Perşembe , 18 Nisan 2024

Erciyes’in Evliyaları

Dağ ermişsiz-evliyasız olmaz.. Filozofların daha çok deniz kıyılarını, peygamberlerin ve velilerin ise dağları tercih etmeleri tesadüf değildir. Çünkü dağ erilen yerdir, çıkılan yerdir, ulaşılan makamdır.

Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz

Ulu’dur, yücedir, yüceltir. Bundan dolayıdır ki gezdiğiniz her dağ aynı zamanda bir ulu erenin mekanıdır. Ya zaviyesi vardır, ya tekkesi veya mezarı..

Aramakla Bulunmaz Ama Bulanlar Hep Arayanlardır…

Dağ sığınılan yer olması itibariyle Rabbin şefkatini ve merhametini temsil eder. Dağa sığınıp kendini arınmış tutan veya Rabbinin rahmetiyle donanan veli, halkın arasına indikten sonra rahmet saçar. Kelimeleri artık Rahmanın nefesidir. O artık hikmet penceresinden bakan bir ermiştir.. Dağ bir kucaktır, bir gönüldür. Rahmanın nefesi, merhameti, azametidir aynı zamanda.. Dağ gönüllü olmak veliler için kullanılır; çünkü merhamet onların en temel niteliğidir. Onlar bir dağın kucaklaması, sarıp sarmalaması gibi kucaklarlar insanı. Dağın yüceliği ve güven boyutu onlarla mücessem hale gelir.

Dağı gezmeyi sadece piknik boyutunda veya turistik bir gezi olarak telakki etmiyorsanız, dağ sizinle rüzgarıyla, çiçeğiyle, kuşlarıyla, pınarlarıyla konuştuğu gibi, erenleri, ermişleri ile de konuşur. Evliya Çelebi muhtemelen bu türbeleri, evliya mezarlarını bildiği için Erciyes dağına ricalü’l gayb makamı dedi. Dolayısıyla insan dağla konuşurken cansız dediğimiz kayalarla taşlarla konuşmaz. Dağda dağlaşan adamlarla konuşur. Evliya aslında dağlarda dağlaşan adamlardır..

Seyahatnameyi okuduğumda en çok ricalü’l gayb tanımlaması dikkatimi çekmişti. Çünkü erenlerin, evliyaların toplanma merkezi olarak niteliyordu Evliya Çelebi Erciyes’i.. Bu bilinçle Erciyes merkezli her gezimde hem Erciyes’in tecellilerini fotoğraflarken hem de Erciyes’in eteklerine serilmiş bu evliya mezarlarını ziyaret etmeye başladım. Haklarında bilgiler topladım. Deştikçe mana ikliminden esintiler daha da artmaya başladı.. Eğer bir evliya sizi Peygamberimize götürmüyorsa, evliya değildir zaten. Bu anlamda onlar risaletin nefesini dağlara getiren insanlar değil miydi zaten..

Şem’un el Gazi, Şeyh Şaban, Omuzu Güçlü ve Ahmet Kumari mekan olarak Kızılören-İncesu-Sultan Sazlığı bölgesine düşer. Hatta Kızılören üzerinden yapılacak bir yolculukta Ahmet Kumari’den başlayarak yol boyu sıra ile hepsini bir günde ziyaret etmek mümkündür. Kızılören’de evliya diye sorduğunuzda tarif ettikleri yer Ahmet Kumari’nin türbesidir. Erciyes’i gören ve bir vadiye bakan türbenin devamında Bozdağ’ın eteğinde Omuzu Güçlü hazretlerine ulaşırsınız. Oradan eski Şeyh Şaban köyüne yapacağınız kısa bir yolculukla önce köyün içindeki Şeyh Şaban’a ve arkasından da köyün yamacındaki evliya tepesindeki Şem’un el Gazi’nin türbesine ulaşmak mümkündür.

Ahmet Kumari veya Şeyh Kumalı

Moğol katliamından kaçarak 13.yy ortalarına doğru Kızılören Kasabası havalisine yerleşen es-Seyyid Muhammed el- Kadiri hazretlerinin kabilesine mensub olan Şeyh Seyyid Ahmed Kumari Hazretleri M.1400-1490 (H. 800-900) yılları arasında o gün Kara Kilise bugün ise Boyun Kilise içi denilen yerde (Armutluk mevki’de) yaşamış ve vefatını müteakip Kızılören’in güneyindeki Gökdağı eteklerinde şeyhliğinde bulunduğu zaviyesi yakınlarına defnedilmiştir.

Şeyh Ahmed Kumari hazretlerinin vefatına müteakip kabri üzerine bir türbe inşa edilmiş ve bu türbeye çeşitli meşrutalar bina edilmiştir ve yine bugünkü Armutluk ve çevresinde bulunan bazı tarlaların gelirleri de bu tekke ve bu türbenin giderleri için vakfedilmiştir.

Şeyh Seyyid Muhammed el-Kadiri’nin torunları yörede Karakilise olarak bilinen Romalılardan kalma kiliseyi tekkeye çevirerek insanları irşada başlamış, Şeyh Ahmed Kumari Hazretleri de zamanla bu tekkeye şeyh olmuştur. Bu kadiri tekkesinde daima meskun kimseler bulunmakta idi. Halkın irşadı için çalışan Şeyh Ahmed Kumari Hazretlerinin tekkesine ait çeşitli vakıf gelirlerinin olduğu ve arşivlerde kayıtlı olduğu belirtilir.

Şeyh Ahmed ve Şeyh Mehmet isimli kimseler M.1440 tarihinde yine bu zaviyede hizmet görmüşler ayrıca bu kimseler ve aileleri padişahın fermanıyla avarız vergisinden muaf tutulmuşlardır. Şeyh Ahmed Kumari’nin vefatından sonra kimlerin tekkenin şeyhliğinde bulunduğu, kesin olarak tespit edilememiş ise de yine arşiv vesikalarından Şeyh Ahmed’in veya Şeyh Mehmet’in veya Şeyh Budak’ın veya Kızılören’de yaşayan diğer bir Şeyh Ahmed’in tekkenin başında bulunduğunu öğrenmekteyiz. M.1698 (H.1110) tarihinde Şeyh Ahmed Kumari Tekkesinde Hacı Abdi isimli biri ve ondan sonra ise M.1708 (H.1115) senesinde Seyyid Üveys isimli diğer bir kişi tekkenin şeyhliğinde bulunmuştur. Ayrıca Seyyid Hazretlerinin vakfının kayıtlarından Seyyid Ahmed Kumari Hazretlerinin çocuklarının vakfın tevliyetinde bulunduğunu ve buradan hisse aldıklarını öğrenmekteyiz.

Zamanla Şeyh Ahmed Kumari Hazretlerinin kabri hariç türbesi, tekkesi, bunların meşrutaları ve vakıf arazileri ortadan kalkmıştır. Hakkında rivayet edilen kerametlerden biri şu şekildedir; Seyyid Ahmed Kumari Hazretleri, tarlasını sürerken rivayete göre ormandan gelen bir Arslan’ı çifte koşardı. Yaklaşık 500 yıldır yöre halkı darda kaldıklarında, kuraklığa ve salgın hastalıklara müptela olduklarında, ihtiyaçlarının karşılanıp dualarının kabul edilmesi için onun kabrine gidip dua ederler. Hazretin adının halk arasında Kumarı olarak anılmasına karşın aslen Kumalı olduğu düşünülmektedir. Kumalı Hazretlerinin hangi tarihte yaşadığı tam olarak bilinmemesine karşın halk arasında anlatılan Merzifonlu Kara Mustafa Paşa ile olan menkıbeleri göz önüne alındığında 1600’lü yıllarda yaşamış olduğu kanaatine varılmaktadır.

Hakkında anlatılan menkıbelerden bazıları şunlardır:

Merzifonlu Kara Mustafa Paşa bilindiği gibi ordusuyla bir ara İncesu’ya uğrar ve burada bir cami, kervansaray, han, hamam ve saire dükkânlardan oluşan güzel bir külliye yaptırır. Bir ara ordusu ile şimdi saz diye bahsettiğimiz geniş düzlüğe gelir ve burada Kumarı Hazretlerine bir haber salarak:

Şeyhim bu gün ordumun tüm iaşesi sana aittir der. Zira o zamanlar tüm Karataş nahiyesi Kumarı Hazretlerine dirlik olarak verilmiştir. Kumarı Hazretleri eline bir uruplağa bulgur, bir kaşık yağ, biraz tuz, birazda baharat alarak ordunun yanına gelir. Elindekileri gören Paşa:

– Sen bizle alay mı edersin şeyhim neye yetecek o elindekiler diye çıkışır. Şeyh ise:

– Siz orasına karışmayın kazanları kurun Paşam! der. Kazanlar kaynamaya başlar Şeyh Hazretleri kazanların başına geçer, elindekileri Yaradan’a dua ederek kazana atar. Onca kazanda sular kaynar, yemekler pişer tüm orduya verilir ancak hazretin getirdiği bir uruplağa bulgur hala tükenmemiştir. Kara Mustafa Paşa artık şeyhdeki sırrı anlamış erenlerden olduğunu sezmiştir. Ona keramet göstermesi için bir dilekte daha bulunur. Şeyhim der: – Benim atım yalnızca filik arpa yer bana bu arpadan bulabilir misin? der. Filik arpa baharda büyüyen yeni başak veren arpa demektir. Mevsimse güz olduğu için bu arpayı Türkiye’de bulmak imkânsızdır esasında. Şeyh hazretleri buna da peki, der ve: – Biraz bekleyin getiriyorum paşam! diyerek ayrılır. Aradan biraz zaman geçtikten sonra ise elinde birazcık arpa ile gelir atın önüne atar. Bu azıcık arpadan tüm atlar yer ancak yine de arpa tükenmez. Şeyhteki keramete hayran kalan Paşa: – Şeyhim arpayı getirdiniz ama çok oyalaştınız, diye sırra vakıf olmak ister. Kumalı Hazretleri ise :

– İnsaf Paşam! Filik arpa bu mevsimde yalnızca Şam’da bulunuyordu, oradan getirdim, diye gülümseyerek karşılıkta bulunur.

Omuzu Görzlü (Omuzu Güçlü)

Kayseri’nin İncesu İlçesi, Sırtma Köyü sınırları içinde Evliya Dağı’nın yakınlarında, Bozdağ’ın eteklerindedir. Eren’in Horasan Eri akıncılarından olduğu, Haçlı Seferlerine katıldığı ifade edilmektedir. Burası değişik niyet ve maksatlarla ziyaret edilir. Diğer ismi Omuzu Güçlü olan evliyanın çok iyi sapan attığı ve türbesi ile alay edenleri çarptığına inanılmaktadır. Adının halk arasında Omuzu Güçlü diye bilinmesine karşın, gerçekte ise savaşlarda gürz kullandığı için “Omuzu Gürzlü” olduğu düşünülüyor. Tahminen zamanımızdan 900 yıl önce yaşamıştır. Kendisi Selçukluların Anadolu’yu fethedip Müslümanlaştırdığı Türk fetihleri esnasında Orta Asya’dan büyük göçle gelen, binlerce erenlerden biri olmalıdır. Hem Veli hem de Akıncıbaşı olarak kabul edilen Omuzu Gürzlü I. Haçlı seferi sırasındaki savaşlara katılmıştır. Bundan dolayı da Selçuklular tarafından vefat ettiği yere türbesi yapılmıştır.

Onunla ilgili bir başka rivayet ise Erciyes’in İncesu tarafındaki Tekke dağında yatan Turasan Hazretlerinin kardeşlerinden biri olduğuyla ilgilidir.

Rivayete göre Turasan hazretlerinin 7 kardeşi vardır ve bunlardan ikisi Omuzu Gürzlü ve Şeyh Şaban’dır. Onun hakkında anlatılan menkıbelerden bazıları şunlardır; Rivayete göre Hazret, sürekli kâfirlerle savaş halindedir. Bu savaşlar sürerken bir ara savaş dönemi sona erer ve şeyh düşman kralının kızı ile evlenir. Müslüman olmuş görünen bu kadın esasında hala kâfirdir ve ona tuzak kurma maksadıyla gönderilmiştir.

Kadın, Şeyh Hazretlerini birkaç kez namaz kılarken urganla, zincirle bağladığı olur fakat hazret namazdan sonra kollarını açtığı zaman zinciri, urganı velhasıl tüm bağları bir çırpıda kırar. Bu duruma bir anlam veremeyen kadın:

– Ey Şeyh sendeki güce hayran olduğum için bunları yapıyorum acaba senin kıramadığın, gücünün yetmediği bir nesne var mıdır? diye sorar. Omuzu Güçlü Hazretleri de:

– Ben yalnızca saçımın teli ile bağlanırsam onu kıramam, der.

Eşi onu bir gün namaz kılarken saçının teli ile bağlar ve akrabası olan düşmanlara haber salar. Zaten su uyur düşman uyumaz misali tetikte olan düşman, gelip elleri bağlı olan Omuzu Gürzlü Hazretlerine saldırır. Elleri bağlı olduğu halde uzun süre küffar ile savaşan eren o zamanlar dik ve yüksek bir dağ olan Bozdağ’a doğru kaçmaya başlar. Kaçarken düşmanın iyice yaklaştığını görünce “Yetiş Bozdağ!” diye gürler. Allahın izni ile keramet gösterir ve o zamanlar dikine ve yüksek bir dağ olan Bozdağ düşmanların üzerine doğru yıkılır, böylece bir kısmı ölür. O yüzden bu gün Bozdağ’ın, yakınlarda ki diğer dağlar gibi dikine bir dağ olmayıp yayvan bir dağ olduğuna inanılır. Neyse Şeyhin kerameti ile o gün birçok kâfir ölür, büyük veli de kurtulur.

Pek çok kerametinden söz edilen Omuzu Gürzlü (aynı hikaye benzer biçimde Şem’un el Gazi için de anlatılır) ile ilgili bir hikayeyi de yöre insanlarından dinledik. Bozdağ’ın aşağısında bulunan Yavaş köyünün ismini merak ettiğimizde bir köylü bize bu hikayeyi anlattı. Rivayete göre o bölgede kötülükler, hırsızlık, zina vb. gayr-ı ahlaki davranışlar çoğalmış ve buna öfkelenen Omuzu Gürzlü orada bulunan bir oda büyüklüğündeki kayayı kaldırıp ileriye doğru fırlatmış. Öğrencilerinden biri, eyvah demiş bu kaya oradaki tüm insanları helak eder, masum insanlar, çocuklar da ölür deyince, bunu duyan Omuzu Gürzlü kayaya “yavaş” demiş ve kaya olduğu yere düşmüş. İşte bundan dolayı o bölgeye Yavaş adı verilmiş..

Onunla ilgili bir başka hikaye de şöyledir: Seferberlik sırasında oraya birkaç eşkiya gelerek türbeye sığınır. Aralarından biri velinin uzun sandukasını görünce (çok uzundur ve yaklaşık 4 metredir) elini üzerinde gezdirerek “bu kadar boyun varsa vebalim boynuna mı” der ve adeta onunla alay eder. Çok geçmeden bu sözleri söyleyen eşkıyanın sandukaya dokunan eli diğer bir eşkiya tarafından kesilir. Türbenin kapısının hemen önünde tek parça halindeki düz ve uzun taşlar mevcuttur. Bu taşların aşınan yerlerinin Şeyh’in secde izleri olduğuna inanılır. Yine burada bugün halk arasında ‘’Günah Deliği’’ diye bilinen bir bölme daha vardır ki, içeri girebilmek için iyice eğilip girmek gerekiyor. Halk buradan eğilip girenlerin günahlarının bağışlandığına inanır. Pek çok sebep için ziyaret edilen türbe’de her yıl Kadiriler tarafından Omuzu Gürzlü hatırlanır ve zikirler yapılır. Şeyh’in Kadiri olduğuna inanılır.

ŞEYH ŞABAN

Şeyh Şaban Hazretlerinin türbesinin bulunduğu köydür. İsmini Şeyh Şaban’dan almıştır. Eski köy bugün hemen hemen terkedilmiş durumdadır. Eski Evliya Dağı’nın eteğindedir. Köyde Roma havuzu diye bilinen su havuzu, Şeyh Şaban’ın mescidi ve türbesi vardır. Mezarlığından çok eski bir köy olduğu anlaşılmaktadır. Türbenin kitabesi olmadığı için yaşadığı zamanla ilgili herhangi bir bilgi mevcut değildir. Ancak daha önce de belirttiğimiz gibi Turasan Hazretlerinin kardeşlerinden olduğu kabul edilirse 1200-1300 yıllarında yaşadığı kabul edilmelidir.

ŞEM’UN EL GAZİ

Eski Şeyh Şaban köyünde bulunan Evliya Tepesinde bulunan türbenin Şem’un el Gazi’ye ait olduğuna inanılır. Evliya Tepesi Erciyes’in etrafındaki en muhteşem mevkilerden birisidir. Arkasını Erciyes’e dayamış önünde Sultan Sazlığı, tam karşısında ise Aladağlar ve Demirkazık görünür. Şem’un el Gazi hakkında çok farklı rivayetler vardır. Hz. Musa’nın Mısır’dan ayrılıp Sina’ya geçişinden sonra kavminin bir kısmı Ürdün’e gitmiş, diğer bir kısmı ise Anadolu’ya gelmiştir. Şem’un el Gazi o dönemde Anadolu’ya gelenlerdendir.

Peygamber midir yoksa bir evliya mıdır, kesin olarak bilinmiyor. Doğumu ve vefatı ile ilgili bir bilgide mevcut değildir Bir başka rivayette Hz. İsa’dan (a.s.) sonra dünyaya geldiği, onu Hz. İsa’nın emanetçisi olarak kabul edenler olduğu gibi, 3. Veya 4. Yüzyılda yaşadığını söyleyenler de vardır.

Hz. Peygamberimize atfedilen bazı rivayetlerde de ismi geçer ve Kadir suresi ve Kadir gecesi ile ilişkilendirilir. Bugün Şem’un el Gazi’ye Kadirilerin sahip çıkması ve her yıl türbesinde törenler yapması bununla ilgili olmalıdır.

Peygamberimiz (sav), ashabına bir gün, İsrâiloğulları’ndan bir kişiyi anlatmıştı. Bu zât (ki o Şem’ûne’l-Gâzî’dir), bin ay Allah yolunda silâh kuşanarak cihâd etmiş, gecelerini de ibadetle geçirmişti. Müslümanlar hayretler içinde kalarak ona gıpta ettiler/imrendiler… ‘Keşke bizim ömrümüz de onunki gibi uzun olsaydı da, biz de din uğruna Allah için cihad etseydik’ dediler. Bunun üzerine Allah Tealâ, Ümmet-i Muhammed’e olan lûtuf ve merhametini beyan etmek üzere Kadir Sûresi’ni inzal edip; ‘(Size Kur’an’ın indirildiği) Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır’ buyurdu.

Bir başka kaynakta ise, şöyle denilmektedir:

Rum beldelerinden bir beldede ismine Şem’ûn bin Mesih denilen bir zat vardı. Bu zat, İncil ehlindendi. Annesi onu Allah yolunda hizmet etmesi için nezretmişti. Kavmi putlara tapıyordu. Şem’ûn’un evi, şehrinden uzak bir yerdeydi. Şem’ûn, Allah-u Teala’yı inkâr eden, putlara tapan, sapık kavmi ile cihad edip, onları Allah’a imana çağırıyordu… Tek başına yaptığı mücadelelerde- savaşlarda çok ganimet elde ediyordu… Savaşırken susadığı zaman Allah onun için bir taştan gayet leziz bir su akıtırdı. Bu su, o içip kanana kadar akardı… Kendisine büyük bir güç ve kuvvet verilmişti.

Ana hatlarıyla vasıflarından/özelliklerinden söz ettiğimiz bu mübarek zatın Erciyes‘in batısında bulunan ve bugün adı “Evliya Dağı” diye anılan bir dağda yaşadığı rivayeti yaygındı. Çevre halkın arasındaki adı, “Şem’ûn el-Gâzi”dir. Hatta XII. asırda Anadolu’ya gelen Selçuklular onun mezarının üzerine güzel bir türbe yaptırmışlardır. Çevreden derlenen hayat hikâyesindeki benzerlik, peygamberler tarihinde zikredilenlerle aynıdır. Hikâye şöyledir:

Şem’ûn el-Gâzi, benzeri görülmemiş bir kahraman-yiğit olup kendisini hangi bağ ile bağlasalar o bağı kırıp kurtulurdu. İman etmeyenlere karşı Allah yolunda cihad ederdi. İnanmayanlar onun karşısında aciz ve çaresiz kalmışlardı. Bu halden kurtulmak için bir hile ile çare arıyorlardı.Yaşadıkları beldenin hâkimi, Şem’ûn’un hanımına haber gönderip,

– “Eğer kocanı öldürmede bize yardımcı olursan, seni kendime alıp istediğin her şeye kavuştururum.” dedi. Kadın buna aldandı ve, – “Size nasıl yardımcı olurum?” diye sordu. O da,

– “Gece uyurken onu iple iyice bağla ve bize haber ver” dedi. Kadın bu teklifi kabul etti. Bir gece Şem’ûn uyurken onu sağlam bir iple sıkıca bağladı. Şem’ûn sabahleyin uyanıp kendisinin bağlandığını görünce, hanıma bunu niye yaptığını sordu. O da,

– “Senin çok kuvvetli olduğunu, seni bağlayan her ipi koparacağını söylerdin. Kuvvetini denemek için yaptım bunu” dedi. Şem’ûn ses çıkarmadı. Gerildi ve bütün ipleri kırdı. Kadın yaptığı işte başarısız kaldığını şehrin hâkimine bildirdi. Onlar bu defa zincir gönderdiler. Onunla bağlamasını tembihlediler. Kadın Şem’ûn’u bu defa zincirle bağladı. Şem’ûn uyanınca bu defa zincirleri bir hamlede dağıttı. Karısına bunu niçin yaptığını sorunca,”Şem’ûn neyle bağlanırsa bağlansın hepsini kırar diye duymuştum. Onun için denedim.” dedi.

Şem’ûn,

– “Doğrudur” diye cevap verdi ve ilave etti: “Ben ancak kendi saçımın teliyle bağlanırsam onu kıramam” dedi. Kadın bunu öğrenince, bir gece de onun ellerini ve ayaklarını saçından aldığı kıllarla bağladı. Sabahleyin uyanınca, Şem’ûn bunları kıramadı.

Kadın durumu şehrin hâkimine bildirdi. Askerleri gelip onu şehrin hâkiminin huzuruna götürdüler. Şehrin Kralı, dört sütun üzerine inşa edilmiş bir köşkte oturuyordu. Halkı sarayının önüne topladı.

Şem’ûn Hazretlerinin asılması için darağacı kurdurdu. Askerler onu, elleri kendi saçının kıllarıyla bağlı olarak darağacının önüne getirdiler. Büyük bir kalabalık taş kesilmiş, bu ezeli düşmanlarının asılacağını sabırsızlıkla bekliyorlardı. Şem’ûn Hazretleri, yağlı ip boğazına geçirilmeden, darağacına baktı ve hafif tebessüm ederek, gözlerini yumup, sessiz bir şekilde Allah Telala’ya şu duada bulundu:

“Ya Rabbi! Dünyada yaşamayı, senin yolunda kâfirler ile cihad etmek için isterim. Eğer bu isteğim kalpten ve samimi ise, duamı kabul buyur ve beni kurtar. Senin yolunda cengime-cihadıma devam edeyim. Değilse zaten sana geliyorum bundan sürûr ve mutluluk duyarım.” Şem’ûn Hazretlerinin bu duasından sonra bir melek geldi, ellerini ve ayaklarını çözdü. Bunun üzerine Şem’ûn Hazretleri, şehrin hâkiminin sarayını avuçladığı gibi kendisinin asılmasını seyre gelen halkın üzerine savurdu. Böylece hem azılı düşmanı Kral, hem de halkı ortadan kaldırdı. Evine dönünce de kendisine ihanet eden kadını cezalandırdı. Bundan sonra da yine gazalarına devam etti. Vadesi gelince de her fani gibi vefat etti.

Ona inananlar bu defa, onu götürüp Erciyes’in zirvesine yakın bir yerde toprağa verdiler. Bu küçük tepede kendisinin zaten kuyusu vardı. Bugün halk tarafından, “Evliya Dağı” diye adlandırılan bu yerde, pâk ecdadımız Selçukluların, kabri üzerine yaptırdığı güzel bir türbenin altında yatmaktadır. Kabrinin boyu 4 metredir. Üzeri kemerle örtülmüştür. Başucunda ise iki çocuğuna ait mezarlar vardır. Türbenin batısında ‘’Gavur Kızı Mezarı’’ adı verilen bir mezar vardır ki, türbeyi ziyarete gelenler bu mezara hoş bakmazlar.

Turan Yalçın ise Şem’un el Gazi ve türbesi ile ilgili şu bilgileri verir : “Türbenin kapısında 711 tarihi yazılıdır. Miladî 1286 tarihine tesadüf eder. Türbenin taşları o muhitin taşları değildir. İncesu’nun kırmızı taşlarıdır. İçinde iki büyük, bir küçük mezar olup her üçünün üzerinde de mermer kitabeler vardır. Köy imamı Hacı Ömer Efendi ile türbeye çıktık. Beyaz bir kâğıdı mermerin üzerine kapattık, kurşun kaleminin ucunu bıçakla kazıdık, kâğıdın üzerine dökülen kömürleri parmakla kâğıdın üzerine ovuşturduk. Yazı kâğıda çıktı. Biz ancak Şem’un kelimesini okuyabildik. Başka bir iz elde edemedik. Türbenin önünde büyük bir sarnıç vardır. Binanın gayet muntazam kemerleri mevcuttur.

Türbe, dağın tam zirvesine bina edilmiştir. Dağın alt taraflarında harçlarla yapılmış siperler olduğunu kale surları gibi surlar bulunduğunu, Hz. Şem’unun Anadolu’yu zapta gelen bir Arap ordusunun kumandanı olduğunu, karısı, oğlu ve kendi bir arada iken yıldırım düşerek öldüklerini ve buraya gömüldüklerini, İmam Merhum Hacı Ömer Efendi’den işittim. Evliya Dağı’nda daha pek çok kişinin türbesinden söz edilir. Şeyh Aslan bunlardan biridir. Hakkında fazla bir bilgi yoktur.

Bu yazı 2013 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 78. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir