Cuma , 29 Mart 2024

Suyun ha altında ha üstünde, unutulmanın eşiğinde; Hasankeyf

Yazı: Tûba Öztürk Mahmut Özdil  Fotoğraflar: Mustafa Yılmaz

1974’te Hasankeyf’te çekilen Kuma’nın kahramanı Hanım, “Anadolu’nun ücra bir köşesinde” çobanlık yaparak geçimini sağlayan, akıllı, becerikli, kocası Ali’ye aşık, güzeller güzeli bir genç kadındır. Hanım’ın anlatmakla bitmeyecek erdemlerinin farkında olan Ali de Hanım gibi çobandır, merttir, yiğittir, karısına aşıktır… Ama gelin görün ki bir türlü çocukları olmayınca, Hanım için, kocasını üstelik de kör bir kızla evlendirmekten başka çıkar yol kalmaz… Fatma Girik’in yine Hasankeyf’te çevirdiği Boş Beşik’e adını veren beşiğin altında konuşurken, lafı Kuma’ya getiren Çoban Ahmet gülerek, “İşte” diyor, “bundan çıkan sonuç, istersen Fatma Girik ol, çocuk doğuramıyorsan, kör topal başka biri gelip tahtına yerleşir, herşeyi bir anda tepetaklak devirir…”

my 63.tif

On bin yıl öncesine kadar götürülebilen görkemli tarihine, bu uzun geçmişi her şeye rağmen bugün bile çok canlı bir şekilde gözler önüne seren kültürel zenginliğine, istisnaî bir derinlik taşıyan bütün güzelliğine rağmen, Hasankeyf’in kaderi de, rol icabı Hasankeyfli Hanım’ınkini andırıyor. Ne kadar güzel, ne kadar eşsiz olursa olsun, Dicle kıyısındaki Hasankeyf elektrik üretemiyor ve enerjiden başkasına kör bir barajın gelip herşeyi sular altında bırakması tek çıkar yol olarak sunuluyor…

my 67.tif

Oysa, bugün bizler; Hasankeyfliler, İstanbullular, Ankaralılar, daha kuzeydekiler, iyice güneydekiler, güneşi ilk karşılayanlar, ondan en son ayrılanlar, hepimiz,  Anadolu’nun ücra köşelerine mahsus olduğu varsayılan o kötücül toplumsal baskı altında kocasını evlendirmekten başka çözüm düşünemeyen Hanım’ın bilmediği, bilseydi muhakkak başka türlü davranacağı ürkütücü bir şeyi biliyoruz, filmin sonunu: Kör kuma gelir ama dertlere deva olmak şöyle dursun, tam bir yıkıma neden olur, öte yandan ortaya çıkar ki, kısır olduğunu zanneden Hanım da çocuk sahibi olabiliyormuş…

my 64.tif

Demek ki, sözgelimi o çok korkulan barajı yeniden projelendirerek tam anlamıyla bir sahil beldesi haline getirip “canlandırmak” dururken, sudan korkmayan Hasankeyf’i, tarihinin göz kamaştıran yükü altında nefes alamaz, yalnızca arada bir egzotik şeyler görme ihtiyacını gidermenin ya da kimi yüce ama ne yazık ki “karın doyurmayan” idealleri yaşatmanın ötesinde işe yaramaz bir halde dondurmak da makul bir çözüm değildir, baraj sularıyla boğarak ebediyen öldürmek de…

my 33.tif

Hasankeyf tarihe bir yolculuktur; tarihe, yani insana. Civar köylerden buraya gelmeye niyetlenenler hâlâ “şehre gidiyoruz” deseler bile, çoktan beridir görkemli günlerini gerilerde bırakıp, “ücra bir Anadolu köşesi”  suretine bürünen Hasankeyf’in umursamaz bir barajın, işbilmezliğin, -ya da sonuçta ne fark eder- geçen zamanın kıyıcılığı altında yok olmaya terk edilmesinin esasında neleri kaybetmek olacağını gösteren bu yolculuğun kahramanı Hasankeyftir.

my 157.tif

Yaşadığı konforlu mağara evin duvarına kocaman harflerle ÖSS yazarak biraz teselli, çokça motivasyon arayan graffiti Yakup, Şıh Sevinç’in hikmetten dolan kuyusu, seyrek de olsa gelen turistlerle konuşabilmek için İngilizce öğrenmeye çalışan Çoban Ali, en gündelik konuşmalara alışkın olmadığımız bir müzik katan arapça, herkesin yabancı dili kürtçe, baharla gelen pirpizekler, dört bir yanı saran nergis kokuları, Batman’ı İzmir’le, belki Teksas’la da bir nevi koku kardeşi kılan karşıki dağların petrol kuyuları, Kale’deki yerinde üç öğün lezzet sunan testi koleksiyoncusu Ramazan Usta, bahçedeki beyaz eşekle eğlenen torunları, İmam Abdullah’da ruh huzuru arayan, pazarda kimyager titizliğiyle öte beri seçen kadınlar, bari çocukları kendisinin elini kolunu bağlayan belirsizliğin tahakkümü altında yaşamasın isteyen migrenden musdarip Ahmet Ayhan, her yağmurda hâlâ gökten sikke yağdıran darphane, Dicle sefasındaki gamsız ördekler, Hasankeyf’in bir sahil beldesi olmasını hayal eden “kanaat lideri” Çoban Ahmet, El Rızk Camii’nin minaresini dört mevsim terketmeyen leylek ailesi,  her baktığı köşede, her tattığı lezzette muhayyirü’l-ukûl bir acayiplik arayan Gurabahane-i Laklakan sakinleriyle “işte bu da Hasankeyf’in meşhur İçim kaşar peyniri” diyerek tatlı tatlı dalgasını geçen Güzel Mini Market’in şen patronu Seyyit Ömer Güzel, bu fotoğraflar çekildikten hemen sonra doğan ve belki de Hasankeyf’i ancak bu fotoğraflara bakarak hatırlayabilecek/tanıyabilecek olan kızı Firdevs, Vivet Kanetti’nin Mardin için dediği gibi, insan ömrüyle ölçülebilen gecikmeleri önemsizleştiren, bütün ziyaretçileri daha en baştan binlerce yıl geç kalmaya mahkum eden bütün bir tarih; uzun lafın kısası, Mustafa Yılmaz’ın büyük bir incelikle fotoğrafladığı görünür görünmez herşey, zihnimizde “o ücra köşeleri” yolladığımız hayali uzaklıkların ne kadar yanıltıcı, o beldeleri sınıflandırıp sınıflandırıp sığdırmaya çalıştığımız kalıpların ne kadar dar, ne kadar sığ olabileceğini mağrur bir neşeyle gösteriyor. Bu yolculuktan döndüğümüzde  anlıyoruz ki, hayır, “başka bir gezegen gibi” değil Hasankeyf, benzersizliğiyle olduğu kadar yakınlığıyla da çarpabilir insanı…

my 236.tif

Çok uzun bir süre, bu gezegenin en önemli yolu üzerinde, çok önemli bir merkez olarak keyif süren Hasankeyf’e bakıp başka bir gezegen, bambaşka biri, kimbilir belki de yeşil derili kırmızı antenli uzaylılar görmeye nasıl bir zihinsel aldatmacanın neden olabileceği mevzuunu ise daha ciddi uzmanlara bırakalım.

Sürç-i lisan ettikse, affola…

Hasankeyf – Bu yazı 2007 yılının Nisan ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 3. sayısından alınmıştır.


my 225.tif my 93.tif my 190.tif my 48.tif my 123.tif my 230.tif my 50.tif my 68.tif

Yazar : NUH ALPER İNAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir