Perşembe , 18 Nisan 2024

Gesi Bağları

Gesi bağlarında dolanıyorum Yitirdim yarimi aranıyorum Bir çift selamına güveniyorum Atma garip anam beni dağlar ardına Kimseler yanmasın anam yansın derdime

Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz

Sonbahar hazan mevsimidir. Ağaçlar, gökyüzü, toprak hüznü giyinir. Bulutların hüzünlü ağlayışı başlar sanki, bir ebediyetten ayrılmanın gözyaşlarını dökercesine. Adem ile Havva’nın ayrılışına benzer. Bunun içindir ki türküler daha bir anlamlıdır sonbaharda, daha yürekten gelir. Ağıtların mevsimidir sonbahar, hazanın hüznünü giyinmiş ruhların firak ağıtıdır bu, vuslat arayışının çırpınışlarıdır. Kaybetmenin mevsimidir sonbahar, kayboluşun zamanıdır ve tabiatıyla aramanın, beklemenin. Firakı vuslata dönüştürmeye çalışanların gönüllerini ve ruhlarını uzlete aldıkları mevsimdir.

Sonbahar hazan mevsimidir. Ağaçlar, gökyüzü, toprak hüznü giyinir. Bulutların hüzünlü ağlayışı başlar sanki, bir ebediyetten ayrılmanın gözyaşlarını dökercesine. Adem ile Havva’nın ayrılışına benzer. Bunun içindir ki türküler daha bir anlamlıdır sonbaharda, daha yürekten gelir. Ağıtların mevsimidir sonbahar, hazanın hüznünü giyinmiş ruhların firak ağıtıdır bu, vuslat arayışının çırpınışlarıdır. Kaybetmenin mevsimidir sonbahar, kayboluşun zamanıdır ve tabiatıyla aramanın, beklemenin. Firakı vuslata dönüştürmeye çalışanların gönüllerini ve ruhlarını uzlete aldıkları mevsimdir.

Gesi bağlarını gördüğünüzde hissettikleriniz bunlardır. Duyduklarınız türkülerin derinliğidir. Gördükleriniz sararmış yaprakların, ayak izleri silinmiş patikaların, üzümleri toplanmış bağların arasında kaybolmuş yarin hayalidir. Hangi ağacın arkasından çıkacak, hangi yaprağın hışırtısıyla gelecek, hangi buluttan üstünüze damlayacak ve hangi dereden akıp gelecek diye umut edersiniz. Her ağacın gövdesinde sevda izleri ararsınız, dolaştığınız her patikada sevginin gönül izlerini… Ve mırıldanırsınız;

Gesi bağlarında dolanıyorum Yitirdim yarimi aranıyorum Bir çift selamına güveniyorum Atma garip anam beni dağlar ardınaKimseler yanmasın anam yansın derdime

Bağında ceviz toplayan nene elimizde fotoğraf makinemizi görür görmez birden tülbendini ağzına götürüyor, kendine bir çeki düzen veriyor ve fotoğrafını çekmememizi söylüyor. Anadolu’nun kadınları hala fotoğrafının çekilmesini mahremiyet çerçevesinde değerlendiriyor. Bir başka yerde yine yaşlı bir nene televizyonu, kamerayı ve fotoğraf makinesini kastederek, birisi nazarımızı bitiriyor, öbürleri ruhumuzu alıyorlar oğlum demişti. Okul okumamış Anadolu insanının gelenekten tevarüs ettiği irfan, okumayla, üniversiteler bitirmeyle sahip olunacak bir şey değil. Hatice nene hemen bize ceviz ikram ediyor. Anadolu insanının misafire en tabii refleksi. Çok mu ceviz diye sorduğumuzda şükrettikten sonra “bağlar yorgun oğlum, insanlar gayrı ağaç kesiyorlar kışları ısınmak için, ağaç dikmiyorlar, yokluk bağlarımızı da yok ediyor” dediğinde biz de onun hüznüne eşlik ediyoruz. Taş binalarımızı yıktık beton binalar yaptık. Taş binalarımızda üşümezdik, beton binalarda üşüyoruz. Üşümemek için de ağaçlarımızı kesiyoruz dedi. Aynı avluya, aynı sokağa açılan eski evlerimizi viraneye çevirdik. Şimdi biz de şehirli olduk diyerek ironik bir utanma ile hayıflanıyordu. “Evler de bizler de yan yana can canaydık oğlum” dediğinde o zaman kentleşmenin insanı nasıl yabancılaştırdığını ve bu yabancılaşmanın köylerde bile hangi düzeye geldiğini düşünüyorsunuz. Bize ikram ettiği cevizleri yiyerek Allahaısmarladık diyerek vedalaşıyoruz ve “eskiden evler de bizler de yan yana can canaydık oğlum” cümlesini düşüne düşüne yolumuza devam ediyoruz… Yan yana ve can cana olmak her şeyiyle… Herhalde sevgi, fedakarlık, sadakat, paylaşma, cesaret bu olsa gerek…

Gesi bağları türküsünün hikayesi geliyor aklıma, derenin şırıltısında kim bilir kimlerin gözyaşları karışmıştır diye düşünürken. Leyla ile Ali’nin hikayesi.. İki sevdalının. Leyla’nın kendini bırakıp giden Ali’sini aradığı, beklediği yollarda yürürken yüreğimin yandığını hissediyorum.

Beklemenin ne olduğunu anlatır Leyla ağıtında. Gesi bağları türküsü diyoruz ama gerçekte bir ağıttır o. Bir bekleyişin, bir özlemin, bir hasretin terennümüdür. Gözyaşlarından dökülmüştür damla damla, her damla bir harf olmuş bir hece olmuş her özleyiş bir figan olmuş ve bu destansı ağıt çıkmıştır ortaya.. Gesi bağları türküsü yerine Leyla’nın ağıtı dense veya Gesi ağıtı dense yeridir. Belki de bunun için hüzün kokar Gesi bağlarının patikaları. Hala ağaçlar ağlar ki her gittiğinizde üzerinize yaprak yaprak gözyaşları damlar. Leyla’nın Ali’si gelmez. Ama Leyla bekler çünkü söz vermiştir. Ali geleceğim demiştir. Günler geçer, haftalar aylara, yıllar yıllara karışır ama Ali gelmez. Hatta öldü haberine rağmen Leyla Gesi bağlarında aranmasına devam ederek bekleyişini sürdürür. Çünkü sevgidir onunki, aşktır. Ali onun ruhudur, Ali onun gönlündeki dağdır, ağzındaki tatdır. Bekler.. Ali gelmez ama bir gün Azrail gelir. Ve Leyla Gesi bağlarında sevdasını terennüm ederek, ruhunu bekleyerek vefat eder. Gesi bağlarında yarini aranırken ağlayan Leyla’dan sonra Leyla’nın ölümüyle Gesi bağları ağlamaya başlar. Rivayet odur ki Leyla’nın vefatıyla Gesi bağları da ağlamaya başlamış, ağaçlar yapraklarını dökmüş, asmalar üzüm vermemiş, çiçekler hep birlikte solmuştur. Gesi’nin yaşlıları bu hikayeyi anlatarak Leyla’dan sonra bu bağların tadı tuzu kalmadı, bereketi kalmadı diyerek hayıflanırlar. Sevgisi kalmayan neyin-kimin anlamı ve ruhu kalabilir ki?

Sevgi ve aşk ezelde bize üflenen ruhsa, sevgi ve aşk yaratılışın sırrıysa, sevgi ve aşk aramanın, bulmanın, olmanın, kaybolmanın, ayrılmanın, beklemenin adıysa, Leyla sizin için bir mana ifade edebilir. Yoksa onun yaşadıklarını inanılmaz kabul edip, bıyık altından “hayal ve hikaye olmaz böyle şeyler” deyip geçersiniz. Asla böyle birilerinin var olabileceğine, böyle sevdaların ve sevgiyi ruhlarında taşıyan insanların olacağına ihtimal vermezsiniz. Bugün inanılmaz ve imkansız dediğimiz şeyler, gerçekte gerçekleşmesini istemeye yüzümüzün olmadığı, kendimizi layık görmediğimiz ve inanmak istemediğimiz şeyler değil mi? Gesi bağlarının patikalarında anlıyor ki insan, hala Leylalar da var Mecnunlar da.. Ama bunu bugünün sıradan insanına anlatabilmek ve açıklayabilmek çok zor. Yasak Ağacın meyvesine uzanarak nefsinin ötesine geçemeyen ve verdiği ezeli ahdi unutarak her gördüğü yasak ağaca uzanarak nefsinin arzularında kaybolan insanların, bu dünyada Leylalaşarak ve Mecnunlaşarak uzaklaştığı yere yeniden dönmenin ruhunu taşıyamayan insanların, Leyla’nın sabrını, bekleyişini ve sadakatini anlaması mümkün değildir. Aşk yanlışta cesaret değil, doğru’da sadakat ve sebattır diyor Leyla bizlere.

Gesi bağlarında yol kenarında mezarlığın yanında dualarımızı mırıldanırken birden dikkatimizi bir mezar taşı çekiyor. Hemen duruyoruz ve mezar taşının sadeliğinde adeta kayboluyoruz. Mezar taşında sadece “Böcüklünün Fadime” yazıyor. Ne ana adı, ne baba adı, ne doğum tarihi ne ölüm tarihi, ne kimin annesi olduğu, ne kimin kızı olduğu ne de kimin eşi olduğu? Hiçbir şey yok. Yalnızca Böcüklünün Fadime.. Kendi kendime işte bu da bir başka Leyla diyorum içimden. Duamı ederek oradaki manevi havayı içime çekerek gülümseyerek ayrılıyorum Böcüklünün Fadimeden…

Gesi bağlarının en orijinal taraflarından biri de kendine has mimari özellikleri ile öbek öbek etrafa yayılmış güvercinliklerdir. Güvercin bulma umuduyla her gittiğimizde maalesef sayabileceğimiz kadar güvercinin ötesinde güvercin bulamadık. Hatta öyle ki kimi yerde güvercinliklerin sayısı güvercinlerden fazlaydı. O bölgede karşılaştığımız Hasan emmiye neden güvercinler yok dediğimizde yine Leyla’yı hatırlatarak Leyla’dan sonra onunla birlikte gittiler oğlum dedi. Anadolu insanının her meseleye geleneksel ve sufice cevap verme kabiliyeti, hayatın anlamı üzerine modern-rasyonel bir bakış açısına sahip bir insan için hiçbir şey ifade etmez. Ama onun anlam haritasında, evren anlayışında büyük öneme sahiptir ve anlamlıdır. O iyi insanların güzel atlara binerek gittiklerini ve dünyanın bundan dolayı öksüz ve yetim kaldığını kabul eden tasavvuru bugünkü nesillere anlatabilmek gerçekten zordur.

Eski Gesi’nin sokaklarına girdiğinizde sizi karşılayan öksüz çeşmeler, yetim evler ve mahzun kapılar, hala bolluğun ve bereketin timsalleri olarak sizi karşılar. Yıllardır dolu dolu akan pınarları hala aynı bereketiyle çağlarken, kimsenin gelip geçmediği kapılar, bir misafir kokusuyla heyecanlanır. Eski evler yeni evlere inat hala anlamı muhafaza ediyor. Pencereden bakan nine, eşikte oturan kadın bir Tanrı misafiri heyecanıyla bakıyor gözlerinize. Aç mısınız susuz musunuz, bir çayımızı için, bir şeyler ikram edelim derken nelerden mahrum kaldığınızı, neyi kaybettiğinizi bir kez daha hatırlıyor ve “hala insan kalabilen” insanlarla karşılaşmanın hem gururunu hem de ezikliğini yaşıyorsunuz.

Gesi’den ayrılırken Gesi mezarlığındaki mezar taşları ve arkasında görünen Erciyes bize sonsuzluğu hatırlatıyor. Fuzuli’nin mısralarını hatırlayarak Gesi’ye veda ediyoruz.

“Aşk imiş her ne var âlemde İlim bir kîl u kal imiş ancak.”

Bu yazı 2010 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 45. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir