Salı , 16 Nisan 2024

Evliya-ı Cedid, Hafidi Evliya-ı Atik: Süheyl Ünver

Yazı: Fatih Güldal       

Evliya Çelebi üzerine yazdık, durduk. Projeler yaptık. Yapamadıklarımıza hayıflandık. Yeni şeyler bulduk, bunları insanlara hatırlattık. Hasılı, Evliya Çelebi yılına yakışır bir şeyler yapmaya çalıştık. Hiç şüphesiz yapılan çalışmalar “seyyah-ı alem musâhib-i ben-i adem”, “dünya seyyahı, insanların yareni” Çelebimiz için yeterli değildir.

Birçok kişi Çelebi gibi birinin bir daha gelmeyeceğini söylese de Türk kültür ve sanat tarihine damgasını vurmuş, yaptığı çalışmalarla ilim dünyamızda unutulmaz bir iz bırakmış Prof. Dr. A. Süheyl Ünver’i gerek bıraktığı ve ancak bir enstitünün oluşturabileceği arşivi, gerekse yazdığı makale ve kitaplarıyla hep hatırlayacağız. Kendisini, “Evliya Çelebi’nin torunlarından Evliya-ı Cedid” olarak adlandıran Ünver’in bıraktığı binlerce arşiv malzemesi göz önüne alındığında gerçekten de dedesinin izinden gittiği anlaşılacaktır.

Süheyl Ünver kimdir? 

Süheyl Ünver’i 1990’lı yılların sonuna doğru tanıdım. Evvelden adını sıkça duymuş lakin herhangi bir eserine tesadüf etmemiştim. Taki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 1996 yılında İsmail Kara Beyefendi’ye hazırlattığı “A. Süheyl Ünver’in İstanbul’u” adlı eserini görene kadar. Kitabı görür görmez ilk dikkatimi çeken şey üstadın sürekli yanında bulunan 12’li sulu boya takımıydı. Kitabı karıştırmaya başlayınca o küçük sulu boya takımıyla nasıl bir dünya meydana getirdiğini görünce gerçekten çok etkilenmiştim. O günlerde dalıp giderek temaşa ettiğim Süheyl Bey’in bu resimleri daha sonra benim için muazzam bir İstanbul envanterine dönüştü. 2009 yılında “İstanbul’un 100 Kaybolan Eseri” adlı çalışmayı yaparken İstanbul’un yok olmuş ve herhangi bir görseli bulunmayan birçok tarihi yapısının Süheyl Ünver tarafından 50’li yıllarda çizilerek kayıt altına alındığını gördüğümde merhuma binlerce kez rahmet dileyip İstanbul’a yaptığı bu hizmetten dolayı teşekkürler ettim. Bir İstanbul aşığı olan Ünver, İstanbul’un sokaklarını, mezarlıklarını, kahvehanelerini, türbelerini, sahabe kabirlerini, camilerini, sıbyan mekteplerini ve daha birçok tarihi objesini bazen suluboyası, bazen karakalemi ile oluşturduğu binin üzerinde defter ve dosyalara yerleştirmiştir.

Prof.Dr. Süheyl Ünver kimdir? sualini soruyor olmayı bu satırları yazanın bedbaht bir kişi olmasına yorun lütfen. Zira “hezarfen” unvanına layık görülmüş üç-beş kişiden biri olan Süheyl hocayı hala tanımıyor olmak affedilemez bir eksiklik olsa gerek. Ancak karakterinin oluşumunda ailesi, hocaları ve bulunduğu çevrenin mühim bir tesiri olduğu için hayatından kısaca bahsetmek isabetli olacaktır. 1898-1986 yılları arasında 88 yıl boyunca neredeyse hiç durmadan başta İstanbul olmak üzere Türk kültürüne hizmet adına çalışan Ünver’in, dedesi Mehmet Şevket Efendi ile onun dayısı Hulusi Efendi başta olmak üzere ailesinde 6 tane hattat vardı. Dolayısıyla sanatla olan ilişkisi adeta kalıtımsaldır. Babası telgraf müdürlüğü yapmış Mustafa Enver Bey, annesi ise Safiye Hanım’dır. Süheyl Hoca’nın asıl adı Sehil’dir. Babası dönemin şeriflerinde Sehil Paşa adlı şahısla olan dostluğundan dolayı oğluna bu adı vermiştir. Ancak rüşdiyede okurken Fransızca dersinde yaşanan tatsız bir hadise onu, aynı şekilde yazılan Süheyl adını kullanmaya sevk eder.

Süheyl Bey doğumundan itibaren sağlık sorunları yaşar.  Gayet yaramaz olan ama gelecekte çok mühim işler başaracak olan bu çocuk, 3 yaşında itibaren kendisini meşgul edecek hobiler bulur. Arşivleme ve özellikle not tutma alışkanlığı çok küçük yaşlarda başlamıştır. Bu hasleti kazanmasında bir şekilde tanıştığı önemli zatların katkısı büyüktür. 11 yaşında babasını kaybeden Ünver, o yıllarda tekkelere merak salar. Zira tekkeler hala birer eğitim yuvasıdır. Özellikle Seyit Nizam Tekkesine sık sık uğrar. Orada “Sefine-i Sâfi”’nin yazarı Ahmed Sâfi Efendi ile tanışır. Sâfi Efendi’nin yazdığı 18. ciltlik bu muazzam hal tercümesinden çokça etkilenir.

Küçüklüğünden beri boş işlerle uğraşmaz. Annesinin, hayatı üzerindeki korumacı tutumu bunda etkilidir. Beyoğlu’na gitmesine, ders harici arkadaşlarıyla vakit geçirmesine izin verilmez. Bu durum onu sürekli bir şeylerle meşgul olmaya, tecessüsünü geliştirmeye iter. Bir uğraştan sıkıldı mı diğerine geçer; bu şekilde dinlenir. Bir gün Mercan İdadisi’ndeki bir arkadaşı herkes birini seviyor sen de sevmelisin kabilinden bir şeyler söyler. Olmazsa olmaz mı cevabına arkadaşı “olmaz, mecbursun” der. Düşünür taşınır kendisine uygun birini bulamaz. Bir gün Haseki’deki evinin önünde bu duygularla otururken meczubun birisi yanına yaklaşır ve “öyle tek tek başa mı çıkar, her şeyi, hepsini birden sev” der. Bunun üzerine Süheyl Bey her şeyi, her mevzuu istisnasız aynı derecede sever. Her ciddi mevzu ona aynı derece mutluluk verir. Sevgide hiçbir şeyi ayırt etmez.

Mercan İdadisinde resim hocası olan Kemal Bey Süheyl Bey’deki istidadı görür ve onu resim alanında çalışması yönünde teşvik eder. Bunla da kalmayan Kemal Bey askeri okulda hoca olan ve daha sonra Süheyl Beyin sanat hayatında unutulmaz izler bırakan meşhur ressam Üsküdarlı Ali Rıza Bey’e bu yetenekli gençten bahseder. Bilahare Ali Rıza Bey Süheyl Beyi öğrenciliğine kabul eder. Bu durum Süheyl Bey’in gezdiği yerleri resmetmesinde, sulu boya ile belgelemesinde etkili olur.

İdadiden sonra askeri tıbbiyeye, orada bir sömestr okuduktan sonra da ailevi nedenlerle sivil tıbbiyeye geçer. Bu sırada I. Dünya savaşı bütün şiddetiyle devam etmektedir. Çanakkale’den gelen yaralı askerleri büyük bir üzüntü ile görür.

Tıbbiyeye devam ettiği günlerde tezhip çalışmalarına da başlamıştır. Öncelikle evlerindeki kitapların kenarlarındaki süsleri taklit ederek tam olarak ne olduğunu bilmediği bu süsleme sanatı ile uğraşır. Daha sonra tesadüf eseri tramvayda karşılaştığı bir kişi onu Medresetü’l- Hattatin’e (Türk süsleme sanatları konusunda ihtisas mektebi olan Hattatlar Okulu) yazılması konusunda teşvik etti. Burada, hat, ebru, tezhip dersleri meşk eder. Gayretli çalışmaları, tezyini sanatlardan tezhipte fark edilir bir ustalığa erişmesini sağlar. Medresetü’l-Hattatin’de yeni sanatlarla da tanışır.  Bursalı Mevlevi Fahri Dede’nin çalışmaları ona çok ilginç gelir. Kaatı sanatı olarak adlandırılan bu uğraşı burada keşfeder ve tanınması için sonraları büyük çaba gösterir.

1916 yılında Yıldız Kütüphanesi Müdürü Sabri Kalkandelen ile tanışır. Bu tanışıklık ona büyük bir imkân sağlamıştır. O sıralarda Sabri Bey dönemin padişahı Sultan Vahdettin’e şiirlerinin olduğu bir levha hazırlamaktadır. Bu levhanın tezhiplenmesini Süheyl Bey’den ister. Bu durum ona içerisinde çok önemli bir kütüphane ve koleksiyon bulunan Yıldız Kütüphanesinin kapılarının sonuna kadar açmıştır. Burada çok kıymetli yazma eserleri ve onların tezhiplerini inceleyerek tezyinî sanatlarının gelişim sürecini büyük bir dikkatle görür.

Hiç şüphesiz hayatında en çok etkilendiği ve sevdiği hocası, Ressam Üsküdarlı Ali Rıza Bey’dir. Adeta bir baba oğul gibi olan bu ikili bir birlerine olan muhabbetlerini mektuplarında, yazdıkları pusulalarında belirtmekten geri durmazlar. Ünlü ressam, Süheyl Bey’e; “Muhterem sevgili bir huzura: iki gözüm Süheylim” ya da “Huzûr-u Süheylânelerine: Nûr-u aynım Süheyl Bey oğlum!” derken, Süheyl Bey de hocasına “Üstad-ı âlişânım Rıza Efendi Hazretleri!”; “Üstâd-ı mükerremim, sertâc-ı iftihârım, efendim”, gibi hitaplarla seslenerek muhabbetlerini izhar ederler.

A. Süheyl Ünver’in Defterleri 

3 yaşından itibaren kâğıt kesmediği gününün olmadığını söyleyen Ünver’in hazırladığı defterleri gören birinin nasıl bir dikkatle karşı karşıya olduğunu anlaması gecikmez. Adları efsane gibi dolaşan bu defterleri 2006 yılında editörlüğünü yaptığım “Kültür” dergisinin Yunus Emre Özel sayını hazırlarken görme bahtiyarlığına eriştim. Defterlerin büyük bir kısmının bulunduğu Süleymaniye Kütüphanesi’ne gidip bu evraklar için ayrılmış özel bölüme girdiğimde bir insanın bu kadar şeyi bıkmadan, usanmadan, üşenmeden nasıl meydana getirdiğini düşündüm. Otobüs biletleri, konuşma metinleri,  müze giriş biletleri, resimler, sulu boya, kara kalem çizimler, pullar, efemeralar,  ve notlar, notlar, notlar…

Hepsi bir düzen içerisinde defterlere yapıştırılmış, tasnif edilmiş ve gelecek nesillere emanet bırakılmış. Süheyl Hoca’nın ilim konusundaki vefakârlığı aslında çok da ilgi alanına girmeyen bazı konularda da fişlemeler, zarflar oluşturmasından belli olur. Zira ilim namusunu şiar edinmiş bu insan kendisinden sonra gelecek nesillere de hizmet etme şiarını hiçbir zaman unutmamış, birileri ilgilenir diye arşiv malzemesi toplamıştır. Günümüzde ki bazı sözde akademisyen ve hocalar gibi insanlardan belge, bilgi ve malzeme saklamamıştır. Kendince parsellediği çalışma alanına biri girdiğinde kafasını ezmek, onu bu mevzularda çalıştığına bin pişman etmeyi tarz edinmiş yeni nesil hocaları düşündüğümüzde nereden nereye geldiğimizi üzülerek müşahede etmekteyiz.

Ünver’in aynı zamanda bir gezgin olduğunu söylemiştik. Yüzerce evrakı barındıran İstanbul şehri ile ilgili biriktirdiklerini saymazsak birçok Anadolu şehrini de en kuytu sokaklarına kadar gezip, fişleyerek çok mühim bir iş yapmıştır. Şehirlerle ilgili bu defterlerinin her biri basılıp kitap oluşturacak mahiyettedir. Nitekim yakın dönemde bir yayınevi Bursa defterleri ile Konya defterlerini bir kitap haline getirerek bu işe ön ayak olmuştur. Eminim ki bu çalışmaların arkası gelecek, Süheyl Ünver’in oluşturduğu şehir defterleri gezginlerin, meraklıların hizmetine sunulacaktır. Nitekim Üsküdar Belediyesi de Süheyl Hocanın çok önem verdiği Karacaahmet Mezarlığı ile ilgili defterlerini “Karacaahmetname” adıyla üstadın ölümünün 25. yılı münasebetiyle kitaplaştırarak ilgilisine hediye etmiştir. Aldığım bilgilere göre bu belediye Ünver’in Üsküdar ile ilgili bütün defterlerini yayına hazırlamaktadır.

Aslında yeri gelmişken bazı şehir defterlerinin adını buradan verip ilgilisinin merakını harekete geçirmek iyi olur kanaatindeyim. Süheyl Ünver’in sadece Süleymaniye Kütüphanesinde bulunan şehir/mekan defterlerinden bazıları şunlardır: Afyon, Amasyaname, Ankaranâme, Antalyanâme, Boğaziçinâme, Edirne, Divriği, Eskişehir, İzmir, Aydın, İznik, İzmit, Kastamonu, Kayseri, Kütahya…İstanbul’un ise neredeyse semt semt, başta Boğaziçi olmak üzere birçok mekânı defter şeklinde arşivlenmiştir. Bu defterlerin bir kısmı Süheyl Bey’in kızı Mühezzibe Gülbün Mesera Hanım’ın evindeki arşivinde bulunmaktadır. Fakir, bu arşivdeki bazı defterleri Gülbün Hanım’ın müsaadesiyle görmüştür.

Üstadın yurt içi gezilerinden başka yurt dışı seyahatlerine ait defterleri de bulunmaktadır. Yunanistan, Viyananâme ve Viyana makaleleri, Türk Belgrad, Tahran ve İran, Roma, Philadelphia, Mısırnâme, Londra, Leiden ve Hollanda, Bağdatnâme, Newyork, Amerika Hatıraları gibi defterlerde Üstad’ın çok ilginç intibalarını ve bir dönemin Türk entelektüelinin yabancı memleketlere dair teşhislerini görmek mümkündür.

Ünver’in defterlerinde sadece yaptığı seyahatlerin arşivleri yoktur. Birbirinden ilginç Türk folklor ve sosyal hayatına ait biriktirdiği birçok malzeme de sistemli bir şekilde arşivlenmiştir. Aburcuburnâme, Rivayetlernâme, Bekçinâme, Ayıpnâme, Burcumnâme, Gezintinâme, Çiçeklernâme ( ki 2006 yılında İsmail Kara Beyefendi tarafından kitap halinde İBB yayınları adına yayınlanmıştır), bu ilginç konuları ihtiva eden defterlerden bazılarıdır.

Hakkında Yazılanlar

Hasılı A.Süheyl Bey, bir ummandır ve hala tam anlamıyla çalışmalarından istifade edilememiştir. Bununla birlikte talebelerinden A.Güner Sayar Bey’in hoca ile ilgili yaptığı çalışmalar dikkate şayandır. 2004 yılında yayınladığı ve benim de bu yazıyı yazarken istifade ettiğim, “A. Süheyl Ünver –Hayatı, Şahsiyeti ve Eserleri- (Ötüken Yayınları) adlı çalışma bu büyük ilim adamımız için şuana kadar yapılmış en güzel biyografik eserdir. Ayrıca yine A.Güner Sayar’ın, Gülbün Mesara ve Aykut Kazancıgil ile birlikte hazırladığı ve merhum Süheyl Ünver’in iki bine yakın makalesinin künyesini ve kısa özetini veren “A.Süheyl Ünver Bibliyografyası, (İşaret Yayınları 1998)” uzun yıllar süren bir araştırmanın ürünü olarak dikkat çekicidir.

Şifahilik Hastalığı

Süheyl Ünver, tıpkı İbnülemin Mahmud Kemal İnal gibi Osmanlı dönemi ile Cumhuriyeti yaşamış, bu iki dönem arasında köprü olabilmiş, aynı zamanda geçmişin birikimini büyük gayretlerle geleceğe aktarabilmiş bir münevverdir. Özellikle harf inkılâbıyla birlikte yaşanan kültürel kırılma, Ünver gibi aydınların gayretleri ve çalışmaları ile olabildiğince az kayıpla atlatılmaya çalışılmıştır. Yeni dönemle inkıtaa uğrayan Türk-İslam tezyini sanatlarının yok olmaktan kurtulup, bugün bu derece revaçta olmasının nedenleri arasında A.Süheyl Ünver Hoca’nın Tıp Tarihi Enstitüsündeki çalışmaları, yetiştirdiği öğrencilerin daha sonra bu işleri hocalarının vasiyeti üzerine yaygın hale getirmeleri sayılabilir.

Hocanın, özellikle yazmayan, geride kayıt bırakmayan, “şifahilik hastalığına” yakalanan insanlara kırgın olduğunu söylemesi, her konferansında, her yazısında bu konuya dikkat çekmesi, “söz uçar yazı baki kalır” sözünün fehvasınca binlerce not alması yazı medeniyetine verdiği önemin göstergesidir. Öyleyse, yazalım, not alalım, not alalım….

Evliya-ı Cedid, Hafidi Evliya-ı Atik: Süheyl Ünver – Bu yazı 2012 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 60. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir