Cuma , 29 Mart 2024

Röportaj / Mehmet Demirci

Sevdiği işi yapanların daha başarılı olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçek… Gezgin dergisi olarak bu ay sevdiği işte başarıdan başarıya koşan bir fotoğrafçı ile sohbet ettik. Ortaokul yıllarında, gazete kupürlerini keserek gazeteciliğe başlayan Mehmet Demirci son bir yıldır Türkiye Cumhuriyeti’nin zirvesindeki ismi gölge gibi takip ediyor. İşte size emek dolu, sıra dışı bir fotoğrafçılık hikâyesi…

Röportaj: Sema Çetinel

Gazetecilik maceranız ve fotoğraf tutkunuz nasıl başladı?

Gazetecilikle alakam ortaokulda başladı. Evimize her zaman Tercüman gazetesi girerdi. Tabii bu “ben gazeteci olacağım” anlamına gelmiyordu ama, gazeteler ilgimi çekerdi, kupürleri kesip kendime göre yeni bir gazete tasarlardım. Fotoğrafla ilgim ise lise dönemine dayanıyor. Bir arkadaşımın babasına ait  Zenit marka fotoğraf makinesi ile arkadaşlarımızı fotoğraflıyorduk. Tabii bu arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu kız arkadaşlardı. O dönemde film kutularının içinde  güneşli havada  125/8, bulutlu havada … gibi değerler yazılıydı. Her kare için önce gökyüzüne bakıp sonra makineye değerleri yüklerdik. Sonrasında  para biriktirerek Konica’nın basit bas-çek makinelerinden almıştım. Kız kardeşimin neredeyse tüm bebeklik fotoğraflarını ben çektim.

gezgindergisi-roportaj-mehmet-demirci (5)

Profesyonel anlamda haber fotoğrafçısı olarak mı başladınız?

Üniversite yıllarımda arkadaşlarımla Perspektif isimli bir dergi çıkarıyorduk, mesleki anlamdaki ilk ciddi işim bu dergiydi. Daha sonra Sabah gazetesinin hastane muhabiri olarak çalışmaya başladım. Eskiden büyük hastanelerin  acil servislerine yakın yerlerde basın odaları olurdu, hastaneye gelen acil olaylardan  haber çıkarmaya çalışırdık. Şişli Etfal Hastanesi’nin acil servisinde iş kovalardım. Sabah gazetesinin ardından haftalık haber dergisi Aksiyon dergisine dışarıdan haber dosyaları hazırladım. Tabii bu arada gezme tutkum had safhadaydı. Atlas, Voyager, Gezi, Tempo gibi dergilere gezi-haber ve fotoğraf işleri yaptım. Çılgın işleri seviyordum, hatta  o dönemde otostopla Hindistan’a gitmiştim. 2001’de bu çılgın işlere son vererek Zaman gazetesinin fotoğraf servisinde  annemin tabiri ile ‘düzgün mesaisi’ olan bir iş sahibi oldum ama artık eskisinden daha karmaşık bir yaşamım olmuştu. Sabah evimden çıkıp  akşam Irak’ta soluğu aldığım bir işim vardı. 2006’da her şeyi bırakıp Amerika’ya yerleşerek 5 yıl boyunca serbest gazeteci olarak  çalıştım.

Artık çok fazla insan fotoğraf çekiyor. Fotoğraf makineleri çok gelişti ve fotoğrafa olan ilgi de hızla büyüyor. Siz bu durumu  nasıl değerlendiriyorsunuz?

Herkesin fotoğraf çekmesi benim için çok sıkıntılı bir durum değil açıkçası. Üstelik  fotoğrafa duyulan bu ilgi  beni mutlu  bile ediyor. Önemli olan ne çekmek istediğini bilmek diye düşünüyorum. Elinde fotoğraf makinesi olan  kalabalığın büyük yanılgısı: “İyi makine iyi fotoğrafı çekiyor.” Halbuki fotoğrafla gerçek anlamada ilgilenen kişiler iyi bir makinenin büyük avantaj olduğunu ama iyi fotoğrafı makinenin değil, insanın çektiğini bilir. Benim keşfettiğim bir şey değil: Fotoğrafı makine ile değil akılla çekiyoruz. Ara Güler’in çok sevdiğim bir lafı var: “Dünya’nın  en iyi fotoğraf makinesi en iyi fotoğrafı çekseydi, en iyi daktiloya sahip olan en iyi romanı yazardı.” Evet, herkes fotoğraf çekiyor ama herkes iyi fotoğraf çekemiyor, bu bir gerçek. Şunu söyleyebilirim, örneğin: ben fotoğrafa başladığım ilk gün nasıl fotoğraf çekiyorsam yine aynı şekilde çekiyorum, yani teknik anlamda. Fotoğraf, % 99.9’u keşfedilmiş bir alan. Bu anlamda önemli olan ne çektiğiniz, nasıl çekmek istediğiniz ve nasıl anlatmak istediğinizdir.

gezgindergisi-roportaj-mehmet-demirci (3)

Dünyanın çeşitli yerlerinde çalıştınız, bu tecrübeleri bizlerle paylaşır mısınız? Neler yaptınız, hayatınıza ve kariyerinize nasıl etkileri oldu?

Irak, Afganistan, Sudan, İsrail… Orta Doğu’da çatışmanın olduğu her noktada bulundum. İster istemez gördükleriniz sizi siz olmaktan çıkarıyor. Örneğin Irak’ta basit bir etnik tartışma yüzünden 7 yaşında bir çocuğun öldürüldüğünü gördüm. Bir kalaşnikof mermisinin bir insana neler yapabileceğini biliyorum. Sürekli bu tarz şeyleri gördükçe geriye dönüp; “ben ne yapıyorum” diye soruyorsunuz.

Hiçbir işe yaramadığınızı hissediyorsunuz.  Örneğin Irak’a 3 defa gittim, her gidişim bir öncekinden daha kötüydü. Belki de bunlar psikolojik anlamda beni çok bunaltmıştı. En son 2005’te Pakistan’da depremini takip ettim. Döndüğümde eşimle Amerika’ya gitmeye karar verdik. Ne yazık ki, gazeteci olarak gidemedim bu yüzden öğrenci vizesiyle gittim. Bir dönem hayatımı idame ettirebilmek için pizza dağıttım. Kısa bir süre sonra New York’tan yeni bir iş teklifi alarak mesleğime geri döndüm. Bu süreçte dilimi ilerlettim, birçok eğitim seminerine katıldım.

Şanslı bir dönemdi, Obama’nın seçim kampanyasını takip ettim. Haiti’de deprem olmuştu oraya gidip, fotoğraflar çektim. Guantanamo’ya girebilen sayılı gazetecilerden biri oldum.  Benim için her günü öğrenme ile geçen bir dönemdi. Birçok önemli olaya tanıklık etme fırsatına eriştim. Daha sonraki süreçte 2011 yılında bir Alman vakfından burs kazandım. Dünyanın en saygın basın yayın organlarından Die TAZ’da çalışma imkânı buldum. Tabii birçok sıra dışı gazeteci ile de tanışıp arkadaşlık yaptım. Chirstopher Morris, Ed Kashi, Eric Draper bunlardan sadece birkaçı.

Bu tecrübelerin size çok şey kattığı bir gerçek, o halde fotoğrafçılıkta iyi bir yerlere gelebilmek için illa ki yurt dışına mı gitmek gerekir?

Hayır, hayır! Diyorum ya ne yapmak istediğini bilmek ve ısrarcı olmak lazım. Gerçekten çok iyi işler üreten insanlar var. Samimi olarak bir şey itiraf edeyim; kendimi iyi bir fotoğrafçı olarak görmüyorum. Şu anki işim gereği  pek çok önemli olaya tanık oluyorum. Benim yerimde olmak isteyen belki de binlerce insan olabilir, ancak benim adıma iyi fotoğrafçı olmak için iyi insan, derdi olan insan olmak şart!

gezgindergisi-roportaj-mehmet-demirci (4)

Fotoğraf çekerken karşı tarafın ne düşündüğünü çok önemsiyor musunuz, kritik an bile olsa?

Önemsiyorum tabii ki. Ama haber için çekiyorsanız o ayrı, habercilik biraz yamyam iştahına sahip olmayı gerektiriyor. Ancak muhatabınızın özgürlük alanını kısıtlayıcı bir durum yaşanıyorsa o fotoğrafı çekmemeyi tercih ederim.

Cumhurbaşkanı’nı fotoğraflamak nasıl bir iştir?

Benim için gerçekten sıra dışı bir tecrübe. Elbette adapte olmak zordu fakat şanslı olduğum taraf, Cumhurbaşkanımızın fotoğrafı sevmesi ve aynı zamanda iyi bir fotoğrafçı olması. Bu durum aynı zamanda bizi biraz zorlasa da işimizi daha da ciddiye almamızı sağlıyor. Cumhurbaşkanımız ışığı biliyor, iyi fotoğraftan anlıyor. Fotoğraf ve video servisimiz çok kaliteli arkadaşlardan oluşuyor bu yüzden işin idarecilik kısmı benim için daha kolay diyebilirim.

Diğer devlet başkanlarının fotoğrafçılarıyla da tanıştığınızı tahmin ediyoruz. Onlar nasıl çalışıyor? Aranızda farklılıklar var mı?

Diplomatik dille; mevkiidaşlarımız, arkadaşlıklarımız var. Mesela eski ABD Başkanı Bush’un resmî fotoğrafçısı Eric Draper’ı bu göreve başladıktan sonra Ankara’ya davet etmiştim. Beraber 4 gün geçirdik. Biz de ona sormuştuk:  “Amerika’da bu iş nasıl yapılıyor?” diye. Genel anlamda çok farkımız yok. Dünyada nasıl işliyorsa bu iş, burada da öyle işliyor. Bizim en önemli amacımız Cumhurbaşkanı’nı iyi fotoğraflamak. Gazetecilerden tek farkımız, gazeteciler Cumhurbaşkanı’nın gözü kapalı bir fotoğrafını gazetelerde kullanabilir; ancak biz kullanmayız.

gezgindergisi-roportaj-mehmet-demirci (1)

Önce ‘iyi insan’ olmalı

Başlarda, fotoğrafçılık anlamında, ilham aldığınız, takip ettiğiniz kimseler var mıydı?

Dönem dönem değişti. 90’lı yıllarda Arif Aşçı’yı çok severdim, hâlâ da çok severim. Daha sonra habere bulaştıkça, haber fotoğrafı çeken insanları takip etmeye başladım. İdol diyemem, ama kendime yakın hissettiğim, ilham aldığım insanlar var muhakkak. Mesela Christopher Morris’i –arkadaşım olması bir yana– kendime yakın hissediyorum. Salgado’nun  fotoğraflarına bayılıyorum ama o başlı başına farklı bir tarzda çalışıyor. Bu fotoğrafçıların tarzlarını çok beğeniyorum ancak farklı işler yapıyoruz.

Siz kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?

Ben haber fotoğrafçısıyım. Çoğu zaman bizden beklenen iyi bir el sıkışma fotoğrafı olabilir ama bana göre asıl istenen tarihe mal olacak, 50 yıl sonra bakıldığında bile içinizi ısıtacak fotoğraflar üretmek. Bunun için ‘fotoğrafı kovalamak’ şart.

gezgindergisi-roportaj-mehmet-demirci (2)

Peki son olarak, genç fotoğrafçı arkadaşlar ve bu işe meraklı olanlar için ne tavsiyelerde bulunursunuz?

Hiçbir zaman “oldum” dememek lazım bu işte. İyi fotoğrafçı olmak için öncelikle iyi insan olmayı bilmek gerekiyor. İyi insan olabiliyorsan, başkalarını anlayabiliyorsan, bunun için gayret gösteriyorsan ve ne istediğini biliyorsan, iyi iş çıkarırsın. National Geographic’in meşhur bir fotoğrafçısı var, Reza. Adam şunu diyor mesela, “Ben Türkiye ile ilgili bir proje’ye başlarken, 3 yıl boyunca önce onun altyapısını hazırlıyorum.” Reza otuz yıldır Türkiye’ye gelip gidiyor. Yine de “ben hallederim” demiyor. Bu ülkede bizim fotoğraf adına sorunumuz, fotoğrafın gündelik işler üzerine dönüyor olmasıdır. Özellikle gazetecilik için söylüyorum. Fotoğraf,  hep tek karelik işler üzerine dönüyor. Bunu yaşı benden genç olanlar için değil, kendim için söylüyorum: Yaptığımız işlerin üzerine her daim yeni şeyler koymamız lazım…

Bu yazı 2013 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 72. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir