Perşembe , 28 Mart 2024

Küba

Yazı ve Fotoğraflar: Çetin Güney 

İstanbul’dan İspanya Madrid aktarmalı ucuş sonrası, başkent Havana’ya ulaşıyorum. Madrid’deki bekleme dahil 22 saatlik yolculuk oldukça etkilemiş olmalı ki hemen otelime yerleşip iyi uykular diliyorum kendime.Yeni günde buluşmak üzere. Merhaba Küba, merhaba Havana.

1.Gün: ( 25 Şubat Cuma )

Yeni bir ülke, yeni bir gün okyanus esintileriyle karşılıyor beni.Kahvaltı öncesi okyanus kıyısında spor yapan Kübalılar’la güneşin tadını çıkarıyorum.Sabahın erken saatleri olmasına rağmen güneş oldukça ısıtıyor.Gün içinde 30 derece sıcaklık beni bekliyor.Kahvaltı sonrası Havana sokaklarında kendimi bilinmezlik içinde savurmak için sabırsızlanıyorum.Ilk günümde haritam ve rehber kirtabım olmadan şehirde adeta kaybolmak istiyorum.Ilk olarak devrim meydanına gitmek sonrasında saatlerce yürümeyi planlıyorum.Havana’nın Vedado bölgesinde ki otelimden ayrılıp kısa bir yürüyüş sonrası ülkemizde pek de rastlamadığımız çok büyük bir meydandayım.142 metre yükseklikteki devrim anıtı ve Küba’nın milli kahramanı Jose Marti heykeli karşılıyor beni. Küba bayrağı özgürce dalgalanıyor.Meydanın sakinliğini turist otobüslerinin yoğunluğu bozuyor.

Anlaşılan düşündüğümden daha çok turist olacak Havana’da.Meydanın kuzey cephesinde ki iç işleri bakanlığı binasının dış cephesinde Ernesto Che Guevara’nın devasa bir anıtı var.Küba devriminde önemli rol oynayan kumandanlardan Camilo Cienfuegos’un anıtı ise meydanın diğer köşesindeki binanın cephesinde yer alıyor.1957 model üstü açık pembe renkli bir ford otomobil ilgimi çekiyor.Bu gibi taxi lere binmek için sabırsızlanıyorum.Ama bu gün değil diyerek devrim meydanından ayrılıp Havana merkeze doğru ilerliyorum.Havana Üniversitesi’nden geçip şehir merkezinin kalabalıklığıyla buluşuyorum.Devrime dair sözler içeren duvar yazıları, ellili altmışlı yıllardan kalma otomobiller, günlük telaşlarındaki insanlar ve Havana’ya özgün yorgun yıllanmış mimari ilgimi çekiyor.Vedado bölgesinden başlayan yürüyüşüm Centro Havana denilen merkez bölgesinden geçerek şehrin kalbi olan Vieja bölgesine kadar sürdü.

Kentin simgesi Capitolio binasının önündeyim.Meydandaki kalabalık gerçek Havana’yı göstermeye başladı.Meydanlara açılan tüm cadde ve bulvarlar mimarinin en güzel örnekleriyle süslenmiş.Yılların yorgunluğunu ve hüzünlerini taşısalarda tek kelimeyle mükemmel.Günün sonuna doğru Vieja bölgesinin sokaklarına bırakıyorum kendimi. Obispo caddesi köşesinde uzun yıllar Havana’da yaşayan Hemingway’in uğrak yeri Floridita Pub görüyorum. Floridita’ya girmek oldukça zor gözüküyor.Tüm turist grupları bu efsaneleşmiş mekanda Küba’ya özgü Daiquiri isimli kokteyli tadmak için adeta birbirleriyle yarışıyor.Bu kokteyl Küba’nın milli içkisi rom dan yapılıyor.Hemingway ve Floridita’nın sahibinin birlikte yapmış oldukları söyleniyor bu kokteylin.Floridita da barın köşesinde Hemingway’in bronzdan bir heykeli var.Turistler heykelin yanında fotoğraf çektirmek için burada da sıraya girmiş durumda.Güneşin ardından neon ışıklar Havana’ya hakim olmaya başlıyor.Bu günlük merhaba dedim Havana’ya.Yarın yeniden görüşürüz.

2.Gün: (26 Şubat Cumartesi )

Sanki günlerdir Havana’daymışım gibi başlıyorum güne.Adımlarım kahvaltı öncesi okyanus kıyısına götürüyor beni.Deniz kokusu ve uzaklardaki komşu ülkeye bakıyorum.Sadece 70 mil Florida.Kahvaltı sonrası bindiğim taxi dolmuşla Vieja bölgesinin kalbi San Francisco Meydanına gidiyorum.Planım tüm gün Vieja bölgesinde sokaklarda zaman geçirmek.Havana’nın bu bölgesini Istanbul’un tarihi yarımadası gibi düşünmek yanlış olmaz.Müzeler, anıtlar, meydanlar,tarihi oteller, sanat galerileri, kiliseler, tarihe tanıklık etmiş binalar, turistlere yönelik kafe ve restaurantlar, hediyelik eşya satan dükkanlar, kısaca her şey Havana’nın kalbi Vieja’da. San Francisco Meydanın cadde karşısında Havana’nın feribot terminali bulunuyor. Belli zamanlarda buraya binlerce yolcusuyla cruise gemileri demirliyor.Meydanın tam ortasındaki çeşme,katedral ve anıtlar oldukça ilgi çekici.Meydandaki faytoncular turistler şehir turu önermekte.Fiyatlar hiç de düşük değil.Gerçeten bu kadar turistlik bir Havana beklemiyordum.Vieja’da her şey turistler için.Arz ve talep sanırım.Özellikle Kanadalı ve Amerika’lı turist grupları çok yoğun.

Sonrasında Avrupalılar ve Japonlar geliyor.Resim galerilerinde oldukça hoş eserler sergileniyor.Hediyelik eşya dükkanlarında Che her nesne de kullanılmış.Küba da Che her yerde zaten.Bazen kalbinin üzerine dövme yaptırmış bir işçide, bazen bir küba bayrağında, bazen bir taxi nin plakasında, bazen de bir  binanın duvarında.Daracık sokaklarda savrulup kendimi yeni bir meydanda Plaza de Armas da buluyorum.Meydanın ortasındaki ağaçların gölgesinde satranç oynayanlara çocukların sesleri karışıyor.Meydanın Havana’nın en hareketli caddesi olan Obispo’ya açılan bölümünde ikinci el kitap satılan tezgahlar var.Tezgahlarda Che, devrim ve F.Castro ile ilgili kitaplar tabiki ön saflarda.Kitaplar, pullar, ikinci el kitaplar, antika eşyalar adeta açık hava da bir sahalar çarşısı burası.Meydanın sahil tarafındaki Isabel Otelin terasındaki manzara görülmeye değer.Obispo caddesi oldukça kalabalık.Yürümek oldukça zor.Kübalılar ve turistler içice.Hemingway’in uzun zaman kaldığı Ambos Mundos Otelini görüp kalabalıktan kurtulmak istiyorum.

Arka sokaklar her zaman tercihimdir.Obispo caddesinin bir cazibesi var kesinlikle bunu belirtmeden de geçemeyeceğim.Her köşe başından müzik geliyor.Her yerde Carlos Puebla’nın bilindik Che şarkısı yankılanıyor.Salsa her yerde ve her zaman.Kaldırımlarda purolarıyla poz veren kadınların geçim kaynağı bu. Kaldırım modelliği binlerce turiste.Bahşiş vermeden fotoğraf çekmek oldukça zor.Hemingway’in otelindeyim. Terastan limanın diğer tarafındaki Havana Kalesini görüyorum.Eski kente kuşbakışı bakmak çok güzel.Obispo Caddesinin bir paraleline geçiyorum.Hareketlilik başka bir koşturmacaya bırakıyor kendini.Yorgun evlerden sallanan çamaşırlar,arabalarını yıkayan bıçkın şöförler, çocukların beyzbol koşturmacaları ve ellerinde karneleriyle ekmek kuyruğundaki kadınlar.

3.Gün: (27 Şubat Pazar )

Günün ilk durağı Vedado bölgesindeki Cristobal Colon Mezarlığı.Kübanın en önemli ve en büyük mezarlığı burası. 1868 den günümüze ulaşıyor.Burası bir mezarlık değil adeta açık hava heykel müzesi.Oldukça geniş bir alana yayılan bu mezarlığa Kübalılar granit şehir diyorlar. Devrim meydanından geçip yeniden Havana’nın eski kent sokaklarındayım.Ansızın kendimi bir domino masasında buluyorum. Dominoya dördüncü oluyorum.İngilizce anlaştığımız Kübalı gençlerle hayata dair konuşuyoruz.Sohbetler bildik, dertler aynı.Coğrafyalar farklı olsada insan her yerde insan.Okyanus kıyısından Vieja‘ya kadar yürüyorum.Sanki bir belgeselin içinde kaybolmuş gibiyim.Yüzü okyanusa dönük evleri selamlıyorum.Sahildeki gençler evlere inat sırtlarını çevirmişler okyanusa ve güneşleniyorlar.

Kim bilir belki de karşısı Florida görmek istemiyorlar.Sadece 70 mile inat.Eski otomobilleri fotoğraflıyorum.Geçmişin izlerini taşıyan, binlerce insanın hatıralarını günümüze ulaştıran rengarenk ford, buick, dodge ve daha nice markalardan otomobiller. Yine akşam yaklaşıyor.Zaman hızlı mı geçiyor Havana’da.Günün sonuna doğru Prado Caddesindeyim.Oldukça geniş bir bulvar aslında Prado. Benzerlerine Avrupa’da rastlanıyor.Bulvarın tam ortasında geniş bir yaya yolu var sağlı sollu ağaçlarla kaplı.Trafik bu yaya yolunun sağ ve solundan ilerliyor.Yaya yolunda sanatçıların eserlerini sergileyip sattıkları tezgahlar kurulmuş.Havana temalı resimlerden, che ye, modern sanattan ortaçağ a kadar her türden yağlı boya resim ve fotoğraf görmek mümkün.Rengarenk eserler övgüye değer. Küba’da sanat müzik ve salsa gibi her yerde.

 4.Gün: ( 28 Şubat Pazartesi )

Bu gün Havana’nın doğusunda Santa Maria Del Mar bölgesindeyim.Yaklaşık 30 km.Havana’nın dışında bir bölge.Havana merkezden düzenli otobüs seferleri var.Bir sahil kasabası olan bölgenin en önemli özellği beyaz kumları ve turkuaz renkli suları.Havana’daki şehir temposundan kaçan kübalıların ve dinginlik isteyen turistlerin Havana’ya en yakın kaçamak yeri.Tabi ki sahildeki müzik ve salsa, kuma güneşe ve denize eşlik ediyor.

5.Gün: ( 01 Mart Salı )

Küba denince akla gelen en önemli şeylerden biri de puro dur. Puro her zaman diliminde ve kadını erkeği ile her yetişkin için çok önemlidir.Dünya piyasalarında puro denince Küba puroları ilk sıralarda yer alır. Başta Cohiba olmak üzere bir çok Küba markası bu piyasa boy göstermektedir.Bakire kızların baldırlarında sarılmış purolar şehir efsanesi olsada küba purolarını denemekte fayda var.Küba purolarının cüzdanları biraz zorlaması unutulmamalıdır.Bu gün Partagas Puro Fabrikasındayım.Havana’nın en eski puro fabrikası Partagas.Şehir merkezinde yer alan bu puro fabrikasında yüzlerce işçi çalışmakta. Ziyaret esnasında puro yapımının her aşaması görülebilir.Alış veriş galerisinde bir öeneri çok pahalı.

Partagas’daki puro işçilerini geride bırakıp Devrim Müzesine gidiyorum.Küba tarihine ve özellikle Küba Devrimine dair arayabileceğiniz her türlü bilgi ve materyal bu müzede yer alıyor.Tabi ki Che her zaman olduğu gibi ön saflarda.Müze sonrası Victor Hugo’nun evini gezip eski kenti fotoğraflamaya devam ediyorum.Her köşe başı yeni bir bilinmezliğe açılıyor.Vieja bölgesi labirentin bir parçası adeta.Kendimi ansızın sahile yakın Rom Müzesinde buluyorum.Aklıma şu soru geliyor rakı müzesi varda ben mi bilmiyorum Türkiye ‘de.Rom un tarihi ve yapılışı ile bilgiler içeren bir müze Rom Müzesi.Tabi ki müzenin alış veriş bölümü oldukça kalabalık.Sahil boyunca yürümeye devam ediyorum.Deniz kenarında büyük bir bina görüyorum.Turist otobüsleri var binanın önünde.Büyük ihtimalle bir market burası. Kapı önünde bekleyen herkesin ellerinde büyükçe poşetler.Hediyelik eşyaların satıldığı büyük bir market burası. Gezmekle hiç bir şey kaybedilmez.

Özellikle Havana’nın simgesi eski otomobil motifli yağlı boya tablolar görülmeye değer.Buradan merkez Havana’ya geçiyorum.Buena Vista Social Club filmindeki bir sahnenin çekildiği söylenen bir sokak barını buluyorum. Sadece kübalıların geldiği oldukça keyifli bir yer burası. Sıcak ortam ve sıcak sohbetler.Geçmişten günümüze Küba’yı dinliyorum yaşlılardan.Viva Küba diyorum. Güzel insanlarla güzel sohbetler.Gece yaklaşıyor.Yarın yola devam.Sabah Havana’dan ayrılıp Santa Clara şehrine gidiyorum.Sonrasında Sancti Spiritus, Tirinidad ve Cienfuegos…

Hoşçakal Havana…. Yine geleceğim.

Bu yazı 2011 yılının Nisan ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 50. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir