Çarşamba , 24 Nisan 2024

Milli İçeceğimiz Çayın Serüveni

Sizleri bilemem ama benim gibi tiryakiler için sabah gözünü açınca ayılmasını ve yeni güne güzel bir başlangıç yapmasını sağlayan şey ÇAY’dır. İlginçtir ki, Çinliler ile Türkler aynı maddeyi aynı isimle adlandırmaktalar. ÇAY. Kimbilir belki bu da, bizim Orta Asya’dan geldiğimizi ispat eden bir başka göstergedir. Zira bu dünyada çay, bir Çinliler bir de biz Türkler tarafından bu kadar fazla tüketiliyor.

Milli İçeceğimiz Çayın Serüveni – Yazı ve Fotoğraflar: İ. Çağrı Sağlık

Evde seyahat için karar verdiğimizde, aklıma hiç gelmeyen bir fikir, özellikle Rize civarlarında iken bir anda yer etti. Bunca seveni varken çayın hikayesi neden olmasındı. Çok cin fikirli olduğumdan değil; Rize ve etrafının tamamen çaya yönelik bir ekonomiye sahip olması itti beni bu fikre.

İnanılmaz bir görüntü. Yerleşim alanlarının hemen dışında başlayan çay tarlaları ve onlara yakın kurulmuş küçük çay alım merkezleri. Rize’de ve çevre illerde çay işleme fabrikaları. Herşey çay bu bölgede.

Asıl varış noktamız olan Hopa’ya kadar neredeyse her yerde Çay tarlaları ve mevsimi geldiğinden toplayıcıları ile karşılaştık. Genç yaşlı demeden herkes çay toplamaya çıkmışlardı. Harıl harıl bir çalışma söz konusu kısaca. Kısa bir zaman içerisinde çay toplanmalı çünkü Karadeniz’in havasının ne zaman bozacağı belli olmuyor. Yağmur yağmamalı zira yağarsa toplanan çay yaprakları, yoğun yağan yağmurun oluşturduğu ufak seller ile kaybolup gidiyor.

Hopa ve çevre ilçeleri gezerken, buralara çayın Rize’liler tarafından getirildiğini ve doğal yeşilliklerin içerisinde çay bitkilerinin mümkün olan her yamaca dikildiğini öğrendik. Çayın bakımı kolaymış. Tabii bu bölgenin mevsimsel özelliklerinden dolayı. Ekmenin haricinde sulama ve benzeri şeyler ile uğraşmalarına gerek kalmıyormuş. O işi doğa, sık yağan Karadeniz yağmuru ile hallediyormuş. Ama toplama dönemi ciddi bir çalışma gerekiyormuş. Zaten konuştuğumuz kişiler de, bizimle konuşurken işlerine devam etmeyi tercih ettiler.

Çay, Mayıs ve Ağustos aylarında iki kere olmak üzere toplanıyor. Toplamalar ev halkının neredeyse tamamının katılımıyla ve basit sayılabilecek ama işlevsel olan çay makası ile yapılıyor. Kesilen çay, çay makasının altında bulunan torbalara düşüyor ve torbalarda biriken çay yaprakları büyük çuvallara boşaltılıyor.

Toplanan çuvallar cefakar Karadeniz kadınının sırtında en yakındaki Varangel’e (lazca varangela) taşınıyor. Yükleri ağır olan bu kadınlar belli ki mecburi bir alışma yaşamışlar bu yüklere. Varangel’ler aslında tipik bir Karadeniz insanı pratik zekasından çıkma bir çeşit teleferik. Çay tarlaları genelde yüksek tepelerde olduklarından, toplanan çayın tepelerde sırt üstünde taşınması zorlaşıyor. Bu nedenle, daha aşağılarda ve toplama kamyonlarının girebileceği noktalarda oluşturulan çay toplama merkezlerine yakın bölgelere daha rahat taşıma yapabilmek için bu teleferikleri inşa etmişler. Tabii iş, toplanan çayı varangele koymakla bitmiyor. Varangel ile aşağıya indirilen çay, aşağıda bekleyen başkaları tarafından yine sırt üstünde, en yakın çay toplama merkezlerine taşınıyor.

Çay merkeze geldikten sonra, kilo usulü kayda alınıyor. Çay toplayan arkadaşa soruyorum. “Peki ne kadar kazandırıyor çay, kazançlı bir iş mi?”. Bir iki saniye düşündükten sonra cevap veriyor. “Valla abi ne desem yalan olur. Ben parayı hiç görmüyorum ki.”

“Sen de haklısın” diyerek oradan ayrılıp, varangeller ile aşağı indirilmiş çay yapraklarının kamyonlara yüklenmesini izlemek üzere oradan ayrılıyoruz.

Kamyonlar yorgun, şoförleri artık ezberlemiş her karış yolu. Yıllardır aynı şekilde çalışıyorlar. Sabahtan en yakındaki çay fabrikasından yola çıkıp, kendilerine söylenen bölgelerdeki çay toplama merkezlerine giderek toplanan çayları almaya başlıyorlar. Gitmeleri gereken tüm toplama merkezlerindeki toplanan tüm çaylar alındıktan sonra dönüş yolculuğu başlıyor. “Bütün mesafeyi toplasan 100 km etmez” diyor birisi. “Ama bütün gününü alıyor insanın.”

Kamyonlarla toplanan çay yapraklarımızın izini Hopa’da bulunan ve 1966 tarihinde kurulmuş olan Çay Fabrikasında buluyoruz. Fabrika yönetiminin verdiği izinle içeriyi gezmeye başlıyoruz. Yanımızda da bize işlemleri anlatan bir mihmandar verdiler. Mihmandarımız Yılmaz Bey’e de buradan teşekkürlerimizi bildirmek isterim.

Bizim çay yaprakları 1 gün beklemeye alınacaklarmış. Bu süreç esnasında eksperler tarafından sap ve yapraklar ayırılacak ve çay yapraklarımız havadaki nem ile şişmeye bırakılacak. O yüzden bizde daha önce toplananların işlemlerini takip edeceğiz.

Fabrikaya girişte muhteşem bir çay kokusu sarıyor etrafınızı. Benim gibi tiryakiler için cennet gibi bir yer burası. Ayıklama ve soldurma işlemi biten çaylar, buradan yıkanarak kıvırma denen işleme tabi tutuluyorlar. Bu işlem yaklaşık yarım saat sürüyor.Tepeden kendi ekseni etrafında dönen koca bir silindirin içine atılan yapraklar silindirin altında ezilerek ufak parçalar haline getiriliyor. Bir sonraki adım ise fırın.

Fırınlama önemli ve deneyim gerektiren bir şey. Zira çayın nem oranına göre fırının derecesi 100 ila 105 derece arasında ayarlanmak durumunda. Üretim bandı üzerinde fırınlanmaya göndererilen çay oradan çıktığında artık yeşilliğini kaybetmiş durumda. Fırınlanmış olan çayı bekleyen bir sonraki kısım ise ayrışma. Bu bölümde çay, kalitesine göre otomatik olarak makinalarda ayrıştırılıyor. Ve fabrikadaki son noktası olan paketlenmeye giriyor. Kalitesine göre ayrılan çaylar yine kalitesine göre olmak üzere büyük çuval tarzındaki poşetlere dolduruluyor. Bu poşetler daha sonra kapatılıp Rize’de ki merkez fabrikaya, satılacakları boyutlarda poşetlenmek üzere gönderiliyor.

Masamıza gelen çayın hikayesi burada son bulmuyor ama. Yarım kiloluk, kiloluk, beş kiloluk gibi değişik boyutlarda hazırlanan çay, fabrikadan satış merkezlerine gönderiliyor. Oradan da son alıcıya yani bizlere ulaştırılmak üzere marketlere ve bakkallara pazarlanıyor.

Artık İstanbul Boğazı’na nazır bir kahve demi içersiniz yoksa tipik bir Anadolu köyünün kahvehanesinde yorgunluğunuzu atmak için mi içersiniz bilemem ancak benim size çayın hikayesini yazarken içtiğim çay, kimbilir kaç kişinin emeğini içeriyor. Kimbilir kaç aile, çocuklarının geleceğini veya kendi hayallerini bu bir bardak çaydan çıkarıyor.

Çay deyipte geçmeyin. Bol emekli, uzun yollu bir hikayesi var.

Milli İçeceğimiz Çayın Serüveni – Bu yazı 2008 yılının Ağustos ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 19. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir