Cuma , 19 Nisan 2024

Kırsaldan Yaylaya: Göç

Kırsaldan kente göçün aksine, yayla göçü insanlara ve hayvanlara daha kaliteli ve sağlıklı bir yaşam sunmaktadır velev ki üç ay bile olsa. İşte bir nedeni de budur yayla göçünün.

 

Belgesel çekimi için gittiğim 2 günlük bu gezimden objektifime ve zihnime yansıyanları sizinle paylaşacağım. Umarım beğenir ve bir gün rotanızı bu güzel diyarlara çevirirsiniz.

Yazı ve Fotoğraflar: Hasan Burak Durmuş

2000 metrede başka doğar güneş. Zaman daha verimli ve bereketli geçer. Sabah erken saatte koyulmak gerekir yola, yol daha sis örtüsünden arınmadan, güneş henüz sizi fark etmeden yol almalıdır. Yaylaya gidilecek epey bir yol vardır.

Trabzon-Şalpazarı ilçesinin köylerinden çıkan göçler Sis Dağının eteğinde Şıhkıranı mevkiinde toplanır, karnaval havasında koyulurlar yola. Yöresel kıyafetler içinde ayrı bir keyfi vardır yaylaya çıkmanın, tabi bu keyiften hayvanlarda alır nasibini. Onlarda süslenir, alı al moru mor püsküllerle. Yöre halkına göre hayvanların böyle süslenmesinin çok manidar bir nedeni var. “Hayvana bu püskülü taktığında anlar yaylaya çıkacağını, kendiliğinden koyulur yayla yoluna hiç başka yola sapmaz” diyor, Hayriye nine. Ve diğer herkes katılıyor bu görüşe ağız birliği etmişcesine.

Püsküllü hayvanlar ip gibi diziliyor birlikte yol alıyor ve sanki sahiplerini onaylarmışçasına yürüyorlar, bazen yolda bazen çayırda. Her yedikleri ot bir diğerinden taze ve lezzetli oluyor tırmandıkça. Bizler içinse, her dönülen viraj her aşılan tepe yepyeni ve hayret verici bir manzaraya çıkıyor… Mest oluyoruz…

Sazalanı Mesire Yeri…

Tablolarıyla tüm dünyayı mest eden ve varlığını eserlerinin baktığımız her köşesinde, detayında daha baskın bir şekilde ispat eden yüce yaratıcının rengarenk eserlerini seyrederek ulaşıyoruz Sazalanı Mesire yerine. Girişte küçük, ahşap bir bakkaliyesi ve hemen karşısında yine aynı yapısıyla çay ocağı ile karşılıyor göç edenleri. Etrafı büyük çam ve çeşitli orman ağaçlarıyla çevrili çayırlığında hayvanlar hemen yerlerini alıyor. Biz yorgunluk çayımızı yudumlarken, göçler çadırlarını kurup koyuluyorlar süt sağmaya.

Bu boşluğu fırsat bilen Şalpazarı Kaymakamlığı Birlik Müdürü Fatih Kandil ağabeyimiz, alıyor bizi ve düşüyoruz Alaca Yaylası yoluna. Yürüdüğümüz onca yol boyunca hayrete düştüğümüz ve “artık bundan daha güzel ve etkileyici bir manzara göremeyiz” dediğimiz her cümleyi geri alıyoruz Alaca Yaylası yolunda.

Alaca yaylasına vardığımızda Kurt Kayası ve bütün heybetiyle Gevur Dağları büyülüyor bizi. “Burada yaşam zordur” dercesine zirvelerinde kar ile meydan okuyorlar insanlara. Manzara ile gözlerimizi doyurup karnımızıda ikram edilen enfes Kuymak ve Kara Lahana Sarması (pancar sarması) ile doyurduktan sonra dönüyoruz mola yerimiz Saz Alanı’na. Yakılan devasa harman ateşinin etrafında inekler ısınmak için insanlar ise söyleşmek için toplanıyoruz. 85 yaşındaki Hayriye nine “Yorulmuyor musun?” sorusuna bakın nasıl cevap veriyor: “Yoruluyom… hem yoruluyom hem yürüyom. Yolda yorgunluktan ağladım ama napim hem ağladım hem yürüdüm. 85 yaşındayım çocukluğumdan beri yaylaya geliyom ölene kadarda gelecem inşallah” diyor. Zaman sonra çekiliyoruz uyumaya. Göçler bugün çok yoruldu. Yarın yine erken saatlerde yolun kalanını kat etmek üzere düşecekler yollara, Hak Teala’nın izni ve himayesiyle. Bize de güzel bir yayla evi veriyorlar gece konaklamak için. İlk defa yayla evinde kalacağımızdan, heyecanımız gözlerimizden okunuyor .

Sabah bir aceleyle uyandırılıyoruz Birlik Müdürü Fatih abi tarafından. “Geç kaldık! “ diyor apar topar giyinip çıkıyoruz yola. Saatimize baktığımızda bizi bir gülme alıyor. Saat 06:30’ u gösteriyor. Sabahın bu saatinde “geç kalmış” olmak komik geliyor bize kahkahalarla gülüyoruz. Ağlanacak halimize gülüyoruz belki de. Şehir hayatının bize katmış olduğu sabahları geç kalkma kavramının yaylada nasılda şekil değiştirdiğine gülüyoruz. “Erken kalkan yol alır” sözü daha bir anlam kazanıyor yaylalarda.

Neyse ki yetişiyoruz göçlere. Bugün civar köylerden de katılan göçlerle daha kalabalıklaşıyor göç. Zirveye yaklaştıkça küçükbaş hayvanlarda katılıyor göç kervanına. Keçiler, koyunlar, inekler ve biz insanlar aynı amaç uğruna arşınlıyoruz yolları. Yaylalarda otlayan hayvanlardan elde edilen ürünler normalde elde edilenlerden kat be kat daha lezzetli ve sağlıklı oluyor.

Kahvaltımızı nihai durağımız olan Kadırga Yaylası’nda yapmaya karar veriyoruz. Muhtarımız bize tümüyle organik bir kahvaltı sofrası hazırlamış, lezzetinden parmaklarımızı yiyoruz.

Kadırga Yaylası

Öğle saatlerine doğru göçler varıyor Kadırga Yaylası’na birer birer. Yaylada bir adet varmış yayla korucusu dayımız anlatıyor: “Bütün göçler gelir yaylaya, önceden belirlenen vakit gelmeden hiç kimse yayla evine çekilmez, hayvanları ovaya salmaz. Bütün göçler gelir sonra dağılırlar” diyor. Hakim bir noktadan yaylaya bakıyor korucu abimiz kafasında hasır şapkası. Velhasıl denildiği gibi oluyor ve bütün göçler geldikten sonra dağılıyorlar ovaya. Kadınlar uzun süredir uğranılmayan yayla evini düzenlemeye koyuluyor. Yataklar havalandırılıyor, kuzineler yakılıyor. Çocuklar alabildiğine çiçek ve otlak arazilere dağılıyorlar.

Günü Şalpazarı Kaymakamı Zihni Yıldızhan, Bereket TV Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Öztürk, Şalpazarı Kaymakamlığı Birlik Müdürü Fatih Kandil, Tv NET İdari Müdürü Mustafa Canbaz ve dünyalar tatlısı Şalpazarının gülü (kendi deyimimle) Mustafa Usta ağabeyimizle Kadırga ve Çelige yaylalarında bir müddet gezi ve söyleşiyle devam edip finali Bereket TV Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Bey’in babasının yayla evinde, Kaymakam Bey’in onuruna kesilen çebiç etiyle yapıyoruz.

3 günlük yolculuğun son durağı olarak Sinlice Köyü’nde TV Net Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül’ün evinde, ağabeyi Ali Karagül’ün ev sahipliğinde konaklıyor ve güzel bir dostluk kuruyoruz.

Ertesi gün uçağa binmek üzere yola koyulduğumuzda içimizi tarifi mümkün olmayan bir burukluk kaplıyor. Bir dahaki sefere daha uzun vakit geçirmek üzere o güzel yaylalara veda ediyor ve tekrar bulutların üzerinde olmanın verdiği hazzı en kısa sürede yaşayabilmek temennisiyle havalanıyoruz.

Gelmiş geçmiş en efsanevi gezgin olan Evliya Çelebi’yi rahmet ve hürmetle anıp bir sonraki seyahatlerimiz için cân-u gönülden “Seyahat Yâ Resûlallah” diyoruz.

Bu yazı 2013 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 78. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir