Gezgin Dergi

Afganistan’da Bir Evliya Köyü: Kızılayak

Afganistan’ın kuzeyindeki Şıbırgan şehri yakınlarındaki bu Türkmen köyü bizim görmeye alışık olduğumuz köy halinin biraz dışında. Aslında birçok yönden bize yakın fakat modernizmle beraber bizim biraz farklılaştığımız bir ortak kültürümüz var.

Yazı ve Fotoğraflar: Mirza Özgür Kılıç

Dininden diline, misafirperverliğinden yeme içme kültürüne kadar birçok şey tıpa tıp aynı. Fakat gelişen dünyadan bize göre çok daha az etkilenmiş Afgan toplumu gibi Kızılayak köylüleri de insani değerlerde geçmişin görünüşü fakir ama gönlü zengin insan modelini yansıtıyor.

Fakir olduğu halde paylaşacak çok şeyi olan Kızılayak köylüleri, zamanında buraya Türkmenistan topraklarından gelen Halife Kızılayak isimli evliya ve onun kabri etrafında yerleşmişler. Son devir Türkistan velilerinden olan bu zatın asıl adı Abid Nazar olup oturduğu yerin adından dolayı Afganistan’da Halife-i Kızılayak olarak tanınıyor. O zaman Buhara emirliğine bağlı Kerki şehrinin Kızılayak köyünde dünyaya gelen Halife, bu köyün olduğu yere gelip medrese ve cami yaptırdıktan sonra buraya da doğduğu yerin ismi olan Kızılayak denilmiş. Buhara’da birçok alimden ders alarak tahsilini tamamladıktan sonra kendisine Buhara Kadılığı teklif edilse de bunu kabul etmiyerek tasavvufa yönelmiş. Öyle ki kadılık konusunda ısrarlı tekliflere karşılık evini ve memleketini değiştirmek zorunda kalmış. O zamanın meşhur ariflerinden Halife Hüdaynazar’dan feyz ve icazet almış. Hocası artık herkese ‘’Artık bana değil O’na gidin çünkü bendeki her şey bendi kaldırılmış bir ırmak gibi oraya aktı.’’demesine rağmen hocası ölene kadar talebe kabul etmemiş. Tasavvufta silsilesi Hâce Muhammed Saîd Mücedidî’ye ulaşır.

Hocası Hüdaynazar ile hacca gittiğinde o zamânın şartlarında yolculuk çok uzun ve sıkıntılı geçer. Hüdaynazar hazretleri zâten yaşlı olduğundan hastalanıp yürüyemez hâle gelir. Sedye ile zor şartlarda yol alıp nihayet Mekke ve oradan Medîne’ye vardıklarında Hüdaynazar hazretleri vefât eder. Hocasını Cennetü’l-Bâkî’de defnettikten sonra yanındakiler ona talebe olmak isteyerek kendilerini kabûl etmesi için ricâda bulunurlar. Fakat o, bir türlü kendini buna lâyık görmez. Çok ısrar edilince bir gece mühlet ister. Ertesi gün olumlu veya olumsuz kararını açıklayacak olan Halîfe-i Kızılayak o geceyi Peygamber Efendimizin (SAV) kabr-i şerîfleri yanında murâkabe ile geçirir. Ertesi gün çok neşeli bir şekilde talebe kabûl edeceğini bildirir ve Mescid-i Nebevî’nin mihrâbında oturarak ilk talebesini kabûl eder.

Halîfe-i Kızılayak, Bolşevik İhtilâli sırasında Kalişof hâdisesinden îtibâren Ruslara ve komunizme karşı cihad ile mücadele eder. Buhârâ Emirliği Rusların eline geçtikten sonra da cihâdı bırakmaz fakat silâh ve gıdâ yetersizliğinden Afganistan’a hicret etmek mecburiyetinde kalır. Büyük bir kalabalıkla Afganistan’a geçen Halîfe-i Kızılayak, bundan sonra devamlı cihâd hareketini destekler. Habîbullah Han zamânında Rusya Afgan sefîri bulunan Gulâm Nebi Han, Rusların yardımıyla Belh şehrine saldırıp burayı işgâl ederek ayrı bir devlet gibi davranmaya başlar. Bunun üzerine Halîfe-i Kızılayak, Ruslara karşı çok iyi savaş tecrübesine sâhib bulunan Türk mücâhidlerini bizzât kardeşi Âlim Han ile Belh’e gönderir. Büyük mücâdeleler netîcesinde Belh işgâlden kurtulur ve Âlim Han geçici bir süre için Belh’i idâre eder. Her şey normale döndükten sonra Belh’i hükûmete teslîm ederek geri döner. Bundan sonra Halife Kızılayak şu anda kabrinin bulunduğu bu köyün olduğu yere gelip câmi, medreseyi inşa eder. Burası her taraftan gelen talebelerle dolup taşmaya başlar.

Kızılayak köyü toplumun her tabakasından fakir, zengin, âlim, devlet adamı ve her türlü insanın uğrak yeri hâline gelmiş. Bu hâli gören ve daha önce Afganistan’da oturmakta olan bâzı âlimler ilk önce bu durumu yadırgamışlarsa da dergâha geldikten ve Halîfe-i Kızılayak’ı gördükten sonra tam bir teslîmiyetle geri dönmüşler. Şimdi Afganistan’da ve Kızılayak’da bu zatın dilden dile gelen menkıbeleri anlatılıyor. Onlardan bir tanesi de Sovyet işgali sırasında köyü bombalayan ve tam kabrin olduğu yeri vuracakken yanmaya başlayıp köyün dışına düşen ve canını zor kurtaran Rus helikopter pilotunun anlattıkları. Pilot hiçbir silahla vurulmadığını itiraf edip şöyle demiş; “Tam türbeyi vurmak üzereydik. Türbe kapısından uzun boylu nohudî elbiseli sarıklı biri çıktı. Avucunun içi ateş doluydu. Elindeki ateşi bize doğru fırlattı. Helikoptere gelen ateş bir anda her tarafımızı kaplayıverdi.” Aynı zamanda Sovyet işgalinde köye gelip medreseden bazı kıymetli kitapları alıp komünist propaganda içeren kitapları bırakan askerler delirmiş. Durum onlara ve diğer askerlere açıklandıktan sonra aldıklarını geri getirdiklerinde tekrar akıl sağlıklarına kavuşabilmişler. Daha buna benzemedik birçok menkıbe var Kızılayak köylülerinin dağarcıklarında. Televizyonun bile girmediği bu köyde çocuklar kabrinin yanında oynadıkları veli zatın ve nice başkalarının menkıbelerini dinleyerek büyüyorlar. Halîfe-i Kızılayak, gerek sözleriyle, gerek ameliyle Ehl-i sünnet îtikâdı ve İslâm ahkâmına tam uymuş ve onu yaymak için uğraşmıştır. Kendisine gösterilen saygılara mukâbil onda kesinlikle bir kibir ve gurur hâli görülmezmiş. Her hâliyle çok mütevâziymiş.

Herkese iyi davranır ve kendisine kötü davrananlara karşı da yumuşak ve merhametliymiş. Çocuklar dâhil herkese selâm verir ve kimse kendisinden önce ona selâm veremezmiş. Birçok defâ daha önce selâm vermek niyetiyle huzûruna çıkanlar bunu başaramamış, hep selâm almak mecbûriyetinde kalmışlar.

Kimseyi incitmemeye çok dikkat edermiş. “Çocukluğumda sapanla bir serçe vurmuştum. Bunu her hatırlayışımda korkudan kalbim titriyor.” dermiş. En küçük dini detaya bile ehemmiyetle riâyet edermiş. Hep kıble tarafına dönerek otururmuş. Helâl ve temiz yemeye çok dikkat eden Kızılayak, Seyyitleri çok sever ve onlara hürmet gösterirmiş. Her hareketi Resûlullah’a tam tâbi olduğuna işaret edermiş. Şöhretin çok zararlı olduğunu söyler, Peygamber Efendimizin bu konudaki ‘’ Şöhret afettir’’ hadîsine istinâden; “Koşandan yürüyen, yürüyenden duran, durandan oturan, oturandan da yatan daha iyi, daha rahattır.” diye söylermiş.

Şimdi kabri yanındaki cami ve medresede değişik yaşlardaki öğrenciler eğitim görüyor. Modern dünyaya ait pek çok şeyin henüz giremediği bu köyde yaşam oldukça sade. Beton bile bulunmayan köye yukardan veya uydudan bakılsa heralde yeri çok zor tespit edilir. Burada yollar, evler, dükkanlar her şey topraktan yapılmış ve aynı renkte. Çamurlu yollarda yürüyenler üzerlerine hiçbir çamur bulaştırmama konusunda ustalaşmışlar. Böyle yollara çok alışık olmadığımdan kısa sürede pantolonum çamurlar içerisinde kalıyor. Kurtuluş savaşında bile Türkiye’ye savaşmaya gelenlerin olduğu ve gelemeyenlerin yardım gönderdiği bu köy şekil olarak o günlerden bugüne çok değişmemiş. Afganistan’ın genelinde olduğu gibi Kızılayak köyünde de insan zaman konusunda algı yanılması yaşıyor. Bu köyde doğan ve 1982 ye kadar burada büyüyen şimdi Türkiye’de yaşayıp muhabir gazetecilik yapan arkadaşım Osman Mahdum ile köyün sokaklarında dolaşırken Türkiye ile Afganistan’ı ve hatta bu köyü konuşuyoruz. Farklı hayatlar ve farklı dünyalar, ne kadar farklı olsalar da özdeki yakınlıklar bizi bu iki toplum olarak yan yana tutuyor.

Bu yazı 2012 yılının Şubat ayında yaynlanan Gezgin dergisinin 60. sayısından alınmıştır.

Exit mobile version