Salı , 19 Mart 2024

Maslak Kasırları

2. ABDÜLHAMİD’İN ŞEHADELİK DEVRESİNİ GEÇİRDİĞİ MASLAK KASIRLARI

İstanbul, içinde barındırdığı türlü keşmekeşe rağmen her ne olursa olsun pek çok gizli güzelliğe de sahip bir şehir. İstanbulluların kültürel ve tarihsel bağlamda pek çok seçeneğe sahip olduğu bir gerçek. Hafta sonu Sarıyer ya da Belgrad ormanları tarafında bir gezi yapmayı düşünenler için Maslak kasırları da ideal bir mola mekanı.

Maslak bölgesindeki sultanî yerleşimlerin tarihi her ne kadar 2. Mahmud zamanına kadar çıkarılabilirse de, bölgenin asıl önem kazanması 2. Abdülhamid’im şehzadelik devresine rastlar. Bilindiği üzere 2. Mahmud zamanına kadar Osmanlı hanedanının yaşam mekanı büyük ölçüde Topkapı Sarayı ve çevresi ile sınırlıydı. Gerçi 17. yüzyıldan itibaren padişahların Dolmabahçe ile Haliç kıyılarında av ve dinlenme köşkleri yaptırdıkları bilinse de 19. yüzyıldan itibaren hem iktidarın ana merkezi hem de dinlence yerleri Boğaz’a kayacaktır.

YAZI ve FOTOĞRAFLAR ÖNDER KAYA

Maslak kasırlarının bulunduğu bölge adını İstanbul’un su dağıtım şebekesinden alır. Maslaklar İstanbul’un dışından getirilen suların dinlendirilip sonrasında dağıtımının yapıldığı yerlerdir. Hacı Osman bayırı ile Levent semti arasında kalan ve 170 bin metrekarelik bir sahaya yayılan çiftliğin sultan Abdülaziz tarafından şehzade Abdülhamid Efendi’nin kullanımına tahsis edildiği bilinir. Burası hanedan üyeleri için av, biniş ve dinlenme mekanı olarak tesis edilen yerlerden biridir. Abdülhamid Efendi’nin daha önce de Kağıthane köşkünde yaşadığı bilinir. Sultan Abdülaziz tahta çıktığında kardeşi Abdülmecid’in şehzadelerine rahat bir yaşam vaad etmiş ve onlara başkentte belli bölgeler tahsis etmişti. Bilindiği üzere Tanzimat dönemi ile birlikte şehzadelerin sarayda katı kurallarla hapsedilme devresi de sonlanmıştı. Abdülaziz, yeğeni olan Abdülhamid’e evvela Tarabya’da hanedana ait olan köşkü tahsis etmişti. Abdülhamid’in burada yelken sporu ile uğraşması ve sık sık denize açılması padişahın hoşuna gitmemiş olacak ki sonradan ikameti için Maslak’taki kasırları ayrılmıştır. Şehzade Abdülhamid burada marangozluk, çiftçilik ve seracılıkla uğraşmıştır.

Bazı kaynaklardan anlatıldığına göre 2. Abdülhamid’in Maslak’ta yaşadığı devrede başından ilginç de bir hadise geçer. Hacı Osman tarafına giden yolların güvenlik gerekçesi ile kapatıldığı bir günde Maslak’taki ikametine gitmekte olan şehzade ve maiyetinin yolları düşük rütbeli bir erbaş olan Hasan adındaki biri tarafından kesilir. Şehzadenin maiyetinde bulunanların “Bu ne cüret, şehzade Abdülhamid hazretlerini tanımaz mısın?” diye çıkışmaları üzerine tüfeğini gruba doğrultan bu kişi “Ben şehzade-mehzade tanımam, sultan emridir, geçiş yasak, çekilmezseniz basarım tetiğe” diye cevap verir. Bu sadakatten çok etkilenen şehzade, tahta çıktığı zaman ikamet ettiği sarayın bulunduğu Beşiktaş bölgesinin muhafızlığına Hasan adındaki bu okuma yazması olmayan alaylı askeri getirir. Tarihe “7-8 Hasan Paşa” olarak geçecek olan bu kişi, Çırağan Baskını sırasında isyancıların başı olan Ali Suavi’yi öldürerek padişaha sadakatini ispat eder.

Dediğim gibi şehzade burada yaşarken vaktini boş geçirmez. Büyük bir kütüphane kurar. Marangozlukla uğraşır. Hatta Kasr-ı Hümayun denilen ve şehzadenin ikametine tahsis edilen kasrın ikinci kata çıkan merdivenleri, onun tarafından yapılır. Kündekari dediğimiz geçme tekniğiyle ve çivi kullanılmadan inşa olunan bu merdiven, gayet mahirane bir işçiliğin ürünüdür. Limonluk adı verilen ve Kasr-ı Hümayun’un hemen yanında bulunan serada da gerek yurt içinden ve gerek yurtdışından getirdiği türlü bitkileri yetiştirir.

Kasr-ı Hümayuna gelince; kasır iki katlıdır ancak tavan arası ve bodrum katlarının da olduğunu hemen hatırlatalım. Lakin buralar ziyarete kapalı. Köşkün mermer sütunlar üzerine oturtulmuş göze son derece hoş görünen bir balkonu var. İçeri girer girmez hemen sağ tarafta şehzadenin yatak odası olarak kullandığı mekan yer alır. Abdülhamid’in güvenlik gerekçesi ile kapıdan hemen yanında uyumayı tercih ettiği sanılıyor. Hatta sağdaki ilk odayı kullanmayarak köşke davetsiz gelebilecek kişiler için bir şaşırtmaca hedeflediği söylenir. Bu odada kendi eliyle yaptığı ve üzerine “A ve H” harflerini işlediği aynalı kapıdan yatak odasına bir geçiş verdirmişti. Yatak odasının kapısını ise körleterek kullanılmaz hale getirmişti. Yani girişte sağdan ikinci odayı yatak odası olarak kullanan şehzade, buraya geçişi birinci odadan sağlamıştı. Birinci oda aynı zamanda şehzade tarafından kişisel ibadetini gerçekleştirdiği mekan olarak da bilinir. Bugün yatak odası bu kısımda değil de sol tarafa taşınmıştır. Bunun sebebi ise kasırların 1938’de Gülhane Askeri Tıp Akademisine tahsis edilmiş olması ve odaların tadilata maruz kalarak aslî ölçülerini yitirmeleridir. Her odanın tavan süslemesinde odanın ne amaçla kullanıldığına dair bazı işlemelere tesadüf etmek mümkün.

Kasr-ı Hümayun’un ikinci katına Abdülhamid’in el emeği olan merdivenlerle ulaşınca geniş bir salonla karşılaşıyorsunuz. Bu odanın tarihsel açıdan son derece önemli olduğu biliniyor. Zira Sultan Murad’ın akıl sağlığı nedeniyle tahttan hâl edilmesi gündeme gelince şehzade Abdülhamid, kendisiyle görüşmek için gelen Mithat ve Mütercim Rüşdü Paşaları bu salonda kabul etmiş ve bazı kaynaklarda zikrolunduğuna göre tahta geçtiği takdirde Meşrutiyeti ilan edeceğine dair sözü bu salonda vermiştir. Bu katta bulunan piyanolu odada sultanın zaman zaman piyano çaldığı hatta bir takım besteler yaptığı da bilinir. Yine yemek ve çalışma odası da bu kattadır.
Bu alandaki ikinci önemli yapı Mabeyn-i Hümayun binası olup, bazı yerlerde Abülhamid’in remzi olan “A ve H” harflerini görmeniz mümkün. Yine bu binadan yan taraftaki limonluğa da geçiş var. Mabeyn binasının biraz ötesinde Çadır Köşkü yer alır. Buranın ikinci katında güzel bir seyir balkonu vardır. Ahşap işçiliği ile dikkat çeken yapının yakın bir zamanda tesis olarak hizmete sokulması planlanmakta.

Buradaki son önemli alan Paşalar Dairesi. Burada aynı zamanda hamam ve tuvaletler de bulunuyor. Hamam kısmında müzelik bazı objelere de tesadüf etmeniz mümkün.
Kasırlar, sultan Reşad zamanında 2. Abdülhamid’in oğlu Nurettin Efendi’ye tahsis olunmuştur. Cumhuriyet’in ilanından sonra bir süre atıl kalan bu kompleks, 1938’de I. Ordu ve Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin kullanımına verilmiştir. Bu süreçte prevantoryum yani bir nevi verem mikrobu teşhis edilen ve hastalığın başlangıç devresini yaşayan insanların müşahede altında tutulduğu bir merkeze dönüştürülmüştür. Tabii ki bu süreçte yeni koğuşlar elde etmek için Kasr-ı Hümayun’un iç mimarisinde bozulmalara sebebiyet veren tadilat da yapılmıştır. 1981’de Milli Saraylar Müdürlüğü’ne devredilen bu yapılar bütünü, günümüzde İstanbulluların ziyaretini bekliyor. Müzeye girişin sadece iki lira olduğunu belirterek yazımızı sonlandıralım.

MASLAK KASIRLARI – Bu yazı 2016 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 112. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir