Salı , 23 Nisan 2024
Yeşil Camii

İZNİKTE TARİHİ KEŞFE ÇIKARKEN…

Burası İznik, buram buram tarih kokan bu güzel şehrin tarihçesi tarih öncesi devirlere kadar uzansa da bugünkü İznik, geçmişimizi hatırlatan tüm değerlerin başına gelen ilgisizlik ve kıymet bilmemezlik hastalığına maruz kalmış, ilgi bekleyen yaşlı bir nine gibi meraklılarına sesleneceği günlerin hülyalarını kurup ayakta durup yıkılmamaya çalışıyor.

İznik İstanbul’a yakın oluşu nedeniyle İstanbul’dan gelecek tarih sevdalıları için orijinal bir gezi mekanıdır. İstanbul’a 3 saatlik mesafede olan şehir, Osmanlı Devleti’nin ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin kuruluşunda önemli rol oynamış, Türklerin Anadolu’da tutunabilme mücadelelerine şahitlik etmiştir.

iznikte-tarihte-kesife-cikarken-gezgindergi (1)

Günümüzde, dünya çapında bir açık hava müzesi görünümündeki İznik, doğal ve tarihsel yapısını yüzyıllardır koruyabilen ve bu özelliği ile dünyada örneği bulunmayan bir antik yerleşmedir. İznik, bir şehir olarak ilk defa Makedonya Kralı Büyük İskender’in ölümünden sonra komutanlarından Antigonius tarafından kurulmuştur. Şehre daha sonradan hakim olan Lisimakhos, şehre çok sevdiği karısının adı olan Nikaia ismini vermiştir. İznik, Anadolu Selçuklu Hükümdarı Kutalmışoğlu Süleyman Şah tarafından ele geçirilir ve yaklaşık 22 yıl Anadolu Selçuklu Devleti’ne başkentlik yapar. Yine İznik, IV. Haçlı seferi sonrasında İstanbul işgal edilip de Latinler tarafından yağmalanınca 57 yıl Bizans’ın yönetim merkezi ve başkentliğini yapmıştır. Tarihte İznik’e Altın Şehir unvanı verilmiştir.

Bu güzelim şehri, Bitinya, Roma, Bizans, Anadolu Selçuklu Devleti ve Osmanlı Devleti’ne Başkentlik yapmış olan İznik üzerindeki imparatorluk alametlerini keşfe hazırlanıyoruz. Üç saatlik yolculuktan sonra İstanbul Kapı’dan geçince kendimizi İznik’te buluyoruz.

iznikte-tarihte-kesife-cikarken-gezgindergi (6)

İznik, İstanbul yönünden gelen misafirlerini 4 kapısından biri olan İstanbul Kapı’da karşılamaktadır. İznik’in çevresini kuşatan surlar 10-13 metre yükseklikte ve 5000 metreye yakın uzunlukta olup iki ana caddenin kesişme noktası olan Ayasofya Camii’nin bulunduğu yerden bakıldığında dört ana kapısı olan İstanbul, Yenişehir, Lefke ve Göl Kapıları görünmektedir. İstanbul Kapı ismini İstanbul yönüne açılan yol üzerinde olduğundan, Yenişehir Kapı, ismini Yenişehir yönüne açılan yol üzerinde olduğundan, Lefke Kapı ise Lefke yani eski adı ile İzmit Osmaneli yoluna açıldığından dolayı bu ismi almıştır. Göl Kapı, ismini İznik Gölüne açılışı dolayısıyla almıştır. Bugün Göl Kapı’dan eser kalmamış olup, diğer üç kapı hala yıllara meydan okumakta ve dimdik ayakta. Dört ana, on iki tali kapı ile şehri çevreleyen 114 burç bulunmaktadır.

İznik Gölü
İznik Gölü

Roma-Bizans döneminde düzenlenen şehir, Yunan Haçı şeklinde planlanmıştır. Şehre, dört ayrı kapıdan girilmekte, dört ayrı yöreden gelen yollar, merkezde Ayasofya’nın bulunduğu yerde birleşmektedir. Şehrin merkezinde Ayasofya Müzesi’nin bulunduğu yer olan kesişme noktasından bakılırsa dört kapının göründüğü haç şekli kafanızda canlanabilir. Aracımızı Ayasofya önünde park ederek, gezimize yürüyerek devam ediyoruz. Böyle bir şehri narin insan ayaklarından başka bir araçla dolaşmak onu incitmek anlamına gelebilir.

Ayasofya Müzesi:
Yunan haçı şeklinde dizayn edilmiş şehrin tam ortasında, merkez noktasındadır. M.S. IV. yüzyılda inşa edilen Gymnasium üzerine Bizans döneminde yapılmıştır. Bu güne kadar bir çok değişikliğe uğrayan eser, 1331 tarihinde Orhan Gazi’nin şehri fethetmesi ile Camiye dönüştürülmüş; Kanuni Sultan Süleyman döneminde, Mimar Sinan tarafından birçok değişikliklerle yenilenmiş, duvarları tamamen çinilerle kaplanmıştır. Hristiyan aleminin büyük önem verdiği VII. Ekümenik Konsül burada yapıldığından Hristiyanlar açısından önemli bir yerdir. Bugün Hristiyanlar için dini bir cazibe merkezi olan İznik, I. Ve VII. İznik konsüllerinin toplandığı yer olup bu konsüllerde İznik Amentüsü diye kabul edilen teslis inancı ve yortu günlerinin tespiti ile birçok Hristiyanlığa ait inanç olgusu burada karara bağlanmıştır. Ayasofya içerisinde hem cami hem de kilise olduğuna dair işaretler bulunmaktadır. Bir tarafında kilise korosunun ilahilerini okudukları nef kısmı bir tarafında minber, zeminde kilise döneminden kalma ikona ve mozaikler, duvarlarında dönemin hat zevkini yansıtan hatların silik bakiyesi meraklı gözlerce hala görülebilir.

Restorasyonu yapılan Ayasofya Müzesi önünde çocuklar
Restorasyonu yapılan Ayasofya Müzesi önünde çocuklar

Ayasofya’dan çıktıktan sonra Kılıçaslan caddesinden yürüyüşümüze devam ediyoruz. Ve 100-150 metre sonra sol kolda Hacı Özbek Camii’ndeyiz.

Hacı Özbek Camii:
Halk arasında Çarşı (Çukur) Cami olarak da bilinir. Hacı Özbek tarafından yaptırılmıştır. Erken dönem Osmanlı mimarisi içerisinde önemli bir eserdir. 1333-34 yılında yapılan eser son cemaat yeri örtülü tek kubbeli camilerin ilk örneği olma yönüyle ayrı bir öneme sahip sahip. Yapı, kare planlı ve minaresizdir. 1959 yılında restore edilerek ibadete açılmıştır.

Caminin hemen ilerisinde Eşref-i Rumi hazretlerinin cami ve türbesi bulunmaktadır.

Eşrefoğlu Rumi Cami:
II. Bayezid’in oğlu Şehinşah’ın eşi Mükrime Hatun tarafından yaptırılmıştır. Cami ve türbenin duvarları Sultan IV. Murat tarafından tamamen çinilerle kaplattırılmıştır. Ancak, milli mücadele esnasında Yunanlılar tarafından tamamen yıkılan cami 1950 yılında aslına uygun olarak yeniden yapılmıştır. Orijinal olan sadece minaresidir. O da külahını kaybetmiş, demir kemerlerle ayakta durma gayreti içinde. Caminin türbesinde metfun olan Eşref-i Rumi hazretleri XV. yüzyıl mutasavvıf ve şairlerinden. Kendisini “gah muti gah asiyem, gah alim gah amiyem” diye ifade etmektedir. Eşrefzade olarak da bilinen Eşref-i Rumi hazretleri Diyar-ı rum evliyalarındandır. Şeceresi Hz. Ali’ye kadar uzanıp seyyidlerdendir. İlk tahsiline İznik’te başlamış ardından Bursa’daki Çelebi Sultan Medresesine devam etmiştir. Kendi ifadesine göre 40 yıl ilim tahsil eden Eşref-i Rumi Hazretleri kendisini tasavvufa bırakmış ve seyr-i sülukuna Abdal Mehmed’in köfteli çorba işareti ile başlamış, ardından Emir Sultan Hazretlerine tabi olmayı düşünmüşse de Emir Sultan onu Ankara’ya Hacı Bayram-ı Veli’ye göndermiştir. Hacı Bayram-ı Veli’nin dergahında tuvalet temizliğinden dergah imamlığına kadar bir çok iş yaparak 11 yıl tasavvuf eğitimi almıştır. Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri kızı Hayrünnisa ile evlendirdiği Eşrefzade’yi kendisine damat seçmiştir. Seyr-i süluk eğitiminin ardından hocası tarafından İznik’e gönderilen Eşref-i Rumi Hazretleri halkı irşad ile vazifeli olmasına rağmen kendisini yeterli bulmayarak yeniden Ankara’ya dönmüştür. Hocası onu Hama’da bulunan Hüseyin-i Hamevi’ye göndermiştir. Orada kırk günlük erbainden sonra İznik’e halkı irşad vazifesine dönmüştür.

iznikseramik-iznikte-tarihte-kesife-cikarken-gezgindergi
Kırmızı hamurlu, beyaz astarlı, eskiden miletişi denilen seramikler İznik ürünü 14.yy.’dan itibaren

Eşrefoğlu Rumi’nin şöhreti ile ilgili şöyle bir menkıbe nakledilir: Fatih’in vezirlerinden Meşhur Mahmut Paşa, onun müridi olmuştur. Bir gün, Fatih Sultan Mehmed’in annesi hastalanır, hekimler hastalığa müdahale ederler ama çare bulamazlar. Tek çare kalmıştır; o da maneviyat ve okumadır. Saraydakilerden biri Eşref-i Rumi hazretlerinin kerametlerinden bahseder ve hazretin durumu padişaha ulaşır. Fatih, Eşrefoğlu’nun getirilmesi için emir buyurur. Padişah emri Eşref-i Rumi hazretlerine bildirilince, cevaben ‘emr-i ilahi yoktur, gidemem.’ diyerek Padişahın emrine itiraz eder. Durum Fatih’e bildirilince derhal getirilmesine dair yeni bir emir verilir. Eşref-i Rumi Hazretleri gene gitmemeyi tercih eder. Bunun üzerine Fatih Sultan Mehmed tarafından Eşrefoğlu Rumi’nin idam kararı verilir. Saray kapıcıları bu kararı uygulamak üzere İznik yakınlarındaki Derbent köyüne kadar gelirler. Sabahleyin bir tulum şarap alıp İznik’e giderler. Gayeleri o şarapla Eşrefzade’yi boğmaktır. Kapıcılar, Eşrefoğlu’nun bulunduğu yere varınca, manevi bir vecd halinde bulunan şeyh birden uyanarak elindeki asasını yere vuruyor ve gelenlere “hoş geldiniz padişah kulları” der. Durumdan etkilenen kapıcılar Eşrefzade’ye tabi olular. Ellerindeki şarap tulumu da bala dönüşür.

İznik’i çevreleyen Bizans Surlarında yapılan yeni kazılar geçmişe dair yeni bilgiler veriyor
İznik’i çevreleyen Bizans Surlarında yapılan yeni kazılar geçmişe dair yeni bilgiler veriyor

Kapıcılar ertesi günü müsaade isteyip İstanbul’a giderler ve durumu padişaha anlatırlar. Yaptıklarından muhcup olan Padişah Karamürsel önlerine bir kadırga gönderir. Eşrefoğlu bu kadırgaya binip İstanbul’a, Fatih Sultan Mehmed’i ziyarete gider. Fatih onu karşılayıp elini öpüp af diler. Beraberce hasta ziyaret edilir.. Eşrefoğlu Rumi Hazretleri Padişahın annesine bir miktar nöbet şekeri verip ağzında eritmesini söyler. Şeker eriyince hastalıktan eser kalmaz. Padişahın ihsanlarını da alıp kapıcılara verir ve şöyle dua eder. “Allah’ım sultanları bizim kalbimizden, bizi de sultanların kalbinden çıkar.”

İznik Müzesi’nde Roma devri kalınrtılarından bir detay
İznik Müzesi’nde Roma devri kalınrtılarından bir detay

Eşref-i Rumi Hazretlerinin türbesini ziyaretten sonra ilerlemeye devam ediyoruz. Yolumuz bir başka tarihi karakterin türbesine düşüyor.

iznikte-tarihte-kesife-cikarken-gezgindergi

Çandarlı Kara Halil Paşa Türbesi:
ara Halil Paşa, İbrahim Paşa’nın büyük oğlu olup, medreseden yetişti. Kazaskerlik makamından sonra Veziriazamlığa yükselerek II. Murat döneminde veziriazam oldu. II. Murad’ın tahttan çekilmesi ve II. Mehmed’in çocuk yaşta tahtta geçmesi neticesinde düzenlenen haçlı ordularının karşısına çıkmak için tahta yeniden II. Murad’ın geçmesini sağladı. İstanbul’un kuşatılmasına tedbirli oluşu nedeniyle itiraz eden Kara Halil Paşa, rakibi olan Zağanos Paşa’nın Fatih’i etkilemesi sonucu, İstanbul’un fethinden hemen sonra rüşvet aldığı iddiaları ile yıpratılarak idam edildi. Kabri sonradan İbrahim Paşa tarafından bugünkü yerine nakledildi. Halil Paşa, Osmanlı hizmetinde bulunmuş değerli bir devlet adamıdır. Türbesinin karşısında bulunan imareti ve mescidinden bugün hiçbir iz kalmamıştır. Rahmet dualarımızı hayrettin Paşa’ya ilettikten sonra dedesi Çandarlı Kara Halil Hayrettin Paşa’nın yaptırdığı Yeşil Camiye geliyoruz.

Kırmızı hamurlu, beyaz astarlı, eskiden miletişi denilen seramikler İznik ürünü 14.yy.’dan itibaren
Kırmızı hamurlu, beyaz astarlı, eskiden miletişi denilen seramikler İznik ürünü 14.yy.’dan itibaren

Yeşil Cami:
Adını, nadide yeşil çini ve tuğla ile bezenmiş o güzelim minaresinden almaktadır. Cami, İşte bu eserlerinin başında Mimar Hacı Musa’ya İznik’te yaptırttığı Yeşil Cami, ilk devir tek kubbeli ulu cami tipinin ayakta kalan önemli bir yapıtıdır. Halil Hayrettin Paşa’nın türbesi 1922’de Yunanlılar tarafından tahrip edilmiştir. Yeşil Cami ise dinamitlenerek havaya uçurulmaya çalışılmıştır. Bu tahribatın izlerini hem türbe hem de camide görebilmekteyiz. Yeşil Caminin karşısındaki Nilüfer Hatun İmaretine doğru yöneliyoruz.

Yeşil Camii
Yeşil Camii

Nilüfer Hatun İmareti:
1388 yılında I. Murad tarafından annesi ve Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun adına yaptırılmıştır. Ters T planı şeklinde inşa edilen eser, zengin taş ve tuğla işçiliğine sahiptir. İmaretler, Osmanlı döneminde zengin fakir ayrımı yapmadan günde üç öğün ücretsiz yemek veren kuruluşlardır. Bu meyanda hizmet etmesi için açılan Nilüfer Hatun İmareti 19. yüzyılın sonlarına kadar işlevini yerine getirmiştir. Kurtuluş savaşı esnasında Yunan İşgalinde ağır tahribata maruz kalmış ve 1960 yılının sonlarına kadar depo olarak kullanılmıştır. 1960 yılında onarılan bina müze olarak kullanılmaya başlanmıştır. İmareti gezerken İznik’te imal edilmiş çinilerin sergilendiği çini seksiyonuna geldiğimizde İznik çinilerinin büyüsüne kapılmamak mümkün değil. İsterseniz burada biraz İznik çinilerinden bahsedelim:

Nilüfer Hatun İmareti / İznik Müzesi
Nilüfer Hatun İmareti / İznik Müzesi

Meşhur İznik Çinilerindeki Saklı Sır – Mercan Kırmızısının Büyüsü
İznik, Osmanlı Devleti’nin Mimari eserleri ile dünyaya nam saldığı 16. ve 17. yüzyıllarda çiniciliği ile ayrı bir yer edinmiş olup, bu gün bile hala sırı çözülemeyen İznik çinilerindeki mercan veya domates kırmızısı rengin sırrını keşfedebilmiş değiliz. Bilgi çağını yaşayan insanlık, ecdadımızın eserlerinde ortaya koyduğu kaliteyi ve estetiği yakalayabilmiş değildir. Unutulmaya yüz tutan çinicilik 300 yıl aradan sonra yeniden 1985 yılında İznik’te yeniden doğuyor. XVI. yüzyıl İznik Çinileri, renk, kompozisyon, motif, teknik ve kalite yönünden tüm dünyanın beğenisini kazanmıştır. İznik çinileri, müthiş bir ritme ve çeşitliliğe sahiptir. İnanılmaz derecede bol çeşit ve kompozisyonların uygulandığı İznik çinilerinin tam bir desen repertuarının çıkarılması imkansızdır.

Bu arada yol üzerindeki tatlıcı dükkanlarına uğrayıp İznik’in meşhur Köpük helvasını almayı ihmal etmeyelim. Beyaz macun şeklindeki bu tatlı hem yemesi hem de fiyatı yönüyle oldukça hafif bir tatlı! İznik’ten hediye sadece çini götürülmez. İnsanlar gördüklerini unutsalar bile yediklerini asla unutmazlar kaidesince Marmarabirlik’e uğrayıp İznik’in sele zeytini ve zeytinyağı da buradan alınabilecek hediyelikler arasında zikredilebilir.

iznikte-tarihte-kesife-cikarken-gezgindergi (5)

Nilüfer Hatun İmaretinden çıktıktan sonra geriye dönüyor ve Hacı Özbek Camii’nin hizasına kadar yürüyüp tam karşı sokağından içeri giriyoruz. Burada karşımıza Süleyman Paşa Medresesi çıkıyor. Aradığımızı bulmuşcasına seviniyoruz. Çünkü Süleyman Paşa Medresesi bize İznik’te Çiniciliğin devam ettiğini gösteren bir alamet-i farika gibi karşımızda. Burada çini atölyeleri kurulmuş. Çini imalatı ve satışı yapılan nezih mekanların başında yer alıyor.

Süleyman Paşa Medresesi:
İznik’i kültür merkezi yapan eğitim müesseselerinden sadece bir tanesi olup Rumeli Fatihi olarak bilinen Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Şah tarafından 1332 yılında yaptırılmış. Bilinen en eski Osmanlı medresesi. Avlulu medreselerin de ilk örneği. Medrese açık avlulu ve U planlı. Süleyman Şah Rumeli fetihlerinin önde gelen isimlerindendir. İlk defa Rumeli’ye onun komutanlığında çıkılmış ve Çimpe Kalesi alınarak üs yapılmıştır. Onun, 1357 yılında ansızın ölümü üzerine Rumeli fetihleri iki yıl kesintiye uğramıştır.

Osmanlı tarihinin ilk eğitim kurumu Süleyman Paşa Medresesi bugün çini galerisi olarak hizmet veriyor
Osmanlı tarihinin ilk eğitim kurumu Süleyman Paşa Medresesi bugün çini galerisi olarak hizmet veriyor

Süleyman Paşa Medresesi’ni gezerken ecdadımızın ülkeleri sadece kılıçla değil, kalemle de fethettiklerini görüyoruz. Bir manada gönül fethi ile tekemmül etmiş bir fetih politikası işlediklerine şahit oluyoruz. Osmanlı eline geçen her yerde ağalar, paşalar, beyler, şehzadeler, hanım sultanlar, valide sultanlar el birliği etmişcesine kubbelerin altına müesseseler bina etmişler. Bu müesseseler asırlarca müslim, gayrimüslim, zengin fakir ayırımı yapmadan hizmet vermiş. Kimi karınlarını doyurmuş insanların, kimi beyinlerini, kimi de ruhlarını. Hayatı topyekün ele alan bir medeniyet var karşımızda.

Gezimizi bu noktada kesiyor ve bulunduğumuz caddeden geriye doğru yürüyüşümüze devam ediyoruz. Bizi bekleyen arabamıza binmeden Ayasofya Müzesinin 100 metre karşısındaki Mahmut Çelebi Camii’ne geliyoruz.

iznikte-tarihte-kesife-cikarken-gezgindergi (4)

Mahmut Çelebi Camii:
Çandarlı İbrahim Paşa’nın oğlu Vezir Mahmut Çelebi tarafından 1442 yılında yaptırılmıştır. Yeşil caminin küçük bir benzeridir. Camiyi gezdikten sonra hemen yanı başındaki II. Murat Hamamı’na giriyoruz.

II. Murat Hamamı:
Hamama giren terler deseler de yaz sıcağında bile serin olan hamamın kubbeleri Osmanlı mimarisinde ender görülen bir yapıya sahip. Dilimli kubbelerinden sızan ışık enfes bir loşluk oluşturmakta hamamın içerisinde. Hamamın erkekler bölümü işlevini sürdürürken bayanlar kısmında çini imalatı ve satışı yapılıyor. Bu arada Çini ustası Ayşe hanıma İznik çinileri ile Kütahya çinilerinin farkını sorduğumuzda İznik çinilerinde %80 oranında kuvars kullanıldığını bu nedenle günlük kullanılan eşyaların imalinde değil de daha çok mimaride dekoratif unsur olarak kullanılan panolarda İznik üslubunun daha çok benimsendiğini anlatıyor. Ayşe hanım ile İznik çinileri hakkında kısa bir söyleşiden sonra oradan ayrılıyoruz. Bu arada bu hamam hem kadınlara hem de erkeklere hizmet verdiğinden çifte hamam olarak adlandırılmaktadır. Bu tip hamamların en güzelini Mimar Sinan Sultan Ahmet meydanına Kanuni’nin eşi Haseki Hürrem adına bina etmiştir. Yürüyüşümüz esnasında civardaki tarihi Çini Fırınlarının bulunduğu kazı alanını da uzaktan seyrediyoruz. Artık karnımız acıktığı için öğle yemeğini yemek üzere İznik gölü yakınlarındaki Kopuk Restoran’a gidiyoruz ve İznik’in meşhur Yayın Balığını ve leziz balık çorbasının tadıyoruz. Geniş bir bahçe içerisindeki restoranda kazdan tavşana kadar hayvanların bulunduğu minik bir hayvanat bahçesi bile var. Çocuklar da unutulmamış doğrusu; küçük bir oyun parkı çocuklu aileler için itinayla düzenlenmiş. Yemekten sonra arabamız ile İznik Gölü yakınlarındaki Antik Roma Tiyatrosu’na gidiyoruz. Bunun için Atatürk Caddesinin Yenişehir kapı tarafına doğru yöneliyoruz. Yenişehir kapıyı geçtikten sonra önümüzde bir türbe beliriyor. Burası Kırgızlar Türbesi.

II. Murat Hamamı
II. Murat Hamamı

Kırgızlar Türbesi:
Halk arasında kırkkızlar türbesi olarak bilinse de Orhangazi tarafından 1331 ‘de İznik’in Osmanlılar tarafından alınışı esnasında yararlılıkları görülen Kırgız Türkleri anısına inşa edilmiştir. İçerisinde yedi büyük bir de çocuk lahdi olmak üzere 8 kabir bulunmaktadır.

iznikte-tarihte-kesife-cikarken-gezgindergi (2)

Roma Tiyatrosu:
Tiyatro düz bir alana kurulduğundan oturma yerlerini tonozlu 19 galeri taşımaktadır. Gladyatör dövüşlerinin ve araba yarışlarının yapıldığı bu tarihi yapı zaman içerisinde salgın hastalıkların yaşandığı devrelerde toplu mezar olarak ta kullanıldığı yapılan kazılar neticesinde anlaşılmaktadır. Halen tiyatro alanı içerisinde kemik parçaları görülmektedir. Tiyatronun girişinde ve oturma yerlerinin altındaki boşluklarında aslan ahırları olduğu tahmin edilmektedir. Yapımı 98-117 yılları arasında Bitinya (Prokonsülü) Valisi Pilinus tarafından gerçekleştirilmiştir. Tiyatroyu geride bırakarak Gölün sularına gömülü halde bulunan Senatus Sarayına doğru ilerliyoruz

Roma dönemi Anfi Tiyatrosu
Roma dönemi Anfi Tiyatrosu

Senatüs Sarayı:
Saray, M.S. IV. Yüzyılda göl kıyısında, bugün İnciraltı denilen yerde inşa edilmiştir. Hristiyan alemini yakından ilgilendiren ve önemli kararların alındığı I. İznik konsülü bu sarayda toplanmıştır. Bu konsülde Hristiyanların İ.S. 325 yılındaki konsülünde Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri bu konsülde seçilmiştir. I. İznik Konsülü’nde şiddetli tartışmalar çıkmış, Teslis inancı ortaya atılmış, bu görüşü benimsemeyen Arius ismindeki İskenderiye Metropoliti aforoz edilerek toplantıdan kovulmuş ve daha sonra da idam edilmiştir. İnanca göre Arius’un Ayasofya’nın Şapellerinden (mezar) birinde gömülü olduğu söylenmektedir. Arıus Allah’ın birliğini ve Hazreti İsa’nın tanrı değil onun peygamberi olduğunu ifade etse de baskın görüş olan teslis (Baba-Oğul-Kutsal Ruh İnancı) kabul edilmiştir.

Roma eserleri fazla olmasına rağmen ya yer üzerinde değiller yada oldukça tahrip olmuş durumdalar. Üzülerek Senatus sarayından ayrılıyoruz ve araba ile Lefke Kapıyı geçerken önümüzde Fatih İtfaiye meydanına çıkarken altından geçtiğimiz Bozdoğan (Valens) su kemerlerinin küçük bir minyatürü ile karşılaşıyoruz.

Su kemerleri/aquaducts:
Şehrin su ihtiyacını karşılamak üzere inşa edilen su kemerleri İmparator Jüstinyen tarafından yapılmış ve yakın zamana kadar şehrin su ihtiyacını karşılamıştır.

Lefke Kapı dışındaki Çandarlı Halil Hayrettin Paşa’nın Türbesine geliyoruz.

Çandarlı Halil Hayreddin Paşa Türbesi:
Çandarlı Halil Paşa, Karaman’ın Sivrihisar Kazası’na bağlı Çendere köyünden Ali Efendi’nin Oğlu ve Şeyh Edebali’nin akrabası(Bacanağı) olup, Osmanlı Devleti’nin kurulmasında ve ilk teşkilat yapısında öncülük etmiş, Ahi teşkilatı mensuplarındandır. Çandarlı Sülalesinin kurucusudur. Meşhur yazarlarımızdan Cengiz Çandar, Edebiyat Tarihçimiz Rahmetli Ord. Prof. Fuat Köprülü bu sülaledendir. Orhan Bey Döneminde Bilecik Kadılığına atanan Paşa’nın en önemli icraatı İlk düzenli Osmanlı askeri birliği olan Yaya teşkilatını düzenlemiştir. Bursa Kadısı iken Acemioğlanlar ve Yeniçeri Ocağını I. Murad döneminde kurarak tarihe mal oldu. Ayrıca ilk defa Osmanlı maliyesini düzene koyan ve teşkilatlandıran kişidir. Balkan fetihlerinde önemli roller üstlenen Halil Hayrettin Paşa, birçok hayır eseri bırakarak adını ölümsüzleştirmiştir. Türbeyi ziyaretimizden sonra İznik’i hem tepeden görebilmek hem de asırlar öncesinde İznik’e gelmiş bir ulu zatı Abdülvahab Hazretleri’nin türbesini ziyaret için İznik’in en yüksek mevkiine doğru yola çıkıyoruz. Yolumuz üzerinde halk arasında Berber Kaya diye adlandırılan bir lahit gözümüze ilişiyor. Bu lahdin helenistik dönemden kalma tek eser olduğunu ve Bitinya Kralı II. Pruslas için yapılmış bir mezar lahdi olduğunu öğreniyoruz. Arabamız tepeye vardığında Abdülvahab Sancaktari Hazretlerinin türbesine geliyoruz.

Anfi Tiyatronun duvarların da bir desen
Anfi Tiyatronun duvarların da bir desen

Abdülvahab Sancaktari Türbesi:
İznik Bizanslıların elinde iken İslam ordularının sancağını taşıyan Abdulvahab Sancaktari’ye ait olduğuna inanılan bu türbenin İznik’in Türkler tarafından alındığında inşa edilmiştir. Halk türbenin etrafına bayraklar asıp, adak adadığı için türbeye halk arasında Bayraklı Dede de denilmektedir. Türbenin bulunduğu yerden İznik’in manzarası bir harikadır. İznik’e gelip de bu tepeye çıkıp tepeden İznik panoramasını seyretmemek büyük eksiklik olsa gerek.

İznik bir rüyadan arta kalmanın verdiği yarı soyut yarı gerçek hali ile geçmişle bugünü bir arada görebileceğiniz bir yer. Gelen her insana başka güzellikler anlattığını duyduk. Kim bilir size neler anlatacak?

İZNİKTE TARİHİ KEŞFE ÇIKARKEN… – Bu yazı, Gezgin dergisinin 2008 yılının Mart 14. sayısında yayımlanmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir