Perşembe , 28 Mart 2024

ŞEHZADE CAMİİ

Yazı: Önder Kaya – Fotoğraflar : Halit Ömer Camcı

Şehzade Camii, çocukluğundan beri Fatih’te yaşayan biri olarak beni her zaman etkilemiştir. 80’lerde başlayan ve 90’larda devam eden uzun restorasyonları sırasında bazı kısımlarının kapalı olması, yapıya karşı merakımı daha da arttırdı. Hele de türbelerin bulunduğu kısma Ağustos 2014’e kadar girmek kısmet olmadı. Bu tarihte gezebildiğim türbeler, o vakte kadar teorik olan bilgilerimi pekiştirmeme ve hayranlığımın bir kat daha artmasına sebebiyet verdi. Gerek Şehzade Mehmet, gerek Rüstem Paşa ve gerekse de Bosnalı İbrahim Paşa türbeleri, içlerinde bulunan sanatkarâne kalem işleri ve kıymetli çiniler sebebiyle ziyaret edenleri adeta bir masal denizine sürüklüyor.

gezgindergi-kultur-sehzade-camii (4)

Şehzade Camii, İstanbul’da bulunduğu semte adını veren ve aynı zamanda Mimar Sinan’ın “çıraklık” eserim dediği yapılar topluluğu, yani bir külliyedir. Şehzade külliyesi acılı bir babanın feryadının somutlaşmış hali olarak da bilinir. Caminin formuna bakıldığında bunun bir şehzade camiinden ziyade, bir padişah mabedi olduğu rahatlıkla fark edilebilir. Nitekim dönemin kaynaklarında söz konusu mabedin Fatih Sultan Mehmed Camii ile karıştırılmaması için bu yapıya Cedid (Yeni) Sultan Mehmet Camii dendiği kayıtlıdır. Camiye ismini veren Şehzade Mehmed, Kanuni’nin ikinci oğlu olup, kendisinden yaklaşık altı yaş büyük olan Şehzade Mustafa’dan sonra doğmuştu. Ağabeyi ile anneleri farklı idi ve belki de Mustafa’ya karşı en önemli avantajı, Kanuni’nin gözdesi Hürrem’in dünyaya getirdiği ilk evlat olmasıydı. Normal şartlarda “ekber evlat” olan ve kapıkullarının tam destek verdiği Mustafa karşısında pek bir şansı bulunmuyordu. Ancak Kanuni’nin Hürrem’e duymuş olduğu aşk, bir anda dengeleri değiştirdi.

gezgindergi-kultur-sehzade-camii (2)

1533 yılına gelindiğinde ekber şehzade Mustafa, sekiz yıldır görev yaptığı Manisa’dan Amasya’ya gönderildi. Tahta en yakın şehzade sancağı olan bu mekana, şehzade Mehmet yollandı. Şehzade Mustafa’nın annesi kendisi ile birlikte taşraya giderken, Sultan Süleyman çok sevdiği cariyesi Hürrem Sultan’ı İstanbul’da alıkoymuş ve ona usule aykırı olarak nikah kıymıştı. Hal böyle olunca her iki şehzadenin de kaderi bir yerde şekillenmişti. Ancak 1543 yılında Manisa’dan gelen ölüm haberi tüm dengeleri altüst etti.

Şehzadelerinin ölüm haberi gerek Kanuni gerekse de Hürrem üzerinde yıkıcı bir etki bırakacaktır. Şehzade Mehmed’in cenazesi evvela Üsküdar’a getirilmiş ve buradan karşı sahile çıkarılmıştı. Kanuni’nin iki saat kadar oğlunun sandukası başında gözyaşı döktüğü ve ancak bundan sonra Bayezid Camii’ne gönderilen naaşın, cenaze namazının kılındığı biliniyor. Şehzade, Yeniçerilerin Eski Odalar olarak adlandırılan kışlası üzerinde bulunan bir alana defnedildi. Belki de böylelikle şehzade Mustafa’ya tam destek veren yeniçerilere mesaj verilmeye çalışılmıştı. Zira kapıkulunun pek de hazzetmediği Hürrem Sultan’dan doğan bir Âl-i Osman, yeniçerilere ev sahipliği yapan bir mekana gömülüyordu. Yine şehzade camiinin ilk zamanlar cemaatinin daha ziyade yeniçerilerden oluştuğu da bilinir. Şehzade külliyesinin inşa edilmesi sonrasında Eski Odalar önem kaybedecek, yeniçerilerin merkezi Aksaray’da bulunan ve “Yeni Odalar” adı ile anılan sahaya kayacaktır.

gezgindergi-kultur-sehzade-camii (5)

İnşa olunacak külliye için de çevredeki bazı mahalleler ücretleri ödenmek suretiyle tahliye olundu. Kanuni, sevgili oğlunun ölümü üzerine “Şehzadelerin güzidesi Sultan Mehemmedim” şeklinde bir tarih düşürecektir. Buradan da anlaşılacağı üzere sultan, açık bir şekilde bu oğlunu geleceğin padişahı olarak görmektedir. Nitekim bu durum, türbede de kendisini gösterir. Kanuni, oğlunun sandukası üzerine fildişi kakmalarla süslü ve dört ayak üzerinde yükselen bir taht koydurarak, gönlündeki padişahın kim olduğunu dile getirir.

Doğal olarak yapının ilk elemanı Şehzade Mehmet adına yapılan türbedir. Şehzade Mehmet’in ani ölümü üzerine defin yapılan yer, bir türbe ile kapatılmıştır. Bunu cami, medrese, imaret, sıbyan mektebi, tabhane ve ahırdan oluşan külliyenin diğer elemanları takip edecektir. Caminin 17. yüzyıldaki yangınlarda zarar gördüğü ve yine bu yüzyılda sultan 4. Murat tarafından onarıldığı bilinir. 1916 ve 1953 yıllarında da cami ve türbelerin bir kısmı elden geçirilmiştir.

gezgindergi-kultur-sehzade-camii (1)

ŞEHZADE MEHMET TÜRBESİ

Türbe mekanın ana unsurudur. Hatta denilebilir ki külliyenin inşa edilme nedeni türbedir. Sekizgen bir plan üzerine inşa edilen türbede zengin bir çini ve kalem işi işçiliğine rastlanır. Yazılar muhtemelen çağın en önemli hattatı olan Ahmed Karahisarî’nin elinden çıkmadır. Türbede kullanılan çinilerin renklerinde ise İran etkisi sezilir. Firuze, sarı, mor, beyaz ve mavi tonlar gayet belirgindir. Bu renk cümbüşü ile adeta talihsiz şehzadenin bu dünyadaki mekanı da bir cennet bahçesine çevrilmeye çalışılmıştır. Son derece pahalı bir malzeme olan çiniler, cömertçe kullanılmış ve kubbeye kadar olan kısım çini panolarla süslenmiştir. Kapıdan içeri girdiğinizde her iki yanda “Muhammed” isminin kufi hatla yazıldığı çini panolar görülür. Muhtemelen böylelikle şehzade ile İslam dininin peygamberi arasında bir bağlantı kurularak ahiret gününde Hz. Peygamber’in genç şehzadeye şefaatçi olması umulmuştur. Türbenin girişinde yer alan Farsça kitabede de şehzade için güzel dileklerde bulunularak “Bu fani dünyadan temiz inançlı bir şehzade de geçmiştir. Cenab-ı Allah ona rahmet eylesin, Ahirette Allah’ın izniyle asude olsun” denilmektedir. Şehzadenin hemen yanında kardeşi Şehzade Cihangir yatmaktadır. Şehzadenin diğer yanında ise kızı Hümaşah Hatun ve adı bilinmeyen bir kadın daha yatar.

Şehzade Mehmet’in soyundan gelen ve bu alanda gömülü olan Fatma Hanım Sultana da ayrıca değinmek lazım. Kendisi Şehzade Mehmet’in kızı Hümaşah sultandan doğmadır. Büyükbabası Şehzade Mehmet türbesinin hemen karşı alanında üstü kapalı ama yanları açık bir türbede eşi Mehmed Bey ile birlikte yatmaktadır.

gezgindergi-kultur-sehzade-camii (11)

RÜSTEM PAŞA TÜRBESİ

Hazirede yatan en önemli tarihsel şahsiyetlerden biri hatta belki de birincisi, Kanuni’nin sadrazamı ve damadı Rüstem Paşa’dır. Paşa’nın devşirme olduğu biliniyor ancak milliyeti konusunda bir takım farklı rivayetler var. Galata Sarayı’nda yetiştikten sonra önce hasodaya alınmış, oradan silahtarlığa ve akabinde mirahurluğa terfi etmiştir. Padişahın hayli yakınında olması sadrazam Makbul İbrahim Paşa’nın gözünden kaçmamış ve taşrada görev verilerek merkezden uzaklaştırılmıştır. Karaman, Dulkadir ve Diyarbekir beylerbeyliklerinde görev yapan Paşa’nın, başkente dönüşü ise muhteşem olacaktır. Muhtemelen Hürrem Sultan’ın uygun görmesi neticesinde kendisi Kanuni’nin biricik kızı Mihrimah Sultan ile evlendirilir. Bu arada rakipleri kendisinin cüzzamlı olduğu şeklinde bir şayia yayarlarsa, görev yaptığı Diyarbakır’a gönderilen hekim Mehmet Efendi’nin, Paşa’nın üzerine bit bulması üzerine cüzam olmadığı anlaşılır. Bu olay sonrasında kendisi zaman zaman “bit’in talihini açtığı kişi” anlamında “kehle-i ikbal” olarak anılır.

Paşa’nın hile ve desise konusunda son derece mahir olduğu, ancak iki eyleminde zor durumda kaldığı biliniyor. Bunlardan ilki 1553 yılında ekber şehzade Mustafa’nın öldürülmesi hadisesidir. Bu olay sonrasında ayaklanan kapıkullarını teskin etmek için Sultan Süleyman gözde sadrazamını azletmek zorunda kalır. Ancak iki yıl sonra bu kez 1561’deki ölümüne kadar kalacağı sadaret mevkiine tekrar ulaşır. İkinci önemli sıkıntıyı ise Şehzade Mustafa’nın ölümünden sonra Selim ve Bayezid arasındaki taht kavgasında Bayezid’in tarafını tutar. Rakibi Lala Mustafa Paşa’nın akıllıca manevraları sonrasında Bayezid asi durumuna düşüp İran’a kaçınca, geç de olsa Selim’in saflarına geçer. Her şeye rağmen Selim tahta geçmeden önce vefat etmesi Paşa için bir şans olsa gerek. Kaynaklar Paşa’nın rüşvetçiliğine sıklıkla gönderme yaparlar. Nitekim öldüğünde geride büyük bir servet bırakması da bu iddiaları doğrular gibidir. Paşa, büyük servetinin de etkisiyle gerek İstanbul’da inşa ettirdiği ve kendi adını taşıyan camide, gerekse de kendisinden önce vefat eden oğlu için yaptırıp, kendisinin de son uykusuna çekilmeyi tasarladığı türbede bol miktarda çini kullanmıştır.

gezgindergi-kultur-sehzade-camii (10)

Buradaki türbeler konusunda son derece kapsamlı bir makale kaleme alan İsmail Orman, haklı olarak Rüstem Paşa ve birazdan bahsedeceğimiz Bosnalı İbrahim Paşa türbelerine ayrıca dikkat çeker. Bu yapıların özellikle iç bezemelerinin Şehzade Mehmet türbesinin ihtişamı ile adeta yarışması, hanedan terbiyesine yakışmayacak bir tutumdur. Zira her iki sadrazam da hanedanın sadece damadı olup kul kökenli devşirmelerdir. Burada yüksek ihtimal ile iki faktör devreye giriyor ki, bu faktörler ihtişamlı türbelerin sebebini açıklıyor. Öncelikle iki sadrazam da hanedana sadakatle hizmet etmiş ve görevleri başında ölmüşlerdir. Sonrasında her iki hükümdarın eşleri de hanedana mensuptu ve onların devreye girmeleri sonrasında bu yapılar vücuda getirilebilmişti.

Rüstem Paşa türbesinde iki sanduka karşılar sizi. Bunlardan ilki Paşa’nın oğluna aittir ki babasından yaklaşık sekiz-on yıl kadar önce vefat etmiştir. İlk anda üzerine bir türbe inşa olunmamıştır. Sonrasında ise Paşa ve eşi Mihrumah Sultan mezarının üzerine bir türbe yaptırmışlardır. Türbenin iç süslemelerine ve ihtişamına bakarak Rüstem Paşa’nın da öldükten sonra buraya defnedilmek istediği zannolunabilir. Lakin türbenin küçük oluşu yüksek ihtimal buraya üçüncü bir defin yapılamasını zorlaştırmış ve 1578’de vefat eden Mihrumah Sultan, eşinin değil de babası Kanuni Sultan Süleyman’ın yanına defnolunmuştur. Her şeye rağmen türbenin küçük oluşu, hemen yanında bulunan ve Rüstem Paşa’nın kayınbiraderi olan Şehzade Mehmet’in türbesinin gölgelenmek istenmediği fikrini çağrıştırır. Bu düpedüz hatırası son derece yüce bir şehzadeye karşı saygısızlık olarak okunmuş olmalıdır. Ancak bu durum iç bezemelerle dengelenmiş gibidir. Paşa’nın kendi adını taşıyan Tahtakale’deki cami yerine burayı tercih etmesinin temel nedeni ise Tahtakale’nin bir ticaret muhiti olması ve cami çevresinde türbe için yeterli alan bulunmaması olabilir. Halbuki Şehzade Camii, Selatin camilerine son derece yakın ve merkezi bir mevkide idi.

gezgindergi-kultur-sehzade-camii (9)

BOSNALI İBRAHİM PAŞA TÜRBESİ

Hazirede hem iç hem de dış ihtişam itibariyle Şehzade Mehmet türbesi ile yarışacak yapı ise Şehzade Camii avlusundan türbeler alanına girdiğinizde karşınıza çıkan ilk türbe olan sadrazam Bosnalı İbrahim Paşa türbesidir. Paşa Enderun’dan yetişmedir. Yeniçeri ağalığının ardından taşraya çıkmış ve Şam valiliği yaptığı sırada himayesi altında olduğu Safiye Sultan kanalıyla saraya damat olmuştur. III. Murat ve Safiye Sultan’ın kızları olan Ayşe Sultan ile evlenen Paşa, Kaptan-ı Deryalığa yükselmiş, eniştesi III. Mehmet’in padişahlığı sırasında da üç kez sadrazamlığa getirilmiştir. Paşa, son sadaretine denk gelen 1599 yılında Kanije kalesini fethetmiş ve bu olaydan yaklaşık iki yıl kadar sonra Belgrad’da vefat ettiği için, İstanbul’a getirilerek kendisinden evvel vefat eden çocuklarının yer aldığı mezara gömülmüştür. Türbe, Paşa’nın vefatından sonra eşi Ayşe Sultan tarafından yaptırılmıştır. Ayşe Sultan III. Murat’ın kızı olup kardeşi III. Mehmet’in saltanatı döneminde de itibar görmüştür. Muhtemelen bu itibarı da kullanarak hazirede eşi için ihtişamlı bir türbe için izin alabilmiştir. Yapının mimarı aynı zamanda mimarbaşılık mevkiinde bulunan Dalgıç Ahmed Ağa’dır. Ayşe Sultan türbeyi yaptırmakla kalmamış, bir vakıf da tesis etmiş ve hem eşi hem de çocukları için Kur’an okunmasını, tesbih çekilmesini, kaza namazı kılınmasını vasiyet etmiştir.

Hemen belirtelim ki Ayşe Sultan türbe inşası sürerken Yemişçi Hasan Paşa ile evlenmiş, bu Paşa’nın idam edilmesi ile de türbe bittikten kısa bir süre sonra Güzelce Mahmud Paşa ile izdivaç etmiştir. Türbede yer olmasına rağmen Ayşe Sultan ölümü sonrasında ilk eşinin yanında değil, kardeşi III. Mehmet’in yanına defnolunmuştur.

gezgindergi-kultur-sehzade-camii (8)

ŞEHZADE MAHMUT TÜRBESİ

Gömü alanındaki türbelerden biri de III. Mehmed’in en büyük şehzadesi Mahmud’a aittir. Bilindiği üzere III. Mehmed, sancağa çıkan son Osmanlı şehzadesidir. Tahta çıktığında da 19 kardeşini idam ettirmek suretiyle Fatih kanunnamesini en sert şekilde uygulamıştır. En büyük oğlu Mahmud’ da benzeri bir akibete uğrar. Osmanlı saltanatında şehzadenin tahta yönelik en ufak bir eyleminin genellikle canı ile ödetildiği bilinmektedir. III. Mehmed’in saltanatı zamanında bir yandan Avusturya öte yandan İran ve Anadolu’da Celali ayaklanmaları ile uğraşıldığı, devlet idaresinde III. Mehmed’in annesi Safiye Valide Sultan’ın son derece aktif olarak yer aldığı biliniyor. Kaynakların ifadesine göre 16 yaşlarında olan şehzade Mahmud, babasının takındığı politik tutumlardan memnun olmayıp, bu memnuniyetsizliğini etrafına da açmaktadır. Nitekim kardeşi olan ve ilerleyen yıllarda tahta çıkan şehzade Ahmet’e taht ile ilgili bazı tasarılarını açmış ve henüz 12-13 yaşlarında olan genç şehzade ağabeyini, söylemlerine dikkat etme konusunda uyarmıştır.

Şehzadenin bazı şeyhlerle mektuplaşarak tahta geçeceği zamanı sorması ve ordunun başına geçerek İran seferine çıkma teşebbüsleri sonunu hazırlar. Hatta sefer için bizzat babasına müracaat ederek ordunun başına geçme talebinde bulunur. Yaşanan gelişmeler III. Mehmed tarafından, kendisinin hâl edilmeye çalışılması olarak algılanır ve şehzade Mahmud, Haziran 1603’de idam olunur. Şehzadenin ölüm tarzı türbesine de yansımıştır. Cami haziresine gömüldükten sonra, yüz kızartıcı bir suç ile itham olunduğundan, sıran bir şekilde defnedilmiştir. Kardeşi şehzade Ahmed’in tahta geçmesiyle de birlikte mezarının üzerine bir türbe inşa edilmiştir. Bazı batılı kaynaklarda annesinin genç şehzadeyi isyana teşvik etme gerekçesiyle bir çuvala konarak denize atıldığı kayıtlı olsa da, şehzadenin annesinin türbede bulunan sandukası bu rivayeti yalanlamaktadır. Türbenin içi doğrudan hanedana mensup olmamalarına rağmen aynı hazirede bulunan sadrazam Rüstem ve Bosnalı İbrahim Paşaların türbelerine göre son derece mütevazidir. Bu durumun da gerekçesi, şehzadenin ölüm tarzıdır. Nitekim hayırlı bir evlat olarak addedilen şehzade Mehmed’in türbesi ihtişama gark olurken, bir diğer şehzadenin türbesinin durumu düşündürücüdür.

gezgindergi-kultur-sehzade-camii (7)

Şehzade Mahmud türbesinin hemen arkasında ise bilgilendirme panosunda Hatice Sultan türbesi olarak geçen, ama bazı araştırmacılarca sultan İbrahim’in kızı Gevher Sultan ve çocuklarına ait olması gerektiği iddia olunan bir türbe var. Türbe küçük ve içi son derece sadedir. Türbede Hatice Sultan’a ait olduğu sanılan bir sanduka ile ismi bilinmeyen üç çocuk sandukası bulunur. Yazık ki türbede kitabe bulunmaması, araştırmacıların da işini zorlaştırmaktadır.

 Bu yüzyıldan sonra mezar alanı sarayda görev yapan diğer devlet ricaline de açılır olmuş ve bir süre sonra da umumi mezarlığa dönmüştür. Alanda bulunan mezarların çoğu 19. yüzyıldan kalmadır.

gezgindergi-kultur-sehzade-camii (6)

Yeri gelmişken hemen belirteyim ki, caminin doğu tarafında kalan bu hazire alanı dışında cami avlusunda da türbe ve sofalar göze çarpar. Bu alandaki tek türbe Destari Mustafa Paşa’ya ait olup henüz ziyarete açılmamıştır. I. Ahmed zamanında sadaret kaymakamlığı yapan ve Ayşe Sultan ile evli olan Paşa, yine hanedan damadı olması vesilesiyle böylesine prestijli bir mevkiye türbe yaptırabilmiştir. Öte yandan buradaki ilk gömülerin Paşa’nın çocuklarına hasredildiği düşünülürse muhtemelen bu iznin hanedan kanı taşıyan çocuklar için verildiği, sonrasında ise Paşa’nın da buraya gömüldüğü düşünülebilir. Belki de yapıya son şeklini yine bir hanedan mensubu olan Ayşe Sultan vermişti. Bu türbenin hemen yanında ise ulema ailesine mensup Bostanzadelerin sofası yer alır. Bu aile aralarında “Tarih-i Sâf” adlı eseri kaleme alan Bostanzade Yahya Efendinin de bulunduğu pek çok kıymetli simayı çıkarmıştır. Bostanzade sofasına bitişik alanda ise Kapıcılar Kethüdası Hüseyin Efendi’ye ait bir diğer sofa yer alır. Fatih camii tarafında yani caminin batı kapısına en yakın sofada ise Osmanlı hanedanına mensup simalar yatar. Bu alanda I. Ahmet’in kızı Ayşe Sultan’ın Hafız Ahmet Paşa ile olan evliliğinden doğan çocuklarından üçü ile, 4. Murat’ın kızı olan ve doğum sırasında ölen Kaya Sultan’ın, Melek Ahmet Paşa’dan doğma kızı gömülüdür. Ayrıca ismi tespit edilemeyen bazı çocuk mezarlarının da burada defnedildiği biliniyor.

GEZGİN DERGİ – Bu yazı 2015 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 98. sayısından alınmıştır.

Yazar : ÖNDER KAYA

1974'te İstanbul doğumlu. Öğretmen, araştırmacı-yazar ve tarihçi. Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü'nden mezun olan Kaya, aynı yıl Marmara Üniversitesinde yüksek lisansını yaptı. Öğretmenlik hayatına Robert Koleji'nde devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir