve dizdar atayarak burayı tam anlamıyla bir Osmanlı mülkü haline soktu. Ayrıca şehrin ve kale surlarının derhal tamir edilmesini emretti.

Sinop’ta Candaroğulları dönemine ait olan diğer eserler arasında ise Arslan Camii 752 (1351), Fethi Baba Mescidi 754 (1353), Ulu Bey Mescidi ve Çeşmesi 760 (1358) sayılabilir.

Osmanlıların eline geçen Sinop, idari açıdan Kastamonu sancağına bağlı bir kaza haline getirildi. Özellikle devletin deniz gücüne çok önemli katkılar sağlayan tersanesi, şehrin sahip olduğu ve gemi yapımında kullanmaya uygun ormanlar nedeniyle her zaman dikkat çekmiştir. Karadeniz’in kuzeyine özellikle Kırım tarafl arına yapılan seferlerde üs konumunda olan Sinop, özellikle 17. yüzyılda Kazakların saldırılarına maruz kaldı. Fakat şehrin hafızasında en derin yarayı Rusların yaptıkları baskın açmıştır. Kırım Savaşı öncesi başlayan Osmanlı-Rus Savaşı sırasında fırtınadan dolayı Sinop Limanına demirlemiş olan Osmanlı donanmasının 12 gemisi, 1853 yılında yapılan ani bir baskınla yok edilmiştir. Savaşta 2700 civarında Osmanlı askerinin şehit olduğu ve yine Rus gemileri tarafından şehrin ağır topçu ateşiyle tarumar edildiği bilinmektedir. Sinop Müzesi yakınında bu faciayı anmak adına bir şehitlik yapılmıştır. Yine Sinop baskınında ölen şehitlerin ceplerinden çıkan paralarla tersane karşısında bir çeşme inşa edilmiştir.

NERELER GEZİLMELİ

Sinop Müzesi: Sinop şehri tarihi eser açısından Anadolu’nun en zengin ve çeşitli malzemesine sahip müzelerden biridir. Antik dönemden Cumhuriyete kadar hatıraların yaşatıldığı birçok yapı şehirde varlığını korumaktadır. Bu sebeple şehir içerisinde ilk gezilecek yer Sinop Müzesi olmalıdır. Türkiye’nin en bakımlı müzelerinden olan Sinop Müzesi yetkilileri şehirdeki arkeolojik kazılara da katılarak müzenin eser sayısını sürekli arttırmaktadırlar. Antik, Roma-Bizans dönemi tarihiyle ilgilenenler müze içerisini gezerken, Osmanlı ve Selçuklu dönemi meraklıları müzenin bahçesini turlayabilirler. Bahçede özellikle Osmanlı paleografya ve epigrafyasıyla ilgilenenler için yüzlerce mezar taşı ve kitabe sergilenmektedir. Müzenin aynı zamanda iyi bir para koleksiyonu bulunmaktadır. Müzenin bahçesinde Aynalı Kadın ya da Sultan Hatun adıyla bilinen ve içerisinde Osmanlı padişahı Orhan Gazi’nin oğlu ve Rumeli fatihi olarak adlandırılan Süleyman Paşa’nın kızı yatmaktadır. Candaroğulları arasında çıkan taht kavgasında Kötürüm Bayezid’e karşı onun oğlu Süleyman’ı destekleyen Sultan I. Murad bu desteğini yeğeninin kızını onunla evlendirerek kuvvetlendirmiştir.

Aslan Torun Konağı ve Etnografya Müzesi

Bir şehrin kültürü ve folkloru hakkında en geniş bilgiye o bölgenin varsa etnografya müzesinden ulaşabiliriz. Arkeoloji Müzesinin hemen üstünde olan Etnografya Müzesi bu anlamda çok büyük bir koleksiyona sahiptir. Kılıç, kalkan, zırh gibi ibtidai silahlardan, ateşli silahlara, yöresel araç gereçlerden kıyafetlere kadar zengin bir birimi olan müze muhakkak gezilmesi gereken yerlerden biri.

Sinop Kalesi:

Şehrin en eski yapısı kale surlarıdır. Surların yapımına, MÖ VII. yüzyılda Milet kolonizasyonu zamanında başlandığı, Pontus Kralı Mihridate zamanında şehrin etrafının surlarla çevrildiği, Roma-Bizans döneminde esaslı inşa gerçekleştirildiği, Selçuklu ve Osmanlı döneminde ise burçlar eklendiği bilinmektedir. Bugün yapılaşma nedeniyle hayli tahrip olan kale surları 3 metre genişliğinde yüksekliği ise 30-60 metre arasında değişmektedir. Uzunluğu ise 2 kilometreden fazladır. Birçok noktada kafeteryalara dönüştürülen surların üzerinden çayınızı yudumlarken şehrin manzarasını seyredebilirsiniz.

Sinop kalesi içerisinde bugün en çok tanınan yer ise bir bölümü eskiden hapishane olarak da kullanılan iç kaledir. Selçuklular zamanında yapıldığı tahmin edilen iç kale surlara bitişik ama kale içerisinde kale diyebileceğimiz bir bölümdür. Selçuklulara ait en eski işaretlere de burada rastlanır. Yüksek duvarlar üzerine yerleştirilmiş Selçuklu kitabeleri, o burçları sultanın isteği ile hangi beylerin yaptığını bildirmektedir. İç kalenin askerlik şubesi tarafında, bugün yine çay bahçesi olarak kullanılan bölümde de kitabeler bulunmaktadır. Bunların içerisinde hem Yunanca hem de Arapça olarak yazılmış çift dilli bir kitabeye de rastlanır. Epigrafi bilimi açısından hayli ilginç olan kitabe surlardaki simgeciliğin iki kültür tarafından paylaşılan bir olgu olduğunu göstermektedir. İç kalenin diğer tarafında ise meşhur birçok insanın bir dönem kaldığı Sinop’un eski cezaevi bulunmaktadır. Bugün bir dizinin de çekildi hapishane içerisinde gezdiğinizde duvarlardaki mahkûm yazılarından, hücrelerin ürkütücü durumundan insanın etkilenmemesi mümkün değildir.

Balatlar Kilisesi:

Ada Mahallesi’nde bulunan, Roma dönemine ait yapının, 7. yüzyılda Bizans döneminde kiliseye dönüştürüldüğü düşünülmektedir. 3.062 m²’lik bir alanı kapsamakta olan kilisenin duvarlardaki İsa, Meryem ve havarilerle ilgili freskler sürekli açıkta bulunduklarından dolayı tahrip olmuşlardır. Buna rağmen hala orijinalliklerini korumaktadırlar. Geçtiğimiz günlerde basında yer alan haberlere göre kilise içerisinde büyük bir arkeolojik kazı yapılacaktır. Geniş bir alana sahip kilisenin yapılacak kazıyla ilk hali ile ilgili daha net bilgiler verilebilecektir.

Eyle Bir Musanna‘ Mermer-i İbretnümâdır ki Sitayişinde Kerrubiyanlar Dahî Acizdir (Evliya Çelebi’nin Alaeddin Camii’nin çok beğendiği minberi hakkındaki düşünceleri.) Sakarya Caddesi üzerinde şehrin merkezinde bulunan Alâeddin Camii ve Pervane Medresesi yan yana bulunan iki Selçuklu eseridir. Bunlardan Alâeddin Camii, şehrin fethi sırasında Sultan İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılmıştır. Sinop’un tekrar Rumların eline geçmesiyle tahrip edilen camiyi Muinüddin Pervane 1267 yılında tekrar inşa etmiştir. Candaroğulları zamanında da tadilat geçiren caminin onarımını en son Sultan Abdülmecid yaptırmıştır. Türk camilerinden farklı olarak Artuklu sanatı göz önüne alınarak yapılan cami uzun saflaşmaya imkan verecek bir şekilde enlemesine yapılmıştır. Caminin kapıları üzerinde inşa ve tamir kitabeleri görülmektedir. Caminin bahçesinde kuzey-doğu köşesinde Candaroğulları ailesine ait büyük bir türbe vardır. Mezarların taşlarındaki süslemeler ve işçilik insanı hayrete düşürecek cinstendir. Türbe içerisinde dokuzu büyük biri küçük on sanduka vardır. Taşların hepsi mermerden yapılmış olup etrafları ayetlerle süslenmiştir.

Pervane medresesi:

Caminin hemen karşısında bulunan Sinop’ta ki tek medresenin kıbleye bakan tarafında beyaz mermerden yapılmış gayet sanatkarane yüksek bir kapısı vardır. Dikdörtgen biçimindeki avlusunda 16 hücre ve karşısında büyük bir eyvan bulunmaktadır. Medrese’nin cephe kapısı üzerindeki kitabesinden Sinop’un Selçuklu hükümdarı Keykavus b. Keyhüsrev devrinde fethedildiği fakat elli sene kadar sonra Rumlar tarafından zapt edildiği, 1263 yılında da tekrar kurtarıldığı ve fetih hatırası olarak da bu eserin inşa ettirildiği yazmaktadır. Kitabede Sinop’u Rumlardan geri alan, camiyi ve medreseyi tekrar inşa ettiren kişinin Muinüddin Pervane olduğu yazılıdır. Bugün turizme hizmet eden medresenin kuzey-doğu köşesinde küçük bir oda içerisinde denizlerdeki kahramanlıklarıyla tanınmış Peraneoğlullarının, mezarı bilinen tek temsilcisi Gazi Çelebi’nin kabri bulunmaktadır.

Seyyid Bilal -TayboğaTürbesi

Sinop’un doğu tarafında, şehre nazır bir noktada bulunmaktadır. Selçuklular zamanında Sinop şehrini Rum kuşatmasından başarılı bir şekilde kurtaran Çepni Türklerinin komutanı, aynı zamanda bu müjdeyi sultana ulaştıran kişi olan EmirTayboğa’nın yekpare mermerden kabri Cezayirli Ali Paşa Camii içerisinde bulunmaktadır. Gayet açık bir Selçuklu neshi ile kabrinin sağ ve sol tarafında ikişer satırlık kitabesi bulunmaktadır. Sandukanın bir yüzünde “Ey Tanrım, bu türbenin sahibi Yaş Bey diye anılan Hoca Ebubekir oğlu Oğul Bey oğlu Koçkad oğlu İlbasmış’ın oğlu Emir Tayboğa’yı mağfiretine mahzar et. Rahmetli Tayboğa’nın oğlu Emir Biklemiş 679 yılı (1280) Recep ayı tarihinde bu makamın imarını emretti.” Yazılıdır.

Aynı türbenin üzerinde mahalleye adını da veren Seyyid Bilal namında bir zat yatmaktadır. Hakkında ilmi kaynaklarda bilgi bulunmayan Seyyid Bilal, halk arasında ermiş bir kişi olarak bilinir. Buna göre 675 yılında Ömer b. Abdülaziz zamanında İstanbul kuşatıldığında Seyyid Bilal de Orta Asya’dan gönüllü erenlerle birlikte yola çıkmıştır. Fırtınalı bir havada Sinop’a sığınan Seyyid Bilal ve arkadaşlarına şehrin Bizans tekfuru askerleriyle birlikte saldırmış ve birçoğunu şehit etmiştir. Bugünkü hükümet konağının bulunduğu semtte başı kesilerek şehit edilen Seyyid Bilal, yere düşen başını koltuğu altına alarak bugünkü kabrinin oraya kadar gitmiştir. Hayretler içerisinde kalan tekfur ve adamları büyük bir pişmanlık içerisine düşmüşlerdir. Tekfur bir azizi öldürdüğünü düşünerek ona güzel bir kabir yapılmasını, kendi mezarını da onu ziyarete geleceklerin basıp geçeceği kapı eşiğinde oluşturulmasını istemiştir.

Cezayirli Ali Paşa Camii haziresinde büyük bir hazire de mevcuttur. Osmanlı dönemine ait olan bu mezarlık Sinop’taki en önemli kültür miraslarından biridir. Caminin diğer tarafında Candaroğlu ailesine ait olup hatunlar Türbesi adıyla anılan bir türbe vardır.

Şehirde tarihi bir binada gecelemeyi düşünüyorsanız, Osmanlı döneminde rüşdiye ve idadi olarak kullanılan Sinop Öğretmenevini seçebilirsiniz. Ancak özellikle yaz aylarında burada yer bulmak çok zordur. Elinizi çabuk tutmalısınız.

Bu yazı 2010 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 40. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yorum

  1. İl, Karadeniz ikliminin özelliği olarak, sık yağış aldığından zengin orman ve bitki örtüsüne sahiptir. Ormanlar hem zengin hem de çeşitlidir.Sinop ilinin ilçeleri; Ayancık, Boyabat, Dikmen, Durağan, Erfelek, Gezde, Saraydüzü ve Türkeli’dir.Sinop Karadeniz Bölgesinin ortasında Anadolu’nun en kuzeyinde, Boztepe Yarımadasının en dar kesiminde kurulmuştur. Karadeniz’in en güzel tabii limanlarından biridir. Bölgenin en eski şehirlerinden olan il, 3 üncü yüzyıl filozoflarından Diyojen’in doğum yeridir. Ormanlarla iç içe girmiş plajları şehri ziyaret edenlere inanılmaz güzellikler sunar.
    İLÇELER:
    Sinop ilinin ilçeleri; Ayancık, Boyabat, Dikmen, Durağan, Erfelek, Gezde, Saraydüzü ve Türkeli’dir.
    Ayancık : İl merkezine 62 km. uzaklıkta, ilin batısında yer alır. Gezip görülecek yerler arasında, İstefan Kaya Mezarları, Ayancık Kilisesi, İstefan Sulu Kilise, Demir Yolu, Çamurca Plajı, Akgöl, Ayancık Çamlığı, Ayancık Çarşı Camii, Yalı Hamamı bulunmaktadır.
    Boyabat : İl merkezine 94 km. uzaklıktadır. Gezip görülecek yerler arasında Boyabat Kalesi, Salar Köyü Kaya Mezarı, Göynühören Köyündeki Ambarkaya Mezarı, Dodurga Köyündeki Resimli Kaya, Arımkaya Tüneli ve Kaya Mezarı bulunmaktadır. Kalebağı, Topalçam, Bürnük piknik yerleridir.
    Durağan : İl merkezine 121 km. uzaklıktadır. Tarihi itibariyle çok eskilere dayanır. Gezip görülecek yerler arasında, Durakhan (Kervansaray), İsmail Bey Cami, Yağbasan Türbesi, Ambarkaya Mezarı, Terelek Kaya Mezarı, Buzluk Mağarası bulunmaktadır.
    Saraydüzü : İl merkezine 115 km. uzaklıktadır. Önceki adı Kızıloğlan ilçenin adı daha sonra Saraydüzü olarak değiştirilmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir