Cuma , 29 Mart 2024

Evden Uzakta

Kürşat Bayhan, ‘Evden Uzakta’ projesiyle 1980’li ile 1990’lı yıllar arasında Türkiye’de göç olgusunu işiyor.                                                                                                                                                 

Dönemsel olarak 1980’li yılların başında ve 1990’lı yıllarda yaşanan göç olgusu Türkiye’de yaşanan hızlı değişim sürecinin en temel öğelerinden birisi. Kırdan kente, doğudan batıya, gerçekleşen göç hem yer değiştiren toplumların, hem de göçe hedef olan bölgelerin yaşamını ve toplumunun yapısını etkilemeye devam ediyor.

Türkiye’de tarımdaki hızlı makineleşme ve bölgeler arasındaki ekonomik eşitsizlik nedeniyle üretim dışı kalan genç işgücü, yeni geçim kaynakları bulmak üzere kentlere göç etmeye başladı. Evlerini bırakıp İstanbul ve Ankara gibi sanayileşmiş büyük şehirlere göç eden binlerce kişinin tek amacı hayatta kalabilmek ve ailesini ayakta tutabilmek.

Sanayileşmede yaşanan eşitsizliğin yanında 1990’lı yıllarda yaşanan zorunlu iç göç de İstanbul gibi büyük şehirlerdeki sosyal yapının değişmesine neden oldu. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’dan batıya ve şehir merkezlerine yaklaşık 4.000 köyden 2,5 milyon insan göç etti. Bu durum büyük kentlerde ekonomik kültürel ve alt yapı sorunlarını ortaya çıkardı.

Yaklaşık beş sene önce başladığım “Evden Uzakta” projesi İstanbul’da en fazla göç alan bölgelerden birisi olan Eminönü Küçük pazar semtinde yaşayan insanları kapsıyor. Umudunun ve hayallerinin arkasından koşan binlerce kişi zor şartlar altında yaşam mücadelesi veriyor. 1960, 1980 ve 90’lı yıllarda yaşanan göçün ardından dördüncü kuşak diyebileceğimiz bu kitle profesyonel eğitim almadıkları için daha çok gündelik işlerde çalışıyor. Elektrik ve suyun kısıtlı imkânlarda olduğu bu tek odalı evlerde yaşıyor. Bir apartmanın odaları aylık olarak kiraya veriliyor. Bir odada en az on kişi kalıyor. Mutfak ve banyonun olmadığı evlerde aynı odanın içerisinde yemek yapılıyor ve duş alınıyor. Genel olarak seyyar satıcılık, kâğıt ve hurda toplayıcılığı yapan göçmenler ayda yaklaşık beş yüz lira kazanıyor. İki yüz lirasını ev kirası ve masrafları için harcayan bir göçmen geri kalan kısmını ise köyündeki ailesine gönderiyor. Daha iyi bir yaşam umuduyla gelenler hayallerini gerçekleştirebilirse ailelerini de İstanbul’a getiriyor ama bunu başarabilenlerin sayısı çok az.

Nerelisiniz?

Kürşat Bayhan’ın çalışmalarını Bursa’da Eylül 2012’de bir atölyede ders verirken gördüm. Güçlü ve yürek parçalayıcı fotoğrafları beni derinden etkiledi. Bunlar, Anadolu’dan göç ederek İstanbul’a çalışmaya gelen; ailelerinden, topraklarından ve kültürlerinden ayrılan umutsuz insanların öykülerini anlatıyordu.

Fotoğrafların birinde, İstanbul’daki köhne odasında bir adam yatağında oturuyor. Oda karmakarışık. Adamın yüzü, özlemle dışarı baktığı pencereden gelen parlak gün ışığı tarafından aydınlatılmış. Ne düşündüğünü yalnızca hayal edebiliriz. Adam çok üzgün. Adamın elini tutup onu eve götürmek istiyoruz.

Kürşat’ın fotoğrafları belli bir özlem ve nostalji ile ilgili. Erkekler umut dolu birkaç çanta ile geliyor ancak kısa süre sonra yalnız kalıyorlar; başkalarıyla birlikte bir kahvehanede otursalar bile. Yalnız başlarına güvercinleri besliyorlar veya bir pansiyonun dar koridorlarında yürüyorlar. Kentin soğuğunu, yalnızlığı ve fakirliği hissediyoruz; onların umutsuzluğunu hissediyoruz.

Kürşat bizi Anadolu’ya götürüyor. Soğuk ve ıssız olsa da onu ev kılan buranın nostaljik bir güzelliği var. Burası, Fullbright bursu ile Türkiye’nin doğusuna geldiğim zamanlardan, yıllar öncesinden hatırladığım topraklar.

En beğendiğim fotoğraflardan biri, Ardahan’da iki genç kızın yalnız başlarına kirli bir yolda oturup, muhtemelen babalarının onlara kendi seyahatlerinin ve başarılarının bir sembolü olarak, İstanbul’dan aldığı beyaz elbiseleri gururla gösterdikleri fotoğraf.

İstanbul’dayız; göçmenlerin eve döndüklerinde bıraktıkları döşekleri ve halıları görüyoruz. Bir başka beğendiğim fotoğraf ise yere çizilen bir “x” harfinin yanında yer yatağının olduğu kare. Mutlu bir sokak köpeği yeni bir ev bulmuş, uyuyor.

Kürşat’ın kitabı insanlar ve onların hayatta kalma mücadeleleri ile ilgili görsel olarak güçlü, eşssiz ve güzel anlatılan bir öykü. Harika bir gazeteci ve gerçek bir humanist olmasının yanı sıra Kürşat harika bir şair.

Mary Ellen Mark

Eduardo Cadava, Türkçede Işık Sözcükleri adıyla yayımlanan kitabında, fotoğrafın bir yitirmişlik biçimi olduğundan söz eder. Walter Benjamin’den alıntılayarak şöyle der: “Fotografi, tarihte ilk kez, bir insana ait kalıcı ve şaşmaz izleri muhafaza etmeyi olanaklı kıldı.” Fotoğrafın insana ait izleri önümüze sunmaktaki bu ürkütücü gücü, görüntülerin zenginliği ve sarsıcı derinliği ile daha da anlam kazanır. Zaman foto muhabiri Kürşat Bayhan’ın Away from Home (Evden Uzakta) adlı fotoğraf kitabı da Benjamin’in sözünü ettiği insana özgü izleri tüm çıplaklığıyla yanı başımıza getirip tuhaf bir boşluğa itiyor bizi.

Konya, Şanlıurfa, Kastamonu, Çanakkale, Şırnak, Aksaray, Diyarbakır, Erzurum ve Türkiye’nin dört bir yanından adı Rıdvan, Musa, Hayati, Hüseyin, Ali, Faruk, Kadir, Yusuf, Ahmet olan ve memleketinden ayrılarak İstanbul’a göç eden hayatların peşine düşen Bayhan’a kulak verelim: “Yaklaşık beş yıl önce başladığım ‘Evden Uzakta’ projesi, İstanbul’da en fazla göç alan bölgelerden biri olan Eminönü Küçükpazar semtinde yaşayan insanları kapsıyor. Umudunun ve hayallerinin arkasından koşan binlerce kişi zor şartlar altında yaşam mücadelesi veriyor buralarda. 1960, 1980 ve 90’lı yıllarda yaşanan göçün ardından dördüncü kuşak diyebileceğimiz bu kitle, eğitimsizlikleri nedeniyle daha çok gündelik işlerde çalışıyor.”

Bayhan’ın fotoğrafları bizi göç, kaçış, kopma, bellek, hatıra ve aidiyet gibi bir hayli derin ve karışık kavramlarla yüzleşmeye çağırırken, iç göçle yerinden ayrılmanın sancılı süreci her fotoğrafta kendini belli ediyor. Fotoğrafçının misafiri olduğu hayatların içine dahli, kendisi ile onlar arasındaki sınırları kaldırarak, onu da bir ‘göçer’ haline dönüştürmüşe benziyor. Peşine düştüğü hayatlar Benjamin’in “çok yakında artık önümüzde olmayacağını bildiğimiz şey”lere davet ediyor bizi, zira bu binlerce kişiden geriye kalan sadece onların görüntüleri. Yaşadıkları acılardan ve şimdiki akıbetlerinden habersiz kendi hayatlarımızı sürdürüyoruz.

SENELERİN EMEĞİ

Fotoğraflardaki hayatların aksine, Bayhan’ın kitabı barındırdığı fotoğraflarla talihli bir serüven yaşamış. Senelerin emeği olan kitap, henüz basılmamışken, geçtiğimiz yıl Bursa Fotoğraf Festivali’nde “Maket Kitap Ödülü” kazanır. Yayımlandıktan sonra ise Japonya’da düzenlenen Sagamihara Fotoğraf Ödülleri 2013 “Sagamihara Asya Büyük Ödülü”ne layık görülür. İtalya’da “Yılın Portfolyoları 2013” kitabında da kendine yer bulur.

Kent ve birey arasındaki ilişkiyi, İstanbul’a göç eden ve beraberinde hayallerini taşıyan insan manzaraları üzerinde siyah beyaz karelerle önümüze sunan kitapta yaklaşık yüz fotoğraf yer alıyor. Göçün sonucu ve ruhsal yıkımlarını kitabın daha ilk sayfalarından görmek çok da zor değil. Bayhan’ın fotoğraflarındaki zengin dil ve yakaladığı güçlü kareler telaşlı bir iç göçün merhalelerini bir bir yakalıyor. Can Bahadır Yüce, Uzakta Beyaz adlı kitabındaki “Şehir Korkusu” adlı şiirinde “şehirler ki korku verir/ eski denizlere, şimdi yetim/ en çok ölüme benzer şehir/ ben bunu bildim” diyordu. Yüce’nin şiirindeki o korkuyu fotoğraflardaki yüzlerden okumak mümkün. Kimi zaman kızgın, kimi zaman çaresiz, sizi göz hapsine alarak ele geçiren bakışlar kuytularda kalmış hayatları sarsıcı bir görsel dille aktarıyor.

Amerikalı usta fotoğrafçı Mary Ellen Mark, önsözde Bayhan için şöyle diyor: “Güçlü ve yürek parçalayıcı fotoğrafları beni derinden etkiledi. Bunlar, Anadolu’dan göç ederek İstanbul’a çalışmaya gelen; ailelerinden, topraklarından ve kültürlerinden ayrılan umutsuz insanların öykülerini anlatıyordu. Kürşat’ın kitabı insanlar ve onların hayatta kalma mücadeleleri ile ilgili görsel olarak güçlü, eşsiz ve güzel anlatılan bir öykü. Harika bir gazeteci ve gerçek bir hümanist olmasının yanı sıra Kürşat harika bir şair.”

Öykücü Ayla Kutlu’nun dediği gibi, göç insanı eksiltir. Bayhan incelikli bir duyarlılıkla çektiği fotoğraflarda o sözü edilen eksikliğin tam manasıyla nasıl bir ‘görüntü’ olduğunu tek tek yanı başımıza bırakıyor. Fotoğraflardaki etkileyici suretler ve mekânlar, her birinin üzerine hikâyeler yazılabilecek canlılıkta dururken, kimi fotoğraflardaki titrek görüntüler izleyiciyi bir boşluğa iterek zihninde parçaları tamamlamasını istiyor. Away from Home, özenli ve şık baskısı ile dikkati çekiyor. Özellikle Türkçede fotoğraf kitaplarının eksikliğini hissettiğimiz hatırlanırsa bu güzel eserin yakında Zaman Kitap’tan dilimizde de yayımlanacak olması sevindirici.

MUSA İĞREK

Bu yazı 2014 yılının Ocak-Şubat-Mart aylarında yayınlanan GezginFoto Dergisi’nin 1. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir