Perşembe , 28 Mart 2024

Doğa Fotoğrafçılığına Farklı Bir Yaklaşım

“Niçin küçülüyor eşyâ uzakta?Gözsüz görüyorum rûyâda, nasıl? Zamânın raksı ne, bir yuvarlakta?” – Necip Fazıl

“Manzara fotoğrafı bir fotoğrafçı için en büyük testtir; bazen de en büyük hayal kırıklığı.”  – Ansel Adams

Doğa-manzara fotoğrafçılığı ile ilgili tartışmalara bizatihi doğanın ne olduğu ile ilgili tartışmalarla başlamak gerekir. Çünkü bilhassa batılı insanın üzerinde görüş birliği sağlayamadığı hususlardan en önemlisi tabiatın ne olduğu veya ne olmadığı hususudur..

gezgindergi-doga-doga-fotografciligina-farkli-bir-yaklasim (1)
Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz

Bacon’ın “boyun eğdirdiğimiz tabiata egemen oluyoruz” tezinden bu tarafa Rönesans ve Modernite için tabiat, insanın düşmanıdır ve kontrol altına alınması gerekmektedir. Her ne kadar bazı panteistler tabiatın canlılığı ve tanrısallığı bağlamında buna karşı çıkıyor gibi görünse de egemen ve galip olan görüş Bacon’ın görüşü olmuştur. Batılı insan tabiatı “ehlileştirilmesi” ve “uygarlaştırılması” gereken bir düşman ve yaban olarak görmüşlerdir.

Nitekim bu tartışmaların sanat ve kültür alanına yansımaması mümkün değildi. Rönesans’tan bu tarafa modern san at tabiatın düşmanlığı ana ekseni üzerinde gelişmiştir. Tanrı kovulmuş, insan Tanrısallaştırılmış ve Tanrı ile İnsan arasında berzah olan tabiat ise “dünyevileştirilerek-sekürleşleştirilerek” barbarlığından kurtarılmış, ehlileştirilmiştir. Bunun içindir ki bir batılı için bizatihi tabiatın kendisi hiçbir anlam ifade etmez. Bizatihi tabiatın kendisi bir can taşımaz, bir can taşımadığı için de bir anlam ifade etmez..

Hümanite-Rönesans-Modernite ekseninde tabiatın “Tanrısı” olan insan kendisinin izinin olmadığı bir tabiatı her zaman vahşi ve barbar olarak nitelemiştir. Bana göre fotoğraf veya resim ekseninde insansız resim ve fotoğrafların “keşke bir insan ve canlı unsuru olsaydı” diye başlayan yargıları ve cümleleri bu tarihsel arka plana ve bilinçaltına dayanır. Çünkü insan tabiattan, tabiat insandan soyutlanarak birbirine yabancı iki unsur haline getirilmiş ve bu algı son 500 yıla yayılmıştır.

gezgindergi-doga-doga-fotografciligina-farkli-bir-yaklasim (4)
Bu bağlamda fotoğraf ekseninde düşünecek olursak, özellikle oryantalist bakış açısı dediğimiz tarz, gerek insana gerekse tabiata aynı biçimde bakmış, hem tabiatı hem de insanı indirgemeci bir yaklaşımla tanımlamış yeniden “yaratmış”tır. Rönesans ve Batı insanının tabiatı bir “vitrin” haline dönüştürme çabası onu tüketme ile doğru orantılıdır. Çünkü tabiat, manzara veya doğanın herhangi bir parçası, kuşatılabilir, tanımlanabilir, sergilenebilir bir konumdadır. Bir ağaç veya çiçek evde saksıya sığdırılırken, bir deniz veya göl akvaryuma, bir dağ veya tepe makete sığdırılıp evin herhangi bir köşesine taşınabilir. Dolayısıyla tabiat, tabiatın ötesinde bir anlama sahip değildir.

Oysa tabiatla aidiyet ilişkisi olan bir insan için tabiat kendinden farklı bir şey değildir. İnsan kendisinin ötesinde bir varlıktır. Tıpkı kendisi gibi tabiat da varlığının ötesinde bir anlama sahiptir. Tabiat veya ondaki her unsur bir ruh taşır, canlıdır ve canlının muhatap olduğu her şeyle karşı karşıyadır.

Tabii olarak eşya ve hadiseleri bir tecelli olarak gören insanla, onu kendisi için sadece bir araç olarak gören insan arasında, anlama ve ifade etme bakımından çok büyük farklar olacaktır. Nitekim bu yazısına, fotoğrafına, resmine, bestesine yansıyacaktır.

Fotoğraf ekseninde düşünürsek; tabiata oryantalist bakış açısının ötesinde farklı bir gözle bakabilir miyiz? Bizim iddiamızda budur: Paradigmaları, metodolojisi farklı olan bir insan bunu idrak edebilir. Yani tabiata modernitenin dayattığı tekçi ve totaliter bir bakış açısı ile bakmak zorunda olmadığı anlayan insan söz konusu tabiatta daha farklı şeyler görecek, görmeye başlayacaktır.. Meselenin halli oryantalist bakış açısının tek, zorunlu ve alternatifsiz olmadığını kabul etmekle başlayacaktır.

Nitekim “yarabbi bana eşya ve hadiselerin hakikatini göster” diyen bir muhayyile tabiatı farklı algıladığı gibi tabiatta da farklı şeyleri görür.. Bir köpek leşindeki güzelliği ondan gelen pis kokuya tercih eden yine aynı muhayyiledir. Kıyamet günü bile olsa elindeki ağacı dikmesini söyleyen tasavvur aynı tecellinin ve bakış açısının sonucudur. Dolayısıyla tabiatın fıtratını bozan tasavvura karşı, tabiatı bir mana ve ruh ekseninde ötesi olan ve bir başka dünyanın geçişi olarak niteleyen tasavvur fotoğrafta da farklı şeyler görecek ve ortaya farklı şeyler çıkaracaktır.

gezgindergi-doga-doga-fotografciligina-farkli-bir-yaklasim (3)
Ancak son birkaç on yılda fotoğrafın belli bir kesimden toplumun çeşitli katmanlarına kadar inmesine rağmen, oryantalist bakış açısında herhangi bir değişiklik söz konusu değildir. Hatta aksine söz konusu bakış açısı tabana kadar yayılmasını sürdürmektedir. Bir anlamda tabiatın turistikleştirilmesi ve tabiata turistik bakış sıradan insanları bile etkisi altına almakta ve tabiatın sadece bir görüntüden ibaret olduğu algısı bu insanların muhayyilesine yerleşmektedir. Daha da tehlikesi tabiata kapitalistçe bir bakış söz konusu insanların tasavvur dünyasına egemen olmaktadır. Çünkü egemen olan bakış açısına göre tabiat ekonominin bir unsuru olduğu anlamda önemlidir. Bundan dolayı da tabiat bir “görüntü” haline getirilir, “vitrinleştirilir” ve tüketen, para harcayan insanlar tarafından “seyredilir”..

Şüphesiz bunun evrimci ve ilerlemeci tarih anlayışı ile bağlantısını kuramadığımızda hiçbir anlam ifade etmez. Çünkü bu bakış açısına göre de tabiat ilkel ve vahşidir ve onun da kendi içinde bir evrimi söz konusudur. Barbar olan tabiat evrimini tamamlayacak, teknolojinin ve modern insanın aksesuarı ve görüntüsü haline gelecektir. Tabiatı bu gericilikten kurtarma çabası ile insana bakış açısının aynı olması gözden kaçırılmamalıdır.

Rönesans’ın tabiata bakış açısını değerlendiren Berger’in “görünenler dünyası seyirciye göre bir zamanlar evrenin Tanrı’ya göre düzenlendiği biçimde düzenlenmiştir” yargısını çok iyi anlamak gerekir. Sontag’ın da yerinde tespit ettiği gibi, insanı ve onun rasyonel aklını hakikatin merkezine koyan modern bakış açısı, tabiatı “ilkelliğinden ve barbarlığından” soyutlayarak bir görüntü haline getirirken, aslında yok ettiği kutsalların, dinlerin, inanma biçimlerinin yerine, tıpkı onlara benzer biçimde yeni kutsallar üretiyor, yeni inanma biçimleri ortaya koyuyordu. Tanrı kovulmuştu.. Onun yerine üstün insan ya da insanımsı tanrılar oluşturulmuştu. Tabiat bağlamından kopartıla¬rak görüntülerden oluşan efsunlu, büyülü kutsallar haline getiriliyordu. Sontag’ın dediği gibi “inançsızlık çağı görüntülere bağlılığımızı daha da kuvvetlendiriyordu”..

gezgindergi-doga-doga-fotografciligina-farkli-bir-yaklasim (2)
Dini, geleneği, mitolojiyi bir yanılsama olarak kabul eden modernite aslında bizatihi bir yanılsamalar silsilesi üzerine kuruyordu anlam çerçevesini ve oluşunu. Tıpkı insan gibi tabiat da mekanizmin kısır döngüsüne giriyor ve makineleşiyordu. Sanal olan ile hakikatin ince çizgisi kayboluyordu. Sanal olan, görüntü, geçici gerçekliğin, hakikatin ve tezahürün yerini alıyordu. Dolayısıyla bu bağlamda tabiata bakan insanın tabiatla bir aidiyet ilişkisi ve ilgisi kalmıyordu.

Nitekim üretilen söz konusu kutsallığa Batı’da da dikkat çeken aykırı insanlar, cins kafalar vardır.. Burada Walter Benjamin’in Alp Dağları bağlamında söylediklerini aktarmakta yarar var: “İnsan dağa ne kadar bakarsa baksın dağ görkemini ve kendine has güzelliğini korumaktadır. Fakat aynı dağa, konumsal bir yararlılık olarak, bireylerin tek başlarına keyfine varmak istedikleri, doğaya yönelik bir kutsal yer olarak bakılabilir. O zaman, vurgunun yalnızlığa, mahremiyete ve bakış nesnesiyle kişisel, yarı-tinsel bir ilişkiye yapıldığı romantik bir turist bakışı biçimi ortaya çıkar”. Barthes bu bakış açısının Guide Blue’de bulunmasıyla ayırt eder: Dağların bu burjuvaca tanıtılmasının, bu eski Alp söylencesinin….sadece dağların, koyakların, geçitlerin ve akarsuların….bir çaba harcama ve yalnızlık ahlakını cesaretlendirdiğinden söz eder.

Yani tabiata hakikat penceresinden bakmayan, tabiattaki tecelliyi göremeyen, kutsalını ve kutsalla olan gerçekliğini yitiren bir insan, bir süre sonra tabiatı görüntüleştirerek, kadraj sınırlarında tabiatı modern bir biçimde kutsamaya ve onu bir “dinsel” öge haline getirmektedir. Bu biçimde kutsallaştırılan tabiat aslında kutsal değil, rasyonel ve sekülerdir. Bağlamından ve anlamından kopuktur. Ruhu yok edilmiş, ona ruhunu yok edenler tarafından yeni bir anlam, yeni bir tanım yeni bir ruh verilmiştir.

Aslında tabiatın görüntü ve vitrin haline getirilmesi, en başta söylediğimiz Bacon’un sözü ile doğru orantılıdır. Çünkü tabiata hakim olunmaktadır. Nitekim en başta fotoğraf olmak üzere pek çok görsel ve güzel sanatlar alanının batılı burjuva aristokrat çevrenin ihtiyaçları ve dünya görüşleri ile ilişkisi göz ardı edilmemelidir. Ve hatta maalesef bu durum bizim gibi doğulu ülkelerde hala yeterince ele alınıp sorgulanmamıştır bile.. Nitekim John Urry’nin yerinde tespit ettiği gibi: “Batıdaki herkes şimdi görsel tüketime katılma, dünyadaki herhangi bir yerden peyzajlar edinme ve onları fotoğraf olarak belleğe kaydetme hakkına sahiptir”..

Burada işin bir başka trajik ve paradoksal yanına da değinmek gerekmektedir. Batıdaki bu mantaliteye karşı zaman zaman tepkisel hareketlerin çıktığını da görmekteyiz. Ancak söz konusu bu tepkisellikler süreci daha da mı motive etmektedir yoksa gerçekten sürece onurlu ve soylu bir karşı duruş mudur çok iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Nitekim bizim ülkemizde de ağaçları korumak için ciddi görselliği yüksek tepkiler gösteren bir takım dernekler, sivil toplum örgütleri, ormanlar katledilirken seslerini hiç çıkarmamaktadırlar. Yani bütünü göremeyen insanlar, yine kutsal üretme ve tatmin duyguları bağlamında muhalefet geliştirmekte ve aslında söz konusu süreci daha da motive ederek meşrulaştırmaktadırlar..

Sonuç olarak tabiat hakikatin bir görüntüsüdür. Dolayısıyla o aynı zamanda bir ibret alma, mana ile ilgili bir bilgi sahibi olma yeridir. İnsanın hakikate geçişindeki en önemli geçit “berzah”tır. Batılının tabiatta ürpertisi korku ve kaygı ile ilgilidir. Oysa doğulunun tabiatta ürpertisi bir hayranlıktır.. Hatta öyle ki şaştığında bir Müslüman tepki getirirken, geleneksel inançları doğrultusunda bir başka doğulu Tanrının tecellisini görür ve hatta Tanrıyı onun şahsında müşahhaslaştırır. Çünkü doğulunun tabiatta gördüğü görüntüden başka bir şeydir.

Fotoğrafın arka planı fotoğrafçının zihniyet dünyasıdır. Fotoğrafçı ne ise fotoğrafı da o olacaktır. Modernitenin bütün acımasızlığına ve totaliterliğine rağmen eşya ve hadiselere farklı bir bakış olduğu imkânına sahip bir fotoğrafçı tabiatı fıtratına uygun olarak görecek ve bunu eserlerine yansıtacaktır. İşte fotoğrafta ruh ve anlam dediğimiz şey tam da budur.

Bu yazı 2014 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 89. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir