Yazı: Deniz Abay Fotoğraflar: Dr. Gürkan Öztürk
Yıllık iznimin bir kısmını memleketimde geçirmek benim için hala vazgeçilmez bir durum. Bu yüzden seyahat acentesini arayarak uçak için yer ayırtmak istediğimde, Kars havaalanının bakımda olduğu için kapalı olduğu bilgisi verildi. Bu durumda benim önümde iki seçenek vardı. Ya Erzurum’a yâda Ağrı’ya gidecektim. Hiç tereddüt etmeden Ağrı’yı seçtim.
Bir yer bir insan için niçin anlamlıdır? Bir yerin sevilmesinin nedeni nedir? Bu sorunun cevabı çok kolay olmasa gerek. Ya bir insan o yerde doğmuştur ya bu yerden gidecek başka yeri yoktur. Ya da o yerde çok sevilen insanlar vardır.
Ağrı’da teyzem ve teyzemin çocukları olduğu için Ağrı ile ilgili TV veya gazete haberlerine her zaman dikkat kesilmişimdir ve bu yüzden bu şehre karşı bir sevgi beslerim. Ağrı’yı daha önce iki kez daha ziyaret etmek nasip olmuştu fakat hem çok kısa süre kalmış hem de bu ziyaretin şehirle bağını kuramayacak kadar küçüktüm.
Ama bu şehre sempati duymamın önemli bir sebebi daha vardı.“Ağrı Dağı” evet yanlış okumadınız “Ağrı Dağı”. Bu sevgi o boyuttaki; bilgisayar ekranım çok güzel bir Ağrı Dağı manzarası ile kaplı. Her sabah bilgisayarımı açar açmaz karşımda Ağrı Dağı var. Bence bu dağ Ağrı’nın en önemli markası. Doğal, bir eşi olmayan, taklit edilemez, başka yerde olması imkânı olmayan bir marka.
Üstelik bilgisayarımdaki manzarayı birçok bilgisayar ekranında gördüğüm gibi ayrıca bendeki resmi birçok kimse istediğinden, Ağrı Dağı’nın benim gibi birçok kimseyi etkilediği de aşikâr. Bu yüzden uçağın tekerleri yerden kesildiğinde, önümde 1405 km yol, gönlümde Ağrı Dağı’nı uçaktan görebilmenin heyecanı ve bedenimde İstanbul’un sıcağını, nemini ve kalabalığını geride bırakmanın rahatlığı vardı.
Türkiye’nin Çatısı
Uçak havalandıktan sonra beyaz bulutlarla kaplı manzaranın güzelliği sebebiyle uykuya dalmışım, pilotumuzun Ağrı’ya doğru inişe geçeceğimizi söyleyen sesi ile kendime geliyorum. Artık Ağrı semalarındayız. Uçağın camına yaklaşıyorum.
5137m. Yüksekliği ile Türkiye ve Avrupa kıtasının en yükseği ve dünyanın da ikinci en büyük volkanik dağı unvanlarına sahip ve bu yüksekliği ile Türkiye’nin çatısı olan dağını görebilmenin umuduyla merakla aşağılara bakıyorum.
Gözlerim Ağrı Dağı’nı ararken bir şey daha dikkatimi çekiyor. O da şu: Ağrı coğrafya derslerindeki “yüksek ve dağlık” arazilerden oluşur şeklindeki coğrafik bilgilere inat, oldukça düz bir arazi yapısına sahip. Evet, rakımı yüksek ama oldukça düz ovada kurulmuş bir şehir.
Ağrı Dağı Şehrinden Görünmüyor
Tüm çabama rağmen Dağı yukarıdan görememenin hayal kırıklığı ile uçaktan iniyorum. Ama nasıl olsa aşağıda doya doya seyrederim umudu ile kendimi teselli ediyorum. İlk fırsatta gözlerim Dağı arıyor. Ancak beni karşılayan teyzemin oğlunun “Dağı görebilmek için uygun bir yere gitmemiz ve aynı zamanda havanın açık olması gerektiği” sözleri üzerine içim biraz burkuluyor. “Dambat’ın” serin ve sodalı suyu ile kendime ancak gelebiliyorum. Ağrı’dan Ağrı Dağı görünmüyor! Bu, başı her zaman dumanlı koca dağ, bir şehre ismini veriyor ama bu şehirden dağ görünmüyor. Eksiklik olarak görülebileceği gibi, bu durum ilginç bir slogan ve reklam vasıtası olarak da kullanılabilir.
Ağrı’nın Sadece Coğrafi Rakımı Değil İnsanlık Rakımı da Yüksek Ağrı’nın tarihi,
Nuh Tufanı ile başlar. Tufanı anlatan hikâye ve efsanelere göre insan nesli, dağa oturan gemiden inerek, Ağrı’dan dünyaya yayılmıştır. İnsanlığın yayıldığı bir yerden insani hasletlerin ve vasıfların yüksek olması normal bir durum olsa gerek. Anlayacağınız Ağrı’nın sırf coğrafyası deniz seviyesinden yüksek değil, aynı zamanda insani yönü ve insanlar arasındaki iletişim seviyesini de oldukça yüksek bulduğumu memnuniyetle ifade etmeliyim. Zaten doğu şehirlerine gelenler ya burayı çok seviyor bir kez daha gelmek istiyor, ya da hoşnut kalmayarak bir daha uğramıyorlar. Benim açımdan Ağrı, gezilecek ve görülecek yerleri dışında insanları sebebiyle de ziyaret edilmeyi hak eden bir şehir.
Ağrı Kabuğunu Kırmaya Hazır
Doğudan insan manzaraları gösteren resimlerde görmeye alıştığımız hüzünlü duruşlar, ezik bakışlar, isyankâr tavırları… Ağrı’da görmedim. Tam aksine geleceği fethe hazır, dinamik, özgüven sahibi, var olma mücadelesini aşmış, daha güzel şeylere talip olan, talep eden ve bu isteklerini rahatlıkla dışa vuran insanların görüntüsü ile karşılaştım. Ağrı insanını kabuğunu kırmaya hazır ve gelişmeye hevesli gördüm. Bunun için sivil toplum kuruluşları kurulmuş ve dernek ve vakıflar sayesinde bireysel talep ve çıkarlar yerine, tüm Ağrılıların talep ve çıkarları dile getiriliyor. Ağrı gelecek ile ilgili beklenti ve tavrını son genel seçimde açıkça ortaya koymuş gibi… Çünkü Ağrı, Türkiye’de herkesin dikkatini çeken bir seçim sonucuna imza atmış bulunuyor. Bu iyi mi? Kötü mü? Bunu zaman gösterecek. Ancak ülke genelinde iktidar partisine en yüksek oranda oy veren il ve tüm milletvekillerini sadece iktidar partisinden seçmiş bulunuyor. Bu konu açıldığında Ağrılılar da bunun halkın verdiği bir mesaj olduğunu, birinci mesajın: Seçimde particilik yapmadıklarını ve ideolojik kaygılarından sıyrılmış olduklarını açıkça belirtiyorlardı. Çünkü milletvekillerinin çoğu köken olarak iktidar partisi çizgisine yakın insanlar olmamakla birlikte Ağrı için bir şeyler yapmış veya Ağrı için bir şeyler yapma potansiyeline sahip insanlardır. Ağrılılara göre ikinci mesajda iktidar partisinedir. Şöyle ki; tüm milletvekillerini sadece iktidar partisinden seçerek iktidarın tüm hizmetlerinden ve nimetlerinden yararlanma isteğini belli ettiğini ifade etmektedirler. Netice olarak, Marco Polo’nun hiçbir zaman çıkılamayacak dediği Ağrı Dağını bırakın çıkmayı, görememenin burukluğu ile Ağrı’dan ayrıldım. Kim bilir o kadim kehanet gereği bu sebeple Ağrı Dağı’nı görmek için yolum bir daha Ağrı’ya düşecek. Ağrı coğrafik özellikleri, kültürel ve tarihi varlığı ile ve beni etkileyen insani potansiyeli ile mutlaka gidilmesi gereken bir şehir.
Bu yazı 2012 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 59. sayısından alınmıştır.