Salı , 16 Nisan 2024

Gökçeada

Yazı ve Fotoğraflar: Hilal Korucu

16. yüzyılın ünlü denizcisi Piri Reis Kitab-ı Bahriye isimli eserinde “ İmroz’un karşısındaki Rumeli’nde, Ece Ovası sahillerinden Boğaz’a gelinceye kadar, eskiden de şimdi olduğu gibi gözcüler varmış. Adanın imar edilmesi de Ece Ova’daki bekçilere haber vermek içinmiş. Adadaki bekçiler denizde kaç gemi görürler ise gündüz duman ve gece ateş ile işaret verirlermiş. Ece Ova’daki bekçiler bu işareti alır almaz ona göre Rumeli tarafına işaret vererler böylece haber bir saatte Konstantiniyye’ye ulaşırmış. Konstantin’den sonra bu şekil uzun müddet devam etmiş. Fakat bir gün Venedik gemileri bir fırsat kollayıp adayı almışlar Fatih Sultan Mehmet zamanına kadar ellerinde kalmış… “

En uzaktaki en büyük parçamız

Ege Denizi’nin kuzeyinde, Türkiye’nin en büyük adası İmroz. Yeni adıyla Gökçeada, aynı zamanda anakaraya en uzak kara parçası Türkiye’nin. Gelibolu Yarımadası’nın tam karşısında olan adaya Kabatepe Limanı’nan feribot ile geçilebiliyor. Yaklaşık iki saat süren yolculuğun ardından, adanın kuzeydoğu ucundaki Kuzu Limanı’ndan toprağa ayak basılıyor.  Uzaktan adaya bakınca nispeten çorak bir bitki örtüsü ve yoğun olmayan yerleşim dikkati çekiyor. Sonrasında içerilere doğru ilerledikçe  pembe zakkum çiçekleri, başta zeytin olmak üzere yer yer yoğun bitki örtüsü kendini gösteriyor. İnişli çıkışlı, kıvrım kıvrım yollar, tepelerin arasından adanın dört bir yönüne uzanıyor. Çanakkale’nin bir ilçesi olan 285 m²’lik Gökçeada’nın 91 km’lik kıyı şeridinde, birbirinden güzel çok sayıda koy ve kumsal bulunuyor.

Efsaneler Adası

Gökçeada ile ilgili kaynaklarda çok eski bir yerleşim yeri olduğu ve hatta Homeros’un Truva savaşlarını anlattığı meşhur eseri İlyada destanında Poseidon’un adası olarak geçtiği belirtiliyor.  Yine Homeros’un  eserinde İmroz Pepaloessa “ dalgalı “ olarak geçiyor. Ada, Anadolu Yarımadası’na olan yakınlığı ve konumu itibariyle bu coğrafyada bulunmuş hakim güçler için her zaman önem taşıdığı aşikar.  Ada’ilk kuruluşuna dair kesin bilgiler olmamakla birlikte, M.Ö.  500’lerde Atina Şehir Devleti, sonrasında da Delos Birliği’ne katıldığı belirtiliyor. Roma ve Bizans İmparatorluğu’nun hakimiyetine giren İmroz, Latin istilasından kurtulamamış. Stratejik konumu bakımından Karadeniz ile bağlantı kurmak isteyen Venedik ve Cenevizliler de adanın hakimiyetini ellerine almak için mücadele etmişler.

İmroz’un Türkler ile tanışması

Adanın Türkler ile tanışması ise İstanbul’un fethinden üç yıl sonra gerçekleşti. Fatih Sultan Mehmet tarafından 1456 yılında Osmanlı topraklarına katılan İmroz Adası, Balkan Savaşları sırasında İtalyanların, 1. Dünya Savaşı esnasında İngilizlerin ve sonrasında da kısa bir süre Yunanistan’ın hakimiyeti altında kaldı. 1923 yılında ise imzalanan Lozan Antlaşması ile Türkiye’nin topraklarına dahil oldu. Ağırlıklı olarak Rumların yaşadığı İmroz’un adı 1979 yılında Gökçeada olarak değiştirildi. O dönemler  ağırlıklı olarak Rumlardan oluşan ada, nüfus mübadelesine dahil olmamış. Buna rağmen özellikle 1970’li yıllardan başlayarak Rumlar, adayı terk etmeye başlamış. Devletin iskan politikalarının da etkisi ile adanın nüfus yapısı giderek değişmeye ve Türklerin ağırlıklı olarak yerleştiği bir yer olmaya başlamış. Süreç sonrasında bugün ada da sahipleri tarafından boşaltılmış evlerin olduğu köyleri görmek mümkün. Birbiriyle uyumlu göze hoş gelen bir mimariye sahip olan bu evler, tüm ıssızlıklarına rağmen sahiplerinin hatıralarını ayakta tutmak istercesine zamana direniyor.  Toprak rengi duvarları, kırık dökük pencereleri, boş sokakları ile  hayal gücünüzle doldurmanız için size zamanın ötesine uzanan bir kapı aralıyor sanki bu evler. Koruma altına alınan bu eski Rum köylerinden bazılarında hayat yeniden filizlenmeye başlamış, bazılarında ise kesintiye uğramaksızın  devam ediyor. Fakat modern zamanların o bozarak değiştirme etkisinden tam olarak kurtulamamış. Her biri kendi hikayesini anlatan yaşlı nineler gibi duran bu evlerin duvarlarına takılmış çanak antenler bir anda sizi zamanın kadim hatıralarından koparıp alıyor. Keza çarpık kentleşmenin pervasızca kendini var etme çabası da adadaki bu tarihi dokuyu zedeleyen unsurlardan biri olarak karşımıza çıkıyor.

Rum kültürü  köylerde yaşıyor

Bir tepenin yamacında zeytin ağaçlarının arasında ağırlıklı olarak Rumların yaşadığı Zeytinli Köyü’nde, Madam’ın dibek kahvesini içmek, gözü ve gönlü yoran tüm unsurlardan uzaklaştırabiliyor sizi. Eski adı Ayatodori olan bu köy aynı zamanda adanın en çok ilgi gören yerlerinden biri. Evlerin bir kısmı butik otel haline getirilmiş. Sakızlı muhallebi ve dibek kahvesini, Rum ezgileri eşliğinde tadabileceğiniz mekanlarda başlayan muhabbet, taş döşeli sokaklardaki ağır ağır yürüyüşlerle daha da keyifli hale geliyor. Zeytinli gibi ağırlıklı olarak Rumların yaşadığı köylerden biri de Tepeköy. Eski adı ile Agridia,  adanın en yüksekte kurulmuş olan köyü. Ağustos ayında hem yerleşik hem de dünyanın dört bir yanından gelen Rumların katıldığı Meryem Ana etkinlikleri düzenleniyor. Köyün sokaklarında gezinirken yer yer rastlanılan terk edilmiş evlerin kapı ve pencerelerinden başınızı uzattığınızda ufak tefek eşyalar, çürümüş zeminler, paslanmış demirler, tüm savunmasızlığına rağmen kapılara takılmış kilitler, terk edilişin trajedisini vurguluyor.   Tepeköy’den adanın orta kesimlerine doğru bakıldığında baraj gölü enfes bir manzara sunuyor. Köyün girişindeki İspilya, kaynak suyu ve asırlık çınarı ile serinlemek ve piknik yapmak isteyenlerin gözde mekanı. Köyün denize bakan yamacından tüm heybetiyle Semadirek Adası ve sahil boyunca uzanan koy ve burunlar izlemeye değer bir seyir sunuyor.

Bir zamanlar Türkiye’nin en büyük köyüydü

Yaşamın devam ettiği bu yerleşimlerin yanı sıra Adanın en eski köyü İshinudi şimdilerde yaklaşık 600 boş hanesi ile zamana direniyor. Yeni adı ile Dereköy olan bu yerleşimde 1950 60’lı yıllarda nüfus ve hane olarak Türkiye’nin de en büyük köyüymüş. Şimdilerde ortasından geçen yol ile ikiye bölünmüş olan köyün güney tarafta kalan bölümünde  insanların yaşadığı mekanlar olmasına rağmen, çok büyük bir kısmı boşaltılmış evlerden oluşuyor. Bunlardan birçoğu da yıkılmak üzere.  Tüm harabeliğine rağmen yol kenarındaki kilisede köy ahalisinin katıldığı Pazar ayinleri yapılıyor. Kilisenin hemen yanındaki çamaşırhanede de hala çamaşır yıkanıyor. İlginç bir mimariye sahip olan bu yapıda suyu ısıtmak için duvara oyulmuş ocaklar ve yıkama teknesi olarak kullanılan ortası çukur büyük taşlar dikkat çekiyor. Anlaşılıyor ki çamaşırhane aynı zamanda köylüler için bir sosyalleşme olarak kullanılıyor.

Gökçeada’da bir Anadolu mozaiği

Eski yerleşimlerin yanı sıra  iskan hareketleri neticesinde Anadolu’nun farklı yerlerinden gelen insanların yaşadığı köyler meydana gelmiş adada. Trabzon’un Çaykara ilçesinden insanların  getirilerek yerleştirildiği Şahinkaya bu köylerden biri. Burada kendi yaşam dinamiklerini oluşturan Çaykaralılar ağırlıklı olarak tarım ile uğraşıyor. Mevcut Belediye Başkanı Yücel Atalay’ da Çaykara doğumlu. Anadolu’dan adaya göç edenlerin yer aldığı köylerden biri de Uğurlu.  Muğla ve Burdur kökenli olan köy halkı tarım ve pansiyonculuk ile geçimini sağlıyor. Ayrıca devletin çeşitli kurumlarının dinlenme tesislerinin köy sınırları içerisinde olması, yerleşime ayrı bir hareketlilik katıyor. Uğurlu Köyü’nü değerli kılan bir başka husus ise 1.5 km uzunluğunda ve hiçbir yapının yer almadığı  sahil şeridi. Gizli Liman da bu sahil şeridinde yer alıyor. Şirinköy de aynı şekilde Bulgaristan’dan göç edenlerin yaşadığı bir yerleşim alanı.

Sörf meraklılarının yeni gözde mekanı

Gökçeada’nın gelişimi için yeni bir seçenek olarak son yıllarda ortaya çıkan rüzgar sörfü, Aydıncık Sahili’ni adanın cazibe merkezlerinden biri haline getirmiş. Kuzey güney rüzgar koridoru üzerinde olan sahil, amatör ve profesyonel sörfçülerin bir arada spor yapmasına olanak sağlıyor. Aydınlı Sahili, arkasına aldığı Tuzgölü ile doğal güzelliğine yeni bir kazandırıyor. Yaz aylarında sıcakla birlikte kuruyan gölde siyah renkli çamur oluşuyor. İçerdiği mineraller itibari ile çeşitli hastalıkların alternatif tedavisinde kullanılan bu tuz çamuru, bölgede yaşayan insanların tuz ihtiyacını da gideriyor.  Göl yılın farklı mevsimlerinde göç eden kuşlara da ev sahipliği yapıyor.

Geçmişin çerçevesinden bugüne bakmak

Çok eski bir yerleşim alanı olan Gökçeada’da ilk sistemli arkeolojik kazı Yenibademli Höyüğü’nde yapılmış. Kaleköy bölgesinde bulunan orta büyüklükteki bu höyükten çıkarılan kalıntılardan bölgedeki yerleşimin 5000 yıl öncesine dayandığı anlaşılıyor.  Bu anlamda henüz tam olarak keşfedilmemiş olan adada, Aydıncık yakınındaki Kokina mevkiinde Roma dönemine ait olduğu belirtilen iki kişilik kaya mezar bulunmuş. Adanın dikkat çeken tarihi kalıntılarından biri de İskiter Kalesi. Kaleköy’ün ismini aldığı bu tarihi yapı,  Çınarlı Ovası’na hakim bir konumda bulunuyor. Aynı zamanda Yıldızkoyunu’da tepeden gören kalenin büyük bir bölümü yıkılmış, kalan surlar da büyük oranda tahrip olmuş. Kale duvarlarında açılmış gediklerin yarattığı doğal çerçeve içerisinde Aşağı Kaleköy, Yenibademli, Eskibademli ve Zeytinli köylerini temaşa etmek mümkün. Kalenin hemen altındaki Yukarı Kaleköy’de tam bir yapılaşma karmaşası bulunuyor. Eski evler ile yenilenen yapıların birbirine uyumsuzluğu nahoş bir görünüm yaratıyor. Ulaşımın biraz uzun olduğu Gökçeada’ya uçak seferlerinin olduğu havaalanı da İskiter kalesinden görünenler arasında. Bu mevkide bulunan Yıldızkoy Gökçeada’nın en cazip seyir alanlarından biri. Özellikle kaleden görünüşü büyüleyici.  Bu koy Türkiye’nin ilk Su Altı Milli Parkı olma özelliğini de taşıyor.

Şehir merkezi tipik bir Anadolu kasabası

Anlatmaya köy ve civarlarından başladığımız Gökçeada’nın ilçe merkezi Çınarlı, Cumhuriyet, Fatih ve Yeni Mahalle mevkilerinden oluşuyor. Resmi daire ve alışveriş mekanlarının yer aldığı ilçe merkezinde Osmanlı dönemine ait Merkez Camii ve Fatih Cami’leri bulunuyor. Ayrıca merkez de iki de kilise mevcut.  Şehir merkezi adanın tarihi ve kültürel özelliklerini çok yoğun yansıtmıyor. Yeni yapılaşma özelliklerinin daha yoğun hissedildiği Gökçeada ilçe merkezi bilindik bir Anadolu kasabası görünümünde. Adalıların geçim kaynağı, ağırlıklı olarak tarım ve turizm. Özellikle zeytincilik, bağcılık, arıcılık, organik tarım, balıkçılık önde gelen uğraşılardan. Yıllık sıcaklık ortalaması 20 derece olan adanın Güneyinde Akdeniz, kuzeyinde ise Marmara iklimi hakim. Bu sebeple farklı alanlarda tarım ve hayvancılık olanakları da sunuyor ilçe halkına. İmroz Adası’nda zeytinyağlı ve balık çeşitleri mutfaklarda ağırlıklı olarak yer alıyor. Bu coğrafyanın sembollerinden olan keçilerde eti ve sütü ile buranın menülerinde hatırı sayılır bir yere sahip. Adanın içlerinde dolaşırken sıkça başıboş otlayan keçilere rastlamak mümkün.

Lezzet küpü “Efibadem”

Efibadem kurabiyesi tadı kadar öyküsü ile de sıradışı. Müşteri olarak sık sık pastaneye gelen Madam Efi bir tatlıdan bahsedip sonra da İşletmeci Ergin Çelik’den bunu tekrar yapmalarını rica etmiş. Madam Efi’nin pastanede olmasını istediği şey, tereyağı ve bademle yapılan kurabiyeden başka bir şey değilmiş aslında. Madam Gökçeada’da geçen çocukluk ve gençlik yıllarına dair bir tada kavuşmak istiyormuş. Bir yıl kadar süren denemeler sonrasında Madam Efi’nin lezzet hafızasındaki tat tutturulmuş. Eskiden Paskalya törenlerinin, Noel gecelerinin ve yemek davetlerinin vazgeçilmez yiyeceğinin bugünlere taşınmasına katkısından dolayı da Ergin Çelik kurabiyeye “ Efibadem “ ismini vererek markalaştırmış.

Daha güzel bir Gökçeada mümkün…

Seyahatim süresince büyük bir kısmını görme şansı elde ettiğim bu güzel ada, kekik kokan dağları, nakış nakış işlenmiş pembe zakkum çiçekleri, çorak tepelerin arasına saklanmış yemyeşil ormanları, tatlı sürprizlerle karşısınıza çıkan göletleri, hüzünle gelceğe bakan terkedilmiş evleri, herşeye rağmen iki kültürü bir arada yaşatan hoşgörüsü ve efsanelerle anılan geçmişi ile beni büyüledi. Buna rağmen günümüzün plansız eklentileri ve Gökçeada’nın gelişmesinde ıskalanmış olan detaylar karşısında endişe duydum. Coğrafi ve kültürel olarak çok önemli potansiyele sahip olan bu güzel yerleşimde, başta eski Rum evleri olmak üzere tarihi değerler onarılarak geleceğe aktarılabilir, rüzgar ve güneş kaynakları ilçenin gelişimi için enerjiye dönüştürülebilir. Doğal güzellikleri, planlı ve estetik bir yapılaşma ile turizm potansiyelinin artırılması yönünde kullanılabilir. Ayrıca hava ulaşımının başlamasına rağmen, deniz yolunu tercih edenler için feribot seferleri sıklaştırılabilir. Masmavi Ege’nin ortasında tüm güzelliği ve ıssızlığı ile varolan bu güzel adaya yakın olmanın, hepimize iyi geleceğine inanıyorum. Sıcak bir yaz gününde Dereköy’den geçerse yolunuz, kilisenin karşısında tezgahını kurmuş olan Handan’ın karadut şerbetini mutlaka tatmanızı öneririm. Mütevazı zenginliği ile ziyaret eden herkesin hafızasında bir tat bırakacağına inandığım Gökçeada’nın güzelliklerini keşfimde dostluklarını esirgemeyen, doğuştan seyyah Saliha ve Seyit Ali Demirer çiftine  sonsuz teşekkürler .

Bu yazı 2011 yılının Eylül ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 55. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir