Cumartesi , 20 Nisan 2024

Kemik Saplı Sivas Bıçağı

Aslında bıçağın hikayesi insanlık kadar eskidir ancak Anadolu’da Selçuklu akınları sonrasında fetih ve imar faaliyetleri akabinde kesme aracından çok ustalık eserleri olarak boy göstermiştir. 13 yüzyılda ahilik teşkilatlarının kurulması ustalık ve el sanatları haklarının koruma altına alınması ile yüzyıllarca bu teşkilata üye zanaatkarlar hünerli ellerini sanat eserleri için kullanmışlardır, işte bu zanaat eserlerinden biride kemik saplı bıçaklardır. Bir zamanlar Anadolu’nun her yerinde sektör olarak var olan ve binlerce kişiye aş, iş ve gelecek veren bu meslek ilerleyen teknoloji emek yoğun mesai, ucuz ithal ve ikame malların piyasaya girmesi ile artık son demlerini yaşamaktadır. Şimdilerde Sivas’ta iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar azalmıştır atölye sayısı ve buna bağlı olarak azalmıştır usta sayısı. Artık işletmeler kullanılmayan sanayi sitelerinde ve ustaların bahçelerine inşa ettikleri mini atölyelerde hayatta kalma savaşı vermekte.

Yazı ve Fotoğraf: Ömer Koç

Zor zanaatlardandır kemik saplı bıçak imalatı, çekirdekten yetişmek gerekir ellerin hüner kazanması için, ve yılları vermek gerekir hakkıyla bu mesleği kapmak için. Artık hiçbir genç bu uğurda çırak olmak istemiyor bir zamanlar babadan oğula geçen bu meslek artık çalışacak kalifiye elaman yokluğu emek yoğun ancak düşük kar marjları nedeniyle silinip gitmek üzere. Ancak bu kadar karamsar tablo içinde valilik ve belediyelerde bu zanaatı desteklemek ve tekrar canlandırmak babında bıçakçılık üzerine kurslar tertiplemektedir. Eğer sağlam temellerle bu meslek hayata döndürülmezse önümüzdeki 20 yıl içinde hayıflanarak yad edeceğimiz bir miras olarak kemik saplı bıçak imalatı tarih sahnesinden çekilecektir.

gezgindergi-turkiye-kemik-sapli-sivas-bicagi (3)

“Bir zamanlar Anadolu’nun her yerinde sektör olarak var olan ve binlerce kişiye aş, iş ve gelecek veren bu meslek ilerleyen teknoloji emek yoğun mesai, ucuz ithal ve ikame malların piyasaya girmesi ile artık son demlerini yaşamaktadır.”

Sivas’ta yaşayanlar ya da yolu Sivas’a düşenler bilir, Sivaslılar bıçağa düşkündürler,ceplerinde cep çakısı taşıma merakları vardır, şimdinin çok amaçlı İsviçre çakısını taşımakla cep çakısı taşımak arasında hiçbir fark yoktur aslında, sağlamlığı ve keskinliği ile de kafa kafaya yarışır hatta. Bu ünü ayrıca tarihi kaynaklarda kayıtlıdır Osmanlıda devrin ünlü bıçak ustaları hep Sivas’ta yetişmiş ve ustalıklarını yaptıkları bıçak ve kılıçlarla ispatlamışlardır. 2.Mahmut dönemi kayıtlarına göre (1808-1839) Sivas’ta Subaşı Hanının kuzey girişindeki kapının yanında kılıççılar çarşısı olduğu Şer’iye sicillerinde yer almaktadır. Tahminen 1890 yıllarda Sivas’a gelen gezgin seyyah Vital Cuinet Sivas bıçaklarını ve demir ustalarının hünerlerini öve öve bitirememiştir, hatta Avrupa’da kullanılan cerrahi el aletlerinin bile tamamen taklit edilerek imal edildiğini anlatmıştır. Yapılan işin ustalığı ve kalitesi Sivas’ı bıçakçılığın merkezi konumuna gelmiştir. Türklerin Ergenekon destanında demir dağı eritmesi Anadolu insanının savaşları zaferleri yüzyıllarca kılıçla okla mızrakla kazanması demire ve el sanatlarına verilen önemi daha iyi anlamamıza yardımcı olmaktadır bu nedenle kılıcın bıçağın kamanın yeri gönüllerde hep en üst sıralarda olmuştur hal böyleyken onu işleyen basit bir madenden bir sanat eserine dönüştüren demircilerde toplumda hep el üstünde tutulmuşlardır. Ustalar bazen bıçakların sapına bazen de çeliğine çeşitli Türk motiflerini veya kutsal ayetleri işleyerek ondan güç kuvvet ve enerji almışlardır. Günümüzde pek önemsenmese de patentli bir ürün olmasa da bugün imal edilen her bıçak üzerinde logo gibi Sivas yazısı işlenmektedir, bu yazı taklitlerinden ayırt edilmesi ve marka değeri oluşturması bakımından oldukça önem arz etmekte.

gezgindergi-turkiye-kemik-sapli-sivas-bicagi (4)

Kemik saplı Sivas bıçağı dediğimizde ateşin demire, boynuzun çeliğe hükmetmesinden bahsetmek gerekir. Bu bıçağın adına her ne kadar kemik saplı da dense aslında kullanılan malzeme kemik değil boynuzdur, ve boynuza yakışan en keskin maden çeliktir. Yüzyıllardır Sivaslı demirci ustaları ve bıçakçılar beraber çalışmışlardır, sabahın çok erken saatlerinde körüklerle büyük demir eritme fırınları yakılır çelik kıvama gelmesi sağlanırmış, günümüzde artık bu kadar büyük çaplı fırınlar yerine günlük işlenecek kadar metal için küçük fırınlar yakılmakta.

Bıçak sap ve metal kısım olarak iki bölümden oluşur ilk olarak bıçağın namlu olarak tabir edilen metal kısmını anlatmakla başlamak gerekir. Doğada çelik saf halde mevcut değildir, cevher halinde bulunan demir madeninin içindeki karbon elementinin ısıl işlemlerle demirden ayrılması sonucu çelik oluşur, bu ısıl işleminde demir 1500 derecenin üzerinde bir sıcaklıkla eritilir, istenilen ölçülerdeki namlular için dizayn edilmiş kalıplarda soğutulur. Bu sayede bıçağın metal kısmı ortaya çıkmış olur ancak bu işlem burada bitmez asıl iş bıçağa şekil verme işi olup gene ısıl işlemle akkor haline getirilmiş çelik bu esnada devreye örs denilen gene demirden yapılan yüzeye yatırılır, usta bıçağa şekil vermek için ritmik hareketlerle örsün üzerine koyduğu çeliğe belli bir disiplinle bazen 100 bazen 150 çekiç vuruşla istenilen kıvama getirir. Bıçağın kalınlığı inceliği dar mı geniş mi olacağı demir ustasının çekici vuruş ritmi ve şiddeti ile belirlenir. İkinci olarak kabze diye tabir edilen bıçağın sapını yapma işlemi gelmektedir. Bıçağın sapı genel olarak koç boynuzundan yapılır, koç boynuzunun dışında keçi, sığır, manda boynuzlarının sıkça, geyik boynuzlarının ise nadiren kullanıldığı görülmekte.

“Bu bıçağın adına her ne kadar kemik saplı da dense aslında kullanılan malzeme kemik değil boynuzdur, ve boynuza yakışan en keskin maden çeliktir.”

gezgindergi-turkiye-kemik-sapli-sivas-bicagi (5)

Boynuz işleme faslı işin beklide en meşakkatli kısmıdır aslında. Boynuz bağlı oluğu hayvan kafa kemiğinden bağımsız söküldüğünde boynuz üzerinde kısmi kayıplar oluşmaktadır bu nedenle boynuz içinde kalan kemik kısımlarının ayrıştırılması ayrı bir ustalıktır, bu ayrıştırma işlemi üç şekilde yapılmaktadır birincisi boynuzun toprağa gömülmesi ve bakterilerden arındırılıp kemikten ayrıştırılması ikincisi yüksek ısıda su içinde kaynatılarak kemikten ayrılması üçüncüsü ve en çok tercih edileni ise boynuzun yüksek ve bol güneş gören biryerde kurutulmasıdır. Bu kurutma işlemi 1 yıl kadar sürmektedir. Kurutulan boynuz dış yüzeyinin temizlenmesinin ardından şekil verilmesi için yüksek sıcaklıktaki kok kömürü ile yakılan kor ateşlerde bir maşa yardımıyla yumuşayıncaya kadar ısıtılır, bu esnada boynuz hamur kıvamına gelir yumuşayan boynuz şekil alması için mengene vasıtasıyla sıkıştırılır. Üst yüzeylerinin yonacak adı verilen bir kesici ile temizlenmesi ve bıçak sapı haline alması sağlanır. Bu kesme ve temizlenme işlemi sonrasında boynuz artık kemik kıvamını ve görüntüsünü almıştır. Boynuzun kemiğe dönerken oluşan rengi ise işlemin sürprizidir. Seri imalat ya da makineleşme söz konusu olmadığından bu işlem her boynuz için tekrarlanır. Alışkın olmayanlar için demirin yanması o kesik kokunun genizi yakması hiç hoş bir duygu değildir ama asıl koku boynuzun ateşle buluştuğu an ortaya çıkan dumanda gizlidir ve demirin kokusu boynuz yanığı kokusunun yanında devede kulak kalmaktadır. İşte bütün bu işlemlerin sonunda ateşin demiri eritmesi kemiğe dönen boynuzun çeliği sımsıkı sarması o inanılmaz zanaat eseri oluşturur.

Artık malzemeler yavaş yavaş şekillenmiştir, sıra kemik haline gelen boynuzun sıfırlanma aşamasına yani hiçbir pürüzü olmadan zımparalanması ve çelik namlu için deliklerinin ve yuvasının açılmasına gelmiştir. Bu işlemler bittiğinde sap ve metal birleştirilir bıçağa istenilen keskinlik verildikten sonra vernik cila uygulanarak nihai kullanıcının beğenisine sunulur.

Sivas bıçağı genelde imal edildiği yerde vitrinlerde satılmakta, meraklısının çok olması ve yöresel bir hediye olarak sunulması nedeniyle mağazalarda vitrinlerde şehirlerdeki avm lerde görmek pek mümkün değildir. Gönül ister ki bu işle uğraşan ustaların sayısı artsın ve herkesin evinde bu eşsiz el sanatları ürünlerinden en az bir tane numune bulunsun. Çünkü fabrikasyon olmadığı için bu ürünlerin hepsi birer sanat eseridir ve başka ellerde benzeri olsa da bir ikinci eşi yoktur.

 Bu yazı 2014 yılının Ekim ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 92. sayısından alınmıştır.

Yazar : ÖMER KOÇ

1979 İstanbul Tarabya doğumlu. Bankacı, yazar ve fotoğraf sanatçısı. Üniversite İşletme Fakültesi ile Fotoğrafçılık ve Kameramanlık bölümleri mezunu. “Geleceğe bırakılacak en iyi miras fotoğraflardır” diyerek, bu görüşünü destekleyen işlerin peşinde koşuyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir