Çarşamba , 24 Nisan 2024

GOBİ – Moğolistan

Ulan Batur’da birlikte çalıştığımız arkadaşlarla baharda bir gezi yapmaya karar veriyoruz. Gidilecek yer konusunda hepimizin ortak kararı Gobi Çölü. Benim dışımdaki beş arkadaş, Moğolistanlı olmalarına rağmen Gobi’nin kumlarını hiç görmemişler. İsmini hep duyuyorduk. İnsanlar çok uzak ülkelerden buraya gezmeye geliyordu. Çok yakınında olmamıza rağmen biz henüz gitmemiştik. Gobi Moğolistan’ın neredeyse üçte birini kaplayan oldukça büyük bir çöl. Bu çölde kışın hava sıcaklığı -50 iken yazın 50’lere kadar çıkabiliyor. Bu da onu sıra dışı bir yer kılıyor. Bu anlamda Dünya’da bir benzeri daha olmayan bir çöl burası. Diğer çöller gibi tamamen kumla kaplı değil, daha çok otlak ve step. Bu step alanları az çok görmüş olmakla beraber, Gobi’nin gerçek bir çöle dönüştüğü kum tepelerini hepimiz merak ediyorduk.

Yazı ve Fotoğraflar : Emre Ozan

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (7)

Ben önce internetten kısa bir araştırma yaptım. Gobi’de gezilebilecek başlıca üç yer vardı. Bu yerlerin tamamı Moğolistan’ın Ömöngov eyaletinde yer alıyordu. ‘Gov’ kelimesi Moğolcada Gobi anlamına geliyor. Gobi içerisindeki eyaletlerin hepsinin isminde ‘gov’ kelimesi geçiyor. Ömöngov da bunlardan birisi. İnternetteki bilgilerden yola çıkarak planımızı yaptık. Gideceğimiz yer Ulan Batur’a 600 km. uzaklıktaydı. Sabah erkenden yola çıkacak, akşama Ömöngov’un başkentine ulaşacaktık. Akşam buradaki bir kamp alanında konaklayacak, sabah erkenden yakınlardaki kanyonu gezecek, daha sonra milli park içerisinden ilerleyerek akşama kumlara ulaşacaktık. Kumların olduğu kısımda da kamp alanları vardı ve ikinci gecemizde de burada konaklayacak, sabah kumlarda gezinti yapıp tekrar yola çıkacak ve üçüncü gece Ulan Batur’a yani evimize gelecektik. Yolda lokanta ve dinlenme yeri bulunmadığından, kahvaltı için biraz alış-veriş yaptık. Ana yemekler için de yolda, bir koyun alıp kesmeye karar verdik. Havaların ısınmış olmasına rağmen arkadaşlar eti iki gün rahatlıkla muhafaza edebileceğimizi söylediler. Ana öğünler için et olmazsa olmazdı. Zira yerli arkadaşlar yemekte et yemeyince doyduklarını hissetmiyorlar. Yolculuk için uçak ve otobüs alternatifi olmasına rağmen biz yolun tamamını kendi arabamızla gitmeye karar verdik. Arkadaşımızın birinde sekiz kişilik araba vardı. Yolculuğumuzu bu arabayla yapacaktık. Arkadaşlarımızın üçü, toprak yol tecrübesi de olan iyi şoförlerdi.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (6)

Bütün hazırlıklarımızı yaptıktan sonra, 10 Haziran Pazartesi sabahı saat 7’de yola çıktık. Daha şehrin içindeyken toprak yol başladı. Arabamızın deposunu alabildiği kadar benzinle doldurduk. Bu da planın bir parçasıydı. Her bulduğumuz petrol istasyonunda depomuzu fulleyecektik. 1-2 km. sonra tekrar asfalt yol başladı. Delik deşik bir yoldan ilerliyorduk. Bu yol için bir de asfalt parası ödedik. İlerledikçe etrafımızda uzayıp giden yemyeşil düzlükler ve dağlar, yer yer yolumuzu kesip geçen sürüler, tek tük göze çarpan göçebe çadırları… Güneye doğru ilerledikçe otlar sararıyordu. Zaman zaman asfalt yerine kenardaki toprak yolu tercih ediyorduk. Zira kenardaki toprak yollar asfalttan çok daha düzgündü. 30 km. sonra yol tamamen toprak oldu. On şeride kadar çıkabiliyor bu toprak yollar. Hatta bu yollar için bozkır otobanı yakıştırması yapıyorlar. Yollar bizim anladığımız manada iş makineleriyle açılmış yollar değil. İnsanlar kendi tercihleriyle buraları yol olarak kullanmış, bir süre sonra gerçekten yol halini almış. Tabi her insanın tercihi farklı olduğu için yan yana birçok yol oluşmuş. Siz de bunlardan beğendiğinizi tercih ediyor, zaman zaman da yollar arası geçişler yaparak ilerliyorsunuz. Daha önce hiç görmediğim büyüklükte sürülere rastlıyoruz. İnsana rastlamaksa oldukça güç… Öyle ki sürülerin başında çoban bile yok. Toprak yoldan saatte 40-50 km. hızla ilerlerken, ileride solda hızla giden bir cip görüyor ve şaşırıyoruz. Bazı arkadaşlar orada daha düzgün bir yolun olabileceğini, bazıları da ciplerin toprak yolda çok daha hızlı gidebildiğini söylüyorlar. Merakımızı gidermek için arabamızı o yöne sürüyoruz ve karşımıza asfalt bir yol çıkıyor. Yol, düzgünlüğüyle hepimizi hayran bırakıyor. Ulan Batur’un merkezinde bile böyle düzgün bir yola rastlamamıştık. Hiç bitmesin istiyoruz. Arabamızın camından, süzülen ve bazen taşların üzerine konmuş yırtıcı kuşlar görüyoruz. Dağ taş yemyeşil… Bir ara çok büyük bir sürünün yanından geçiyoruz. Arkadaşlar bu sürünün içerisinde iki bin kadar koyun olduğunu söylüyorlar. Bu büyüklükte bir sürüye de her yerde rastlanamayacağını ekliyorlar. Çayırlar yer yer stepe dönüşüyor. Bazen tamamen sararıyor. İleride küçük bir göl dikkatimi çekiyor ve arkadaşlara gösteriyorum. Arkadaşlar gülüyorlar. Meğer gördüğüm göl değil serapmış. Gobi’de ara sıra görüldüğünü söylüyorlar. Tabi ben ilk kez serap görüyorum.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (9)

Acıktığımızı hissedip bir at sürüsünün de bulunduğu yemyeşil çayırda kahvaltı için durduk. Seyyar gaz ocağında demlediğimiz sütlü çayla birlikte kahvaltılıklarımızı yiyip biraz dinlendikten sonra tekrar yola devam ettik. Yüz km. kadar gittikten sonra asfalt yolumuz bitti ve toprak yola indik. Arkadaşlardan biri yol için “rüya gibiydi” yorumunu yaptı. Zaten asfalt yola ilk çıktığımız zaman bunun bir serap olabileceğini söyleyenler de olmuştu. Geniş çayırlarda tek başına ya da ikişerli gruplar halinde bekleşen turnalar gördük. Daha önce doğal ortamında hiç turna görmemiştim.
200 km. de otlar iyice azalıyor, yerini kum ve çakıllara bırakıyor. Etrafta, motosikletlerini park etmiş, bir şeyler toplayan insanlara rastlıyoruz. Biz de arabamızı park ediyor ve yaklaşıp ne topladıklarını soruyoruz. Cevap şaşırtıcı; taş. Farklı renk ve şekillerde çakıl taşları… O kadar çakılın arasından sıra dışı olanları bulup topluyorlar. Bu taşları kilosu beş dolardan Çinliler alıyormuş. Biz de hatıra için biraz taş toplayıp tekrar yola devam ediyoruz. 20 km. sonra ilk kez bir kasabaya giriyoruz. Ulan Batur’dan ayrılalı neredeyse 240 km. olmuş, ama rastladığımız ilk kasaba burası. Biraz daha gidince Dundugov eyaletine giriyoruz. Dundugov; orta gobi demek. Başkenti Mandalgov. Burada kısa bir gezinti yapıp fazla oyalanmadan tekrar yola koyuluyoruz. Şehirden biraz uzaklaşınca güzel bir yerde durup öğle yemeğimizi yiyoruz. Toprak yoldan ilerlerken çok sevimli iki tane tilki yavrusuna rastlıyoruz, hoplaya zıplaya uzaklaşıp gidiyorlar. Etrafımızda uçsuz bucaksız düzlükler… Ara sıra göçebelere yol soruyoruz. Saat sekiz gibi iki küçük çoban görüyoruz. Arkadaşlar onlara satılık koyunları olup olmadığını soruyor. Atla gezen bu küçük çobanlar, bizi babalarının yanına götürüyor. Küçük bir ev, bir çadır ve bir tane eski otobüsü yaşam alanı olarak kullanan tek başına, yerleşik bir aile… Koyundan anlayan iki arkadaşımız, adamla birlikte sürünün yanına gidip yaklaşık 90 dolara gayet güzel bir koyun alıp geldiler. Arkadaşların hepsi kasap sayılır. On beş-yirmi dakika içerisinde koyunu kesip hazır hale getiriyorlar. Moğol ev sahibimize derisini ve işkembesini veriyoruz. Biz koyunu keserken bir kova getirip kanını dolduruyor. Moğollar hayvanların kanından sucuk ve çorba yapıyorlar. Boşa gidince de çok üzülüyorlar. Biz koyunla uğraşırken çocuklar motosikletle gidip, yakındaki kuyularından su bidonumuzu doldurup geldiler. Yol üstü olmayan bir yerde yaşıyorlar ve muhtemelen pek az insan görüyorlar. Bu arada, hepsi aynı zamanda iyi birer binici olan arkadaşlar, bir süre ata bindiler. İkisi zaten çocukken yarışçıymış. Burada at yarışına on yaş altı çocuklar katılıyor, genelde altı-yedi yaş civarı oluyorlar.
Akşam yemeğinde koyunumuzun ciğerini kavurup yedik. Koyunun etlerini de derisine serip biraz kuruttuktan sonra arabamıza koyduk. Saat on civarı yemeğimizi yemiş olarak oradan ayrıldık. Ev sahibimiz çok misafirperverdi. Sanki Anadolu’nun bir köyündeymişiz gibi hissettirdi bize. Ayrılırken amcaya yolu sorduk. Gece olmuştu. Yol, bilmediğiniz bir yol ise geceleri genelde kaybolursunuz. Ben daha önce birkaç kez kaybolmuştum. Çok şeritli toprak yollardan ilerliyorsunuz, bazen paralel yoldan gittiğinizi zannederken yolun küçülüp kaybolduğunu görüyor ve sonunda ana yoldan tamamen ayrıldığınızı fark ediyorsunuz. Tekrar ana yolu bulmak da bir hayli zor oluyor. Arkadaşların toprak yol tecrübesi vardı ve bu detayları çok iyi biliyorlardı. Bu yüzden nasıl bir yol izlememiz gerektiğini amcadan güzelce dinlediler. Kaybolmamak için tek bir yöntem vardı; elektrik direklerini takip etmek. Biraz ileride elektrik direklerini bulacaktık ve bu direkler bizi istediğimiz yere götürecekti.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (11)

Yola koyulduk. Amcanın tavsiyesi üzerine direkleri takip ediyorduk. Bir ara bir tilki yolumuzdan koşmaya başladı. Türkiye’deki gibi turuncu değildi. Rengi kurda benziyordu, ama boyu ve yapısıyla tilki olduğu fark ediliyordu. Yaz olmasına rağmen tüyleri henüz dökülmemiş, kuyruğu kalın ve kabarık olan çok güzel bir tilki…

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (12)

Koşusunu izlemek zevk veriyordu. Şoför koltuğundaki arkadaş da benim gibi düşünmüş olacak ki tilkiyi takip etmeye başladı. Tabi, tilki biraz sonra yoldan ayrıldı, biz de peşinden gittik. Gobi’de, yoldan çıkınca bir şey olmuyor. Zemin kum ve çakıl ile örülü, oldukça sert. Genel olarak engebe yok. Tilkiyle biraz yarıştık. Tilki, saatte rahat 60 km. hız yapıyordu. Aslında biz de iyi basıyorduk, ama onun manevra kabiliyeti bizden çok iyiydi. Kısa bir kovalamacadan sonra tekrar yolumuza döndük. Yol boyunca tavşanlar, yer sincapları, tarla fareleri yolumuzu kesip geçiyorlardı. Lakin yol çok kötü ve rahatsız ediciydi. Buradaki bütün yollar böyleydi aslında. Şayet yol biraz eskimişse, yolda 30 cm. aralıklarla aynı standartta kasisler oluşuyor, çok büyük paletleri olan buldozer geçmiş gibi. Böyle bir yolda amortisörleri iyi olan bir cipiniz varsa, saatte 80 km. üzeri hızla gidince pek hissedilmiyor. Şayet böyle bir aracınız yoksa saatte 20 km’nin altında hızla gitmeniz gerekiyor. Aksi halde bu kasisler sizi helak ediyor. İnsanlar da bu yüzden ana yolun yanına yeni paralel yollar açıyor. Direkleri takip eden anayol bu kasislerle doluydu ve biz de iyice rahatsız olmuştuk. Böyle olunca paralel yollardan birini tercih ettik. Oysa misafiri olduğumuz amca bize yolu terk etmememizi tavsiye etmişti, ama problem değildi zira yola uzak değildik ve direkleri görebiliyorduk.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (13)

Bir süre sonra direkleri göremez olduk ki zaten ara sıra bunu yaşıyorduk. Yolumuza devam ettik, yol iyice küçüldü ve sadece iki tekerlek izi kaldı. Anayoldan uzaklaştığımızı fark ettik. Arabamızla bir daire çizdik, ama hiçbir yerde elektrik direği gözükmüyordu. Biz, nasıl olsa sağa doğru açılmışızdır deyip, biraz sola ilerledik, bu sefer o iki tekerlek izi de kayboldu. Gecenin karanlığında, ıssız çölde tek başımızaydık. Arabamızı sağa sola sürüyor ve yola dair bir iz arıyorduk. Yönümüzü de kaybetme riskimiz vardı. Bulmak istediğimiz şey, her hangi bir yoldu sadece. O yol bizi daha büyük bir yola götürür diye umut ediyorduk, ama nafile. Gobi’nin ot ve çakılla örülü düz zemininde sağa sola bakınarak ilerliyorduk. Birden karşımızda bir deve belirdi. Buraya has çift hörgüçlü Gobi devesi… Burada başıboş gezen deve sürülerine rastlamak sıra dışı bir şey değildir. Lakin bu deve alışılmışın dışında tek başına dolaşıyordu. Acaba o da mı yolunu kaybetmişti? Arkadaşa dedim ki: Yol soracak kimsemiz yok, bari şu deveye soralım. O da Moğolca olarak selamlaştıktan sonra yolu sordu. Deve zıplayıp koşmaya başladı. Biz de arkasından gittik. Evet bir yolun üzerine çıkmıştık. Hem de işlek bir yoldu. Bu yolu biraz takip edince kaybettiğimiz direklerimizi de bulduk. Çok sevinmiştik. Sanki bütün yol çilesi bitmiş ve varmak istediğimiz yere ulaşmıştık. Sonra yol kötü de olsa direkleri terk etmeden aynı yolu takip ettik. Gece konaklamayı planladığımız yere varabilmek için daha çok yol kat etmemiz gerekiyordu. Az ileride bir kasabanın ışıkları görünüyordu.
Saat bir olmuş ve iyice yorgun düşmüştük. Arkadaşlar zaten çoktan uyuya kalmıştı. Biz de arabayı durdurup uyuduk. Koltuklar, rahatsız ediciydi. Hava, rüzgârlı ve soğuktu.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (14)

Sabah 4:30’da kalkıp yola koyulduk. Ömöngov sınırları içine girmiştik. Gobi’de güneş, arkamızdan doğuyordu. Yollar çok kötüydü, hangi yolu denesek hep aynı kasisler… Önümüzde, uçuşan keklik sürüleri, koşuşan tilkiler… Ancak 20-30 km. hızla gidebiliyoruz. Gobi, daha bir çöle benzemeye, ot ve çakılın yanı sıra kayalıklar da gözükmeye başladı. Bu arada deve sürüleri de artmıştı. Altayların başlangıç noktasına kurulmuş olan Dalanzadgad şehri gözüküyordu artık. Hepimiz çok sevindik. Sabah, 8:30’da şehre girdik. Güzel bir şehirdi. Çölün başkenti olarak da bilinen bu şehir, Ömöngov eyaletinin başkentiydi. Çölün ortası olmasına rağmen güzel yeşillendirilmişti. Şehrin hemen yanında, sırt sırta vermiş siyah kayalıkların oluşturduğu Altaylar yükseliyordu. Kumların içinden, birden yükselen bu dağlar batıya doğru uzanıyor, Moğolistan sınırları dışına çıkıp, Rusya’ya ilerliyordu. Rusya içlerinde bu çıplak siyah dağlar, Kuzey yarım kürenin belki de en güzel ormanlarından birine ev sahipliği yapıyor ve muhteşem bir yeşile bürünüyordu. Şehrin müzesini gezdik. Moğolistan’daki dinozorlar bu şehirden çıkmış. Bu müzede de birkaç dinozor fosili vardı.
Dalanzadgad yakınlarında, Altayların içinde, görmeyi planladığımız yerlerden olan ‘Yolinam’ isminde güzel bir kanyon vardı, oraya doğru yola çıkıyoruz. Yolinam; yüksek vadi demek. İnsanlara yolu soruyoruz. Gösterdikleri yöne doğru ilerliyoruz, ama bir tane bile tabela yok. Şehrin biraz dışında kahvaltımızı yaptık. Kahvaltıda çayla birlikte et kavurması yedik. Kanyona doğru gidiyoruz, ama yol yok. Varsa da o yolu bilen yok. Sorduğumuz insanlar bize dağları gösteriyor sadece. Biz de dağlara doğru sürdük arabamızı. Daha evvel birkaç arabanın geçmesiyle ezilmiş çayırları yol kabul ederek… Dağlara iyice yaklaştığımızda bir yol bulduk. Vadiye ücretli bir girişten girdik. Bir anda bitki örtüsü değişti. Bambaşka bir yerdeydik. Sarı çiçeklerle bezeli, yemyeşil bir vadinin içinde bulduk kendimizi. Doğu Karadeniz’in yüksek yaylalarını andırıyordu. Garip olan ise, Gobi Çölü’nün ortasında olmamızdı. Bu eşsiz manzarayı görmek için, bunca yola katlanılır dedik hep bir ağızdan. Türkiye’de belki bu manzaranın birçok benzeri vardı. Lakin Çölde toz toprak içerisinde o kadar yol teptikten sonra böyle bir manzarayla karşılaşmak, insanı hem şaşırtıyor hem de çok mutlu ediyor ve manzaranın kıymetini katlıyordu. Vadi içinden 10 km. kadar arabamızla etrafı seyrederek, yavaş yavaş ilerledik. 10 km. sonra arabamızdan indik ve aynı güzellikteki vadide üç km. kadar da yürüyerek ilerledik. Vadi iyice daralıyordu.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (15)

Etrafımızda çok büyük kayalıklar yükseliyordu. Önümüzde, otlayan ve yaklaşınca yuvalarına kaçışan çok sevimli kemirgenler vardı. Vadiye gitmek için at da kiralanabiliyordu, ama biz yürümeyi tercih ettik. Vadi iyice daralıyor ve ortasından küçük bir dere akıyordu. Biraz daha ilerlediğimizde bu dere büyük bir buz kütlesine dönüştü. Bu vadi, içerisinde dört mevsim buz barındırmasıyla biliniyor. Haziran ortası olmasına rağmen buzlar erimemişti. Zira vadi çok dardı ve buzullar neredeyse hiç güneş görmüyordu. Gerçekten eşsiz bir manzarayla karşı karşıyaydık. Buzların üzerinde bol bol hatıra fotoğrafı çektirdik. Saat altıda vadiden çıktık.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (16)

Hongorin Els’e gitmek üzere yine yol sorduk. Tarife göre yola koyulduk. Hongorin Els; Hongor kumları anlamına geliyor. Yani çölün tamamen kum olduğu kısma gidiyorduk. Yolumuz Altayların içinde daracık bir vadiden ilerliyordu. Etrafımızdaki manzara güzeldi, ama yolumuz çok kasisliydi ve alternatif yol yoktu. Bu kasisli yolu yavaş yavaş giderek tamamladık. 7:30’da akşam yemeğimizi yedik. Menüde sabahtan terbiyelediğimiz kuzu şiş vardı. Yanımıza mangal ve kömür almayı da ihmal etmemiştik. Şiş çok güzel olmuştu. Hepimiz çok beğendik. Üstüne de güzel bir çay içince yolun bütün yorgunluğu ve stresi uçup gitti. Sonra tekrar yola koyulduk. Yol sorduğumuz bütün insanlar bize fazlasıyla yardımcı oluyordu. Hem köyde yaşayan insanlar hem de göçebeler oldukça iyi insanlardı. Gece gidebildiğimiz kadar yol gitmeye karar verdik. Muhtemelen kalacak yer bulamayacak ve uykumuzun geldiği yerde arabamızı durdurup iki büklüm uyuyacaktık. Saat bire kadar yolculuk yaptık. Dalanzadgad’dan itibaren 190 km. yol kat etmiştik. Müthiş bir rüzgâr esiyordu. Hem çok ses geliyor hem de arabamızı bir hayli sallıyordu. Ürpertici bir atmosfer vardı. Ara sıra cama yağmur taneleri de düşüyordu. Zifiri karanlıkta nerede olduğumuzu bilmeden uykuya daldık.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (17)

Sabah saat dört buçukta kalktık. Hava ağarmaya başlamıştı. Evet, kumlar karşımızdaydı. Biraz daha yolumuz vardı, ama hedef çok yakınımızdaydı. Kumlara doğru sürdük arabamızı. En arkada uzayıp giden siyah renkteki Altaylar, onun önünde yine sıra dağları andıran beyaz kum tepeleri ve daha önde yeşile çalan step… Bu güzel manzara eşliğinde ilerliyorduk. İçerisinde bulunduğumuz yer Gurvan Sayhan isimli bir milli parktı. Moğolistan’ın en büyük milli parkı… Burada birçok vahşi hayvan yaşıyordu. Bunların en değerlisi, nadir bir tür olan kar leoparıydı. Gizemli bir hayvan olmasına karşın, yine de bu güzel hayvanı bulup fotoğraflayanlar olmuş. Hava ağarmış, ama henüz güneş doğmamıştı. Sessiz sakin ilerlerken önce şoförden bir çığlık koptu ‘zerler’… Sonra hani nerede bağrışmaları… Önde oturduğum için ben zaten bir şeyler görüyordum, ama ne olduklarını seçememiştim. Zerin ne olduğunu da bilmiyordum. Zaten hava da pek aydınlık değildi. Biraz yaklaşınca bunların ceylan olduklarını fark ettim. Zer; Moğolcasıydı. Dört tane ceylan, hafif bir tempoyla önümüzden koşup gitti. Çok güzel ve narin hayvanlardı. Sonra iki tane daha, peşinden bir tane daha… Bizden yeteri kadar uzaklaştıklarında otlamaya başladılar. Biz de biraz seyredip yolumuza devam ettik. Biraz ileride dört ceylan daha yolumuzu kesti. Bunlar daha yakında durdular. Ben öncekilerin fotoğrafını çekmeyi denemiş, ama iyi bir kayıt alamamıştım. Bu sefer, biraz daha iyice birkaç kare fotoğraf çektim. Hem güneşin henüz doğmamış olması, hem de ekipmanımın bu iş için uygun olmayışı yüzünden fotoğraflar güzel değildi, ama en azından fotoğraftakilerin ceylan olduğu belliydi. Eskiden bu sürüler çok kalabalık gezermiş. Bin-iki bin ceylanlık sürüler olurmuş, ama biz böyle bir süreye rastlayamadık. Bu arada yol iyice bozulmuştu. Hep böyle bozuk yolda gittiğimiz için de arabamızın amortisörleri işlevsiz hale gelmişti. Bu yüzden araba iyice alçalmış yoldaki küçük taş ve tümseklere bile dokunur hale gelmişti. Ancak saatte 10 km. hızla ilerleyebiliyorduk.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (1)

Saat yedi civarı Gobi’nin beyaz kumlarına ulaştık. Kum tepeleri, enfes bir manzara sunuyordu. Sabah erken geldiğimiz için, çölde tek bir ayak izi bile yoktu. Güneş, yeni doğuyor ve kumları yer yer pembe bir renge bürüyordu. Bol bol fotoğraf çektik. Yalın ayak yürüdük. Kum tepelerinden aşağı doğru koşuştuk. Kumlar içinde yatıp yuvarlandık. Hasılı bu tertemiz kumların üzerinde bir hayli eğlenip çölün tadını çıkardık. Hem sabah olması hem de hayli kuzeyde olmamızdan dolayı hava da serindi. Bütün arkadaşlar gibi ben de ilk defa çöl üzerinde geziniyordum. Bütün kum taneleri sanki standart büyüklükteydi. Çok farklı ve çok güzel bir manzaraydı. Yanımıza hatıra olarak biraz çöl kumu alarak saat dokuz gibi kum tepelerinden indik. Tepelerin hemen yanında akan nehrin kenarında kahvaltı yaptık. Menüde yine et ve çay vardı. Bu arada her tarafımıza kum dolmuştu. Nehirde saçlarımızı yıkayıp biraz olsun kumlarımızdan arındık. Burada iki saat kadar dinlendikten sonra, tekrar sora sora yolumuzu bulup ilerledik. Biraz ilerlediğimiz de yine bir göçebeye yolu ve nerede su bulabileceğimizi sorduk. Adam, bize suyun yerini tarif etmek yerine kendi suyunu verdi. Şaşırmış ve sevinmiştik. Çünkü Ulan Batur’da yaşayan insanlar bu kadar sıcak ve yardım sever değildi.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (2)

Geldiğimiz yoldan dönmüyorduk Ulan Batur’a. 170 km. ileride Bogd adında bir kasaba olduğunu söylüyor, yol sorduğumuz insanlar. Ara ara rastladığımız köy ve kasabalar bize doğru yolda olduğumuzu gösteren işaretlerdi. 100. km’de kendimizi muhteşem bir kanyonun içinde bulduk. Bu, Altayların içerisindeki birçok kanyondan birisiydi. Kanyonun çıkışındaysa bizi tamamı otlarlara kaplı çok müthiş bir düzlük karşılamıştı. Otların rüzgârla dalgalanışı ve düzlüğün uçsuz bucaksız oluşu tam bir denizi andırıyordu. Görüş mesafemiz çok fazlaydı. Düzlüğe hafif yüksekten bakıyorduk. Ortası biraz çukur, kenarları yüksekçe olan bu düzlükte, çok uzak mesafeleri bile görebiliyorduk. Daha önce bu ölçüde büyük bir düzlükle karşılaştığımı hatırlamıyorum. Türkiye’de nem ve toz gibi şeylerden dolayı hem görüş mesafesi az oluyor, hem de baktığınız düzlük kırk-elli km. sonra ufukla buluşuyor. Burada ise hem görüş mesafesi daha fazla, hem de düzlüğün ortası çukur olduğundan ufukla birleştiği nokta çok daha ileride.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (10)

Yollarda, hep motosikletle seyahat eden Moğollara rastlıyoruz. Benzinimiz bitmek üzere. Her karşılaştığımız insana kasabayı soruyoruz. Deniz gibi düzlüğün içerisinde ilerlerken etrafımıza bakıyoruz. Çok uzak mesafeleri görebiliyor olmamıza rağmen, kasabaya dair hiç bir emare yok. Benzinimiz her an bitebilir. Tedirgin bir şekilde ilerliyoruz. Birden, bir anten belirdi. Sanırım bir baz istasyonuydu. Bu, kasabanın varlığına delalet ediyordu. Birden içimden kara göründü diye bağırmak geldi. Denizcileri ilk kez anlıyordum. Umutların neredeyse tükenmeye başladığı bir anda kasaba karşımızdaydı. Şayet kasabaya ulaşamazsak benzinimiz bitecek ve çölün ortasında kalacaktık. Telefonlarımız da çekmiyordu ve yaya olarak bir yere de gidemezdik. Denizde kara neyse, Gobi’nin ortasındaki bir kasaba da aynı şeydi bizim için. Buralarda tek tekerlek izinden oluşan motosiklet yolları vardı. Bunları takip ederek kasabaya vardık. Benzinimizi alıp buradan ayrıldık. Yine bir nehir kenarında yemek molası verdik. Menüde köce çorbası vardı. Köce çorbası, Kazakların sıkça yaptığı bir yemek. Haşlanmış olan etin suyuna uzun erişteler ya da birkaç yerinden kırılmış spagettiler atılıyor. Varsa patates, havuç, lahana da ekleniyor. Böylece leziz ve doyurucu bir et yemeği çıkıyor ortaya.

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (3)

150 km. gittikten sonra yine asfalt yol başladı. Asfalt yol paramızı verip, yola girdik. Yol delik deşik ve engebelerle doluydu. Tam hızlandığınız zaman karşınıza birden bir çukur ya da engebe çıkabiliyordu. Hayli zorlu bir yoldu. Gece boyu ilerlemeye devam ettik. Uyumak için mola vermedik. Arada bir şoför değişikliği yapıyorduk sadece. Ortalık aydınlanıyordu, Ulan Batur’a yaklaşıyorduk. Yaklaştıkça da yol kenarındaki yeşillikler artıyordu. Etrafta at sürüleri daha sık görünmeye başladı. Bazen çok büyük sürülere denk geliyorduk. Bunlardan bir tanesi üç yüz civarında atın bulunduğu muhteşem bir sürüydü. İlk kez bu büyüklükte bir at sürüsü görüyordum. Bu geziyle birlikte birçok ilk yaşamıştım. Dağ tepe yemyeşildi. Ulan Batur’un farklı bir yeşili var. Gobi’de de otlar ve çayırlar vardı ama daha açık yeşil hatta bazen sararmış oluyordu. Ama Ulan Batur civarı daha koyu bir yeşile sahipti.  Ve Perşembe sabahı 9:45’te şehre giriyoruz. Tam olarak 1585 km. yol kat etmişiz…

gezgindergi-dunya-gobi-mogolistan (4)

GOBİ  Moğolistan – Bu yazı 2015 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 95. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir