Salı , 19 Mart 2024

Venedikli Seyyahların Ortaçağ Serüvenleri

Seyahatin tanımının çokluğu evrenin genişliği düzeyindedir. Bu yüzden, nedeni her ne olursa olsun keşif duygusuyla mekansal uzamda değişiklik yaşamasının, hatta kişinin içinde bulunduğu hayatın benzerliklerinden ufak bir sapmasının seyahat olarak değerlendirilmesi aşırı yorum olmasa gerek. Yola çıkmak için hareket etmeye gerek kalmayabilir ve yol yatay olduğu kadar dikey, yani göksel bir boyut da taşır. Pek saygıdeğer, beyefendi, çok gezen, ünlü Marko Polo’nun ve en az onun kadar ünlü, aziz, gezdikçe yükselen İbn Battûta’nın seyahatleri belki de çocukluklarında gördüğü rüyalarla başlamıştı.

Yazı: Sedat Demir

Daha önce görülmeyeni görmek istediğinizde iki deneyimi peşi sıra tecrübe etmek istersiniz, benzerlikleri ve farklılıkları yaşarken, gördüğünüze bakıp kendi kimliğini keşfetmek ve kendini olması gerekenle karşılaştırıp kendine çeki düzen vermek. Her iki durumda da sizin yaptığınız yolculuk serüvenin evreni içindedir ve seyahatler bir tür insanlığın serüvenidir. Yola çıkmaya karar verdiğinizde, ülke ülke yürüyüp ölümsüzlüğü arayan Uruk Kralı Gılgamış veya krallıklar arasında dolaşıp her varlığa göz atan Heredot ile aranızda nitelik olarak hiç fark yoktur. Aslolan ‘seyr’ halinde olmaktır, yani yeryüzünde seyahat halindeyken çevrendekileri görüp fark etme hali. Elbette seyrettikleriniz sizde oluşturduğu çağrışımları –eğer geri dönecekseniz- başkalarına aktarma heyecanı oluşturacak. Entelektüel bir istekle başkalarına anlatacaksınız ve karşınızdakiler söylediklerinizi inanılası gerçeklikler olarak değerlendiremediklerinde şaşırmayın, seyyahların anıları böyle anekdotlarla çevrelenmiş.

Doğu’da Venedik Tacirleri
Kişisel olmaktan uzak, farklı amaçlar uğruna yapılan yolculuklar da vardır. Entelektüel merak taşımayan yolculuklar ve geziler sıradan görülebilirler, ancak bu seyahatler gezi notları olarak evirildiğinde, her halükarda, entelektüel bir işlev üstlenir.

Savaş kökenli nedenlerle –esir düşmek gibi- veya diplomatlar, devlet adamları ve elçiler tarafından çeşitli seyahatler kaleme alındıklarında incelemesi keyifli birer seyahatnamedir. Dünya topraklarının döküldüğü denizleri arar gibi üç kıtayı gezen İbn Battûta gibi, ya da her Venedikli evinden çıkarken kılıcını, Çin’den evine dönerken kirli altınları almayı unutan Marko Polo gibi davranmak zorunda değil.

venedikli-seyyahlarin-ortacag-seruvenleri-gezgindergi (1)

Marko Polo’dan yaklaşık iki asır sonra Venedik’ten önce ticaret sonra da Osmanlı-Akkoyunlu arasında savaş ateşini yakmak için iki defa Doğu illerine dümen kıran Josaphat (Giosafa) Barbaro, korları yeniden alevlendirmek için Caterino Zeno, Ambrogio Cantarini, Giovanni Maria Angiolello, Vincenza D’Alessandri ve adı bilinmeyen başka bir Venedikli tüccar seyahatler gerçekleştirdi. Bu seyyahların notları kısa zaman içinde üç ayrı kitap halinde Türkçe’ye çevrildi ve şu an onlar, on beşinci yüzyıl ile ilgilenen tarihçiler için önemli birer kaynak. Venedikliler için Akdeniz’den Maveraünnehr’e, Kafkaslar’dan Basra Körfezine kadar olan coğrafyanın kent kent görünümünü, adetlerini, geleneklerini ve ticareti hakkında bilgi vermiştir. Yazılır yazılmaz ülkelerinin en önemli kütüphanelerinde baş köşeyi kapan bu seyahatnameler, daha sonraki yüzyıllarda Doğu’yu öğrenmek isteyen araştırmacılar ve arkeologlar için bir başvuru kaynağı olmuştur.

Seyyahlardan ilkinin, Josaphat Barbarot’un –Tatarlar onu sûfi Yusuf olarak tanıdılar- kitabının adı ‘Anadolu’ya ve İran’a Seyahat’. İlk gezisini 1436 yılında Ceneviz sınırları içindeki Azak Bölgesine yaptı. Burada on altı yıl kaldı ve edindiği tecrübeden dolayı ikinci kez doğuya gönderildi, Uzun Hasan’ın ülkesine, İran’a, elçi göreviyle.Çeşitli manevralarla Osmanlı-Akkoyunlu mücadelesini çetin kılarak Osmanlı’nın Venedik-Akkoyunlu arasında sıkışmasını sağlamak amacıyla Uzun Hasan’ı –Batı onu ‘Küçük Türk’ diye bilir- tahrik etmekti. İkinci gelişinde, silah taşıyan geminin Kıbrıs’tan öte gidemeyip geri dönmesine aldırmayarak tehlikeli yolculuğuna devam etti ve Akkoyunlu sarayına kadar ulaştı. Yolculuğu sırasında bir çok Anadolu şehrinden bahseden seyahatnamesi oldukça zengin görünüyor bu yüzden. Öngörülerine dayanarak, bölgede katledilen Hıristiyanların Osmanlılarca işlendiğinden bahsederken, Uzun Hasan’ın Gürcülerin üzerine yaptığı seferlere bizzat katılmasına rağmen yanıldığını fark etmez, ancak tarih, daha sonra bunu işleyenlerin İran askerleri olduğunu belirtir.

Savaş’ın Elçileri
Trabzon Rum İmparatorunun soyundan gelen Uzun (Büyük) Hasan’ın eşi Despina’nın kız kardeşinin yeğeni olan Caterino Zeno ve Venedikli asil bir ailenin mensubu Ambrogio Contarini’nin Türkiye ve İran bölgesindeki gözlemlerini anlatan ikinci kitap ise ‘Doğu’da Venedik Elçileri’. Üç seyyahın yazdıklarını içeren ‘Sultanlar ve Savaşlar’ ise ilk iki kitabın kroniğini bozmuyor ve Fatih, II. Bayezid ve Yavuz Sultan Selim dönemlerini her üçünün ağzından eşanlı olarak okumamızı sağlıyor. Seyyahlardan ilki, Venedikli aristokrat bir aileden olan Giovanni Maria Angiolello ise Fatih Sultan Mehmet’in Eğriboz’a yaptığı seferde Osmanlı ordusuna esir düşer ve İstanbul’da Şehzade Mustafa’nın hizmetine verilir ve burada defterdarlığa kadar yükselir. Sultan II. Mehmet’in ölümünden sonra İtalya’ya gittiği ve 1499-1515 yılları arasında elçilik görevi nedeniyle İran’da kaldığı belirtilir. Çaldıran Savaşı’ndan sonra Osmanlı’ya gelen seyyah Mercidabık ve Reydaniye Savaşlarına katılır.

venedikli-seyyahlarin-ortacag-seruvenleri-gezgindergi (3)

Kitabın ikinci seyyahının ise ilginç bir yönü var: Venedikli bir tüccar olmasına rağmen, Türkçe, Farsça, Arapça’yı çok iyi bilmesi ve Şah İsmail’i gören nadir insanlardan olması. ‘Sultanlar ve Savaşlar’ın üçüncü seyyahı Vincenzo Delgi Alessandri ise diğerlerinden çok sonra on altıncı yüzyılın ikinci yarısında yaşar ve Venedik’in hem Osmanlı elçisi hem de İran elçisi olarak görev yapar. Adı bilinmeyen Venedik elçisinin Şah İsmail’in ülkesine yaptığı gözlemden çok fazlasını Şah Tahmasb’ın İran’ı için gerçekleştirir.

Bu üç kitapta anlatılanlar, yolda olma heyecanıyla kağıda yazılıp gelecek yüzyıllara aktarılan gerçeklerdir. Ortaçağ Avrupa’sının belki de dünyayı en çok gören vatandaşlarına sahip Venedik’in gözünden Doğu’ya, Anadolu’yu, Kafkasları ve İran’ı anlatıyor. Altı seyyahın gezi notları, fotoğraf makinesinin olmadığı dönemlerde Ortadoğu’nun şehirlerinin ve barındırdığı insanların görünümünü günümüz insanı için şekillendiriyor, renklendiriyor. Altısı da, sadece tarihi perspektife indirgenemeyecek kadar coğrafi bir çeşitliliği paylaşıyor. Nedenleri savaş ya da ticaret olsun, ortak yönleri sadece hemşehri olmaları değil. Kitaplarının başındaki şaşkınlıkları, ilerleyen sayfalarda yeni ülkelerde farklı yüzlerle karşılaşmalarının oluşturduğu heyecanları ve son sözlerine doğru olgunlaşma fırsatını, kendi gerçekliklerini oluşturma şansını veren seyahatlerine duydukları şükranları da ortak. Venedik’i terk etme biçimleri, Çin’e kadar gitmemeleri nedeniyle Marko Polo’yu anıştırmasalar da Ortadoğu’da başka halkların içinde kaybolma yöntemleri, bundan aldıkları keyif açıkça ortada. Josaphat Barbaro, vatandaşlarının inanmayacağını düşündüğü gezilerini, başka bir benzetme aracına ihtiyaç duymadan destana kelimesiyle özdeş kılıyor, şöyle diyor: Ben bütün ömrüm boyunca, gelenekleri ve görenekleri bizden oldukça farklı, medeni olmayan kavimler arasında yaşadım. Bizim diyarımızda olmayan bir çok şey gördüm. Öyle ki, bunlar Venedik’ten dışarı gitmemiş insanlar için efsane gibi görünür.”

Venedikli Seyyahların Ortaçağ Serüvenleri | Bu yazı 2008 yılının Mart ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 14. sayısından alınmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir