Cuma , 19 Nisan 2024

NIKON VE BÜYÜLÜ GÖZLER

Fotoğrafa, Görmek ve Görünmek’e Dair

Yazı: Seda Yeşildal – Fotoğraf: İbrahim Usta

Fotoğraf dört kişi parkta çektirmişiz, ben, Orhan, Oktay, bir de Şinasi… anlaşılan sonbahar, kimimiz paltolu, kimimiz ceketli yapraksız arkamızdaki ağaçlar… babası daha ölmemiş Oktay’ın ben bıyıksızım, Orhan, Süleyman efendiyi tanımamış. ama ben hiç böyle mahzun olmadım; ölümü hatırlatan ne var bu resimde? oysa hayattayız hepimiz.

Melih Cevdet Anday

Rıdvan Dilmen
Rıdvan Dilmen

Ülkemizin yetenekli basın fotoğrafçılarından İbrahim Usta, meslek hayatı boyunca hepimizin tanıdığı birçok değerli insanla görüştü. Görüştüğü isimler arasında A Milli Futbol Takımı teknik direktörü Fatih Terim’den, Türk sinemasının unutulmaz isimleri Ediz Hun- Filiz Akın, Kenan Pars, Hülya Koçyiğit ve daha birçoğuna, şarkılarıyla büyüdüğümüz Mazhar Alanson’dan, kitaplarını okuyarak ‘adam olduğumuz’ İlber Hoca’ya (Ortaylı) kadar çok geniş bir Türkiye panoraması çıkaracak kişiler yer alıyor.

Cengiz Aytmatov
Cengiz Aytmatov

Yıllarca objektiflerin karşısında yer alan meşhurlarımızı bir de objektifin arkasında görmek nasıl olurdu acaba? İbrahim Usta’nın soyadına yakışır titizliği ile hazırladığı bu çalışma Türk hafızasını oluşturan bu kıymetli insanları çekilen / fotoğraflanan olmaktan çeken / fotoğraflayan olmaya taşıdı. Gezgin’in yetenekli yazarlarından Seda Yeşildal da bu fotoğrafların verdiği ilhamla fotoğraf çektirmek, çeken olmak, görüntünün içinde bir ‘görüntüleyen’ halini almak hakkında derinlikli ve etkileyici bir yazı hazırladı. İbrahim Usta’nın fotoğraflarında gördüğümüz; bizi biz yapan, onların hüznü ile ağladığımız, sevinçleri ile güldüğümüz, erdemleri ile olgunlaştığımız, kendimiz olurken mutlaka etkilendiğimiz, hem geçmişimiz hem geleceğimiz olan kişilerden başkası değil. Aşığı olduğumuz, hayran hayran yıllarca takip ettiğimiz, kimi zaman fanatiği, kimi zaman muhalifi, en azından meraklısı olarak izlediğimiz insanların ellerinde makinelerle çektirdikleri fotoğraflarda kendi hayatlarını, hayat karşısında duruşlarını görüyoruz. Bu duruşlardan dahi öğreneceğimiz çok şey var.

Halit Ömer Camcı

Türkan Sabancı oğlu Metin ile
Türkan Sabancı oğlu Metin ile

Göz ve görüntü, insan bilgisinin, hayal gücü ya da zenginliğinin en önemli kaynaklarından birisidir. İnsanları, nesneleri veya tabiat manzaralarını bizim için anlamlı yapan ve onlara derinlik katan şey bizim görüş açımızın genişliği ve bakma, görme ve nihayet anlama-anlamlandırma gücümüzle çok yakından ilgilidir. Mesela ismini işittiğimiz ve bir şekilde hatırladığımız insanların hayalimizdeki ya da zihnimizdeki ilk canlanışları daha çok göz zevkimizle, bizim göz hafızamızla olur. Kadının sese ve erkeğin kokuya özel ilgileri olduğu çok bilinen bir gerçektir fakat gözün ve görüntünün dünyanın neresinde yaşıyorsa yaşasın, hangi kültüre ve inanç sistemine bağlı olursa olsun insanın en kuvvetli hassası olduğu da ikinci bir gerçek olarak karşımıza çıkar. Bununla beraber klâsik kültürümüzün daha ziyade kulak terbiyesine bağlı bulunduğunu, eskilere göre âlemde bâki kalacak olanın “bir hoş sadâ” olduğunu gözden ırak tutmamak gerekir. O yüzdendir ki yaklaşık 26.000 beyitlik Mesnevî-i Şerif “biş-nev” (Dinle!) nidasıyla başlar. Bu nidanın tasavvufî ve edebî şerhleri de büyük yekûn tutar. O kültür, ilmi ve irfanı satırdansa ‘sadır’a aktarmayı seçerdi. Ama yine unutulmamalıdır ki insanın görmeye, “baş gözü ile” görmeye olan ezelî iştiyakı da söz konusudur.

Ediz Hun
Ediz Hun

Bir görüntü binlerce anlam 

Fakat görülen şeyin anlamı da gören kişinin hayat tecrübesiyle, sanat zevkinin inceliği ve yüksekliğiyle, en kısa tabiriyle iç âleminin zenginliğiyle çok yakından ilgilidir. Bir şiirin bize söyledikleri nasıl bizim o şiire söyletebildiklerimizle orantılıysa bir resmin, bir fotoğrafın bizim için ifade ettiği mânâ da bizim onu mânâlandırma kudretimizle alâkalıdır. Bu, bize hiçbir diyeceği olmayan, bize herhangi bir şey söylemeyen bir esere taşımadığı veya hak etmediği anlamı vermek değildir bilakis resmi, o fotoğrafı bizim bilgi, hayal ve estetik dünyamızın genişliği ve inceliği nispetinde yeniden kurgulamak, tabir yerinde olacaksa yeniden yaratmaktır. Göstergebilimin çağımızdaki büyük ustalarından olan Umberto Eco’nun üzerinde ısrarla durduğu “Açık Yapıt” nazariyesi bununla çok yakından ilgilidir. İç dünyası geniş ve renkli; sanat, tarih, insan ve toplum üzerinde çokça düşünmüş, bütün bunlara ait kendisinde entelektüel bir donanım oluşturmuş kimseler için her sanat eseri, her tabiat parçası, her insan, her şey bir açık eserdir. Buna göre her şey, engin ve geniş bir bakış açısı sayesinde, yeniden kurgulanmayı, yeniden yaratılmayı bekler. Fotoğraf, objektifin arkasında veya önünde olsun, âlemin yeniden oluşturulmaya açık olan yapısına en müsait olan sanatlardan birisidir. Bir insanın değişik ve özel bir hareketini yakalayan, bir jestini ebedîleştiren bir kare fotoğraf, çok defa fotoğrafı çeken kişinin o an düşündüğü veya hayal ettiği gerçekliğinden çok öte bir anlama bürünebilir. Her fotoğrafın bir hikâyesi vardır, evet, fakat bu fotoğrafın çekiliş ânından ziyade o fotoğrafı gören ve anlamlandıran kişilerin ürettikleri hikâyeyle ilgilidir. İyi bir sanat eseri, kendisiyle kaim olmayan, kendisiyle sınırlanmayan, bitmeyen eserdir. Her kaliteli eser, her okuyucu ya da izleyiciyle beraber yeniden büyüyen, yeniden serpilen eserdir. Fotoğrafta da bu böyledir.

Hülya Koçyiğit
Hülya Koçyiğit
Özgü Namal
Özgü Namal

Sonsuzluk duygusu ve fotoğraf

Büyük yazar Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, ilerlemiş yaşlarında, güneşli bir güz veya kış günü, elinde bir fotoğraf makinesiyle çektirdiği bir resmi vardır. Fotoğraf çekerken fotoğrafınızın çekilmesi… İki aynanın birbirine bakmasındaki ebediyet hissi gibi bir şey…

Filiz Akın
Filiz Akın

Büyük ihtimalle her sanatçıda olduğu gibi, Tanpınar’da da bir sonsuzluk istediği, bir “yok olmaktan korkma” söz konusuydu.

Ne içindeyim zamanın
Ne de büsbütün dışında;
Yekpare geniş bir anın
Parçalanmış akışında...

dizeleri bu duyguyu vermek anlamında iyi bir örnektir. Gerçi Yunus Emre, inanmaya davet ettiği ve kendisinde Yaratıcı’sını, Yaratıcısı’nda kendisini görmesini istediği kişiye asırlar evvelinden o berrak ve sade sesiyle.

Ölümden ne korkarsın
Korkma ebedî varsın

diyordu. Ama insanoğlunun zamanı durdurma, bir ânın içinde ebediyen kalma, ebedîleşme arzusu hiç dinmeyecektir. Bir başka şair de, “biricik meselem sonsuza varmak” derken bunu söylüyordu. İşte ustası ve daha birçokları gibi Tanpınar da ebediyetin saf ve biçare âşıklarından birsiydi ve bu sevgiliye visal için sanatı en kestirme ve güvenli yollardan birisi olarak görüyordu.

Fazıl Hüsnü Dağlarca
Fazıl Hüsnü Dağlarca
İlber Ortaylı
İlber Ortaylı

Şair ve romancı Tanpınar’ın “ebedîyet, billûr, kristal” gibi sonsuzluğu anlatan veya çağrıştıran kelimelere nasıl müptelâ olduğu erbabına malumdur. Onun fotoğrafa, resme, yani özel bir ânın yine özel bir şekilde ebedîleşmesine düşkünlüğü biraz da bundandır. Ya da tersine bir ifadeyle, onun sonsuzluk iştiyakının tezahürlerinden birisidir fotoğraf…

Oğuz Haksever
Oğuz Haksever

Sonsuz ve bitimsiz bir varlık elde etme, insan iradesinin ve kudretinin kaldıramayacağı bir şey olsa da, sonsuz olana, bâki olana bağlılık da bir anlamda “dolayısıyla ya da sayesinde daimî vücuttur”. Hz. İbrahim de bir an için Yaratıcısı olarak düşündüğü yıldızın battığını görünce “Ben batanları sevmem” demişti. O’nun Yaratıcısı öncesiz ve sonsuz olmalıydı. Her fâninin bir kemal ve zeval demi vardır.

Dilek Hanif
Dilek Hanif

Objektifin Önünde veya Ardında Olmak…

İşte meselenin tümü değilse bile bir tarafı! Yukarıda da bir vesileyle sanatın ikili yapısından bahis açmıştık. Bir eserde asıl olan sanatçı mı yoksa okur veya seyirci midir? Sanatçı, eserini örerken veya kurarken kendisini karşı tarafın yerine koyar mı, koyarsa bu bir çeşit faydacılık olur mu? Bunlar hemen hemen sanatın bütün şubeleri için geçerli sorulardır. Bazen de sanatçı, kendi gerçek yaşantısını, hayat tecrübesini, hatıralarını eserine nakşeder, başka isimler, meslekler ve çevreler kisvesinde, hayatını bir kere de kendi kaleminden ya da objektifinden seyreder. Fotoğrafta bu nasıl olabilir? Bir fotoğrafın içinde, fotoğrafçının hayatını, arzularını, kırıklıklarını yakalamak ne kadar mümkündür? Veya daha önceleri, görünen, poz veren, rol yapan (tabiî bütün sanatçıları kastetmiyoruz, en muhkem, en kesin senaryolara, en çetin ve dediğim dedik yönetmenlere direnen ve rol yaparken de kendisi olan, kendi tavrını, jestini, şahsiyetini, üslûbunu koruyan büyük sanatkârlar vardır) kişinin, bir sefer için bile olsa kameranın ve objektifin arkasına geçmesi, deklanşöre basan parmağın sahibi olması nasıl bir duygudur? Kendimizi bir başkasının veya karşımızdakinin veya “öteki”nin yerine koymamız, onun kelimeleriyle düşünmemiz ve onun kalbiyle hissetmemiz ne kadar güçtür! Bir elbiseyi çıkarıp diğerini giymek kadar kolay ve katlanılabilir olmasa gerek.

gezgindergi-kultur-nikon-dunyasi-unluler (11)
Haluk Bilginer

Yazdığı veya canlandırdığı karakter topluma ne kadar aykırı, ne kadar ters olursa olsun bir sanatçının o toplum için ifade ettiği bir anlam vardır. Her şeye muhalif de olsa, her iyi şeye model de olsa bir sanatkâr, her iki durumda insanlar için bir değer taşır. Çünkü kendi şahsiyetinde, taraftar veya muhalif birçok düşünceyi, inancı, ideolojiyi çarpıştıran, kendisi üzerinde bir toplumun veya insan lığın yükünü taşıyandır gerçek bir sanatkâr. Bu kadar önemli, etken bir şahsın, “görünen” olmaktan “gören” olmaya çıkması, “seyredilen” olmaktan “seyreden” olma makamına yükselmesi küçük bir kabuk değiştirmeden, rol farklılaşmasından çok öte bir şey olmalıdır. Her sanatçı, sanat hayatının bir yerinde, şair gibi

Fatih Terim
Fatih Terim

Seni düşünmek güzel şey, ümitli şey,
dünyanın en güzel sesinden en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey…
Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil,
şarkı söylemek istiyorum…

kabilinden kalemi, kamerayı veya fotoğraf makinesini eline alıp “bu kez de dünyayı, tabiatı, insanı, onun hislerini, onu hayatını benim gözümle, benim gönlümce görmek ve göstermek istiyorum” diyebilir. Ve bu, sanatçının daha evvel çeşitli eserlerde müstear veya emanet olarak yaşadığı hayatın gerçekliğine yönelmesi, varması, dünyaya ve insanlara kendi gönlünce renkler, şekiller vermesi gibi bir şey olur. Ve pek az şey, yıllarca görülen, canlandıran, seyredilen yahut fotoğrafları çekilen birinin gün gelip gören, canlanan, seyreden, fotoğraf çeken olması kadar ilginç olabilir. Bu, iki ayrı yıldızın buluşması, iki dağın birleşmesi gibi mucizevî bir şey olmalıdır. Sokrat, “Akıllı âşık, ihtiraslı âşıktan iyidir” der. Aşk geldiğinde akıl yerinde durabilir mi, ya da aklı hâlâ başında olana âşık-ı sadık denir mi bilinmez ama bir kişinin kendisini hem kameranın veya objektifin önünde, hem de arkasında hissetmesi ayrı bir zenginliktir. Bu katmerli sanatkârlığı, bu iki kişinin konumu ve kudretiyle birlikte düşünme ve hissetme kudretini gösterebilene de “Aşk olsun!”dan başka denecek söz herhalde yoktur.

İbrahim - Demet Kutluay
İbrahim – Demet Kutluay
Semih Saygıner
Semih Saygıner
Gönül Yazar
Gönül Yazar
Kadir Topbaş
Kadir Topbaş
Ahmet Hakan
Ahmet Hakan
Kadir Çöpdemir
Kadir Çöpdemir
Metin Şentürk
Metin Şentürk
Ara Güler
Ara Güler
Burhan Öçal
Burhan Öçal
Kenan ışık
Kenan ışık
Kıraç
Kıraç
Orhan Gencebay
Orhan Gencebay
Şoray Uzun
Şoray Uzun
Burak Kut
Burak Kut

NIKON VE BÜYÜLÜ GÖZLER –  Bu yazı 2007 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 10. sayısından alınmıştır.

Yazar : SEDA YEŞİLDAL

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir