Gezgin Dergi

Antep Yollarından Notlar

Hem Doğu Hem Batı GAZİANTEP

Yazı: Asım Fahri Çelik – Fotoğraflar: Tayfun Karabağ

Yollar gider, yollar gelir. Şairin dediği gibi “yollar ki tehi, ebedi..” Bu yollarda kimileri geçmişini arar, kimisi de geleceğine yeni tarihler düşürmeye çabalar. Peki, bir gezginin muradı nedir, o vakit? O, ne arıyordur acaba bu uzayan kısalan yollarda? Hele de o gezginin yolu bir gün yıllar önce ayrıldığı memleketine düşmüşse… Doğduğunuz ve içinde yeni yetmeliğinizi yaşadığınız şehirde, dışardan biri gibi, bir gezgin sıfatıyla dolaşmak garip bir halet-i ruhiyeye büründürüyor insanı.

Hem geçmişiniz hem geleceğiniz bu şehir. Bir zamanlar yaşadığınız, şimdi ise sadece gezdiğiniz ve gördüğünüz bir şehir. Aradaki fark bu, sadece. İkisini birbirinden ayırıp anlatmak zor olacak. Onun için, artık ne kadar olursa, tarafsız ve kendini fiziken hiçbir yere ait hissetmeyen bir seyyah gözüyle anlatmaya çalışacağız bu günün Gaziantep’ini.

Çingene Kızı – Gaia

Mor Dağlar Arasında
Çocukluğumun Antep’i bir yeniyetmenin daracık evrenine ne kadar sığabiliyorsa o kadardı. Aradan geçen yıllar hafızada sadece masum anıları bırakmış. Şimdi ise sanayileşmiş, beylik tabirle, dünya ile entegrasyonunu tamamlamış gibi gözüken yüzlerce benzerinden farksız, değişmiş, hem de çok değişmiş bir büyükşehirde gezinirken buluyorsunuz kendinizi.

Niyetiniz gezmekse ve karayolu ile geliyorsanız Gaziantep’e, Adana istikametinden gelenler için eski Başpınar yolu tavsiye edilir. Yol boyunca gördükleriniz daha sonra başınıza neler geleceğine dair ipuçlarını barındırıyor çünkü.

Antep yolunda dikkat çeken en kayda değer unsurlardan biri de yöreye özgü kırmızı topraktır. Her ne kadar söylendiği gibi yazılamıyorsa da bu toprağa yörede “falhen” adı verilir. Söylenen o ki, meşhur Antep fıstığı varlığını ve lezzetini bu toprağa borçlu. Sağınız ve solunuz bu kırmızı toprakla çevriliyken, uzaklarda çok da yüksek olmayan dağları seyretmeyi de ihmal etmemeli. İşte tam buralarda “mor dağlar” benzetmesinin tecessüm etmiş halini doya doya seyredip kendinden geçmek mümkün. İnsan bir dağı seyrederken kendinden geçer mi demeyin, deneyin. Ancak yaşanabilir, tarifle olmaz. Olsa da kıvamı tutmaz.

Başpınar’dan hemen sonra yol kendini bir boğaza teslim ettiğinde hala görünürde yoktur Antep. Boğazı aşınca, yer yer hafif yükseltilerle inmiş çıkmış bir ovaya yayılmış bir şehir bulursunuz aniden karşınızda. Öyle ki, “böyle de sere serpe uzanılmaz ki” dedirtir adama. Şehir ovaya kurulmuş dediysek de; Gaziantep’in denizden yüksekliğinin bin metre olduğunu da söylemek lazım bu arada.

Eski Kentin Yeni Yüzü
Şehir, ne cihetten girerseniz girin sizi yeni yüzüyle karşılayacaktır. Eski olana; birikmiş ve tarihi olana ulaşmanız için şehri neredeyse boydan boya geçmeniz gerek. Maksadınız eskiyi görmekse tabi. Zira sanayisiyle -hem de Türkiye’de devlet kredisi almadan büyümüş sanayisiyle- övünen bu şehirde eski olan, bütün gelişmişliğin tam ortasında kalmış.

Gaziantep Kalesi

Bununla birlikte dünyanın en eski yerleşimlerinden biridir Antep. Hatta dünyada el’an en eski kent olarak bilinen bir çoğundan daha da yaşlıdır. Milattan önce 4000 yıllarına kadar dayandırılıyor tarihi. Geçiş bölgesi olduğundan geleni gideni çok olmuş, beğenip kalanı da. Gelen her misafirle daha bir renklenmiş kent. Bu gün ise Türkiye’nin altıncı büyük kenti olarak kendi çapında bir şöhrete sahip.

Bilmeyenlere ya da biraz peşin yargıyla bakanlara karşı kıskanç, gizemini saklayan ve paylaşmayan bir yöredir Güney’in doğusu. Yüzyıllardır biriken efsaneleri, hayatı kavrayışları, giyimleri, yemekleri nesilden nesile aktarılarak gelmiştir bu zamana. İçinde bir tutam da efsun barındırarak elbette. Gaziantep işte böyle bir dünyanın cümle kapısıdır. Doğu ve batı burada kaynaşır. Arayanlara samimi iseler eğer kendi sırlarını kendi bizzat söyler. Batılı için doğuda, doğulu için batıda kalmış bir şehirdir Antep. Bu yönüyle biriciktir. Geçiş bölgesidir evet, lakin diğer kavşaklardan ve geçiş bölgelerinden ayrılır. Yöredeki benzerlerinin yaşadığını yaşamıştır. Aynı istilaları görmüş, aynı yıkımlarla yaralanmış ve aynı bölgelerden göç almıştır. Doğru, fakat yine de adını koyamadığınız bir farklılığı hissedersiniz bu şehirde.

Bir Antep Evi

Gaziantep kültür olarak Güneydoğulu bilinir ama, “doğu şehirleri” deyince akla gelen mahrumiyet bölgesi imajı yoktur Antep’te. Aksine şehirleşmesiyle, sanayideki atılımlarıyla ve son zamanlarda kazandığı gelişmişlik ivmesiyle daha çok bir batı kentidir. Doğuda mahrumiyetin gadrine uğrayanların da ilk duraklarından birisidir aynı zamanda.

Central Park Benzeri Bir Atmosfer
Şehrin son on beş yılı şaşırtıcı değişimlerle dolu. Bir dünya kenti olma yolunda yapılması gereken ne varsa yapılmaya çalışılmış Antep’te. Örneğin, bir uçtan bir uca yeşil bir kuşakla sarılmış durumda şimdi Antep. Meşhur Alleben deresi kenarındaki birbirlerine yakın ağaçlık alanlar birleştirilerek, deyim yerindeyse, New York’taki Central Park benzeri bir atmosfer oluşturulmaya çalışılmış. İyi de olmuş. Lakin, “Antep’e deniz bile getiririz” inadı yüzünden mi yoksa başka bir gerekçeyle mi bilinmez – zaten önemli de değil- şehrin yanı başına yapılan suni Burç Göleti, Antep’in o güzelim havasını epeyce bozmuş. Bir zamanlar havasının Veremli hastalara iyi geldiği söylenen Antep’in şimdiki havası biraz nemli ve bunaltıcı. Bilmem ki bu hangi hastalığın devasıdır.

Şehrin sanayisi almış başını yürümüş. Zanaatkarlıkta hep adından söz ettiren Gaziantep, bu birikimini ve üretkenliğini sanayisine de taşımayı başarmış. İrili ufaklı bir dizi organize sanayi bölgesiyle çevrili olan Gaziantep, şimdi dünyaya başta tekstil olmak üzere bir çok sektörde ihracat yapan şehirlerimizden. Öte yandan; sanayi, teknoloji, atılım derken kültür ve tarih kısmı son zamanlara kadar ihmal edilmiş olan şehirde ecdattan kalan birikimlere gözle görülür bir dönüş de var. Bu bağlamda bir çok tarihi eser yeniden gün yüzüne çıkarılırken, yerine yeni apartman yapmak için acımadan yıkılan eski Antep evlerinin kıymeti de yeni yerel yönetimin sanayi ve teknoloji yatırımlarının yanında kültürel birikimlere eğilmesiyle bilinmeye başlanmış.

Gaziantep için Doğu’nun Paris’i deyip çıkmışlar işin içinden kimileri. Paris’i görmedim ama, benzetmenin yüceltmek maksadıyla yapılmış olduğunu bilsem de; yakıştıramıyorum Antep’e. O, nevi şahsına münhasır bir Güneydoğu Anadolu şehridir sadece. Ve güneyde gizem Antep’te başlar, Mardin’de zirveye çıkar derler. Güneydoğu’nun cümle kapısı olan bu şehrin eski sokaklarını veya çarşılarını gezerken o gizem kendini belli belirsiz hissettiriyor hala. Bunun için Elmacı -ya da yöresel söylenişiyle – Almacı Pazarı ve Arasa illaki gezilmeli.

Geçmişin Dehlizlerinde Yolculuk

Biz eskiden dem vurarak girdik mevzuya, öyle de devam edelim. Dar ve sonu nereye çıkar belli olmayan dolambaçlı, eski Antep evleriyle sıralanmış sokakları dolaşalım biraz. Bir nevi geçmişin dehlizlerinde bir yolculuk olacak bu. Antep’e gelinmişse bu gezinti yapılmadan dönülmemeli.

Sokaklar, evler yüksek olduğundan gölgelidir her daim. Bunun yanında günün herhangi bir saatinde güneşle gölgenin köşe kapmaca oynadığı da görülmemiş değildir. Sokakların gölgeli ve dar olması yazları yürürken aşırı sıcaktan korur ve ayrıca bu sokaklarda tembel tembel gezmenin keyfini daha bir arttırır.

Bu şehrin labirent sokaklarında dolaşırken üstünde ev bulunan kemerli köprülerle de karşılabilirsiniz. Biz köprü diyoruz, yoksa köprü değil bunlar. Bir kere bunların altından geçiliyor üstünden değil. Yörede “kabaltı” denilen bu yapı biçiminden artık sadece bir elin parmakları kadar kalmıştır. Görüntüsü oldukça gizemli.

Rumkaleden görünüm

Ve işte, Eski Antep evleri.. Her ne kadar akranlarının çoğu yerlerini nevzuhur beton apartmanlara terk etmiş olsa da Antep’in eski evleri yıllardan beri omuz omuza vermiş, güngörmüş adamlar gibi yan yana zamana direniyorlar hala. Bu evlerin benzerlerine, aynı geçmişi ve mimari geleneği paylaştıklarından, Güneydoğu Anadolu ve bütün bir Mezopotamya ovasında rastlanabilir. Yine de Antep, kendi rengini bu evlere yansıtmayı başarmış ve kendine özgü bir Antep evi tipi üretmiştir. Evler; istisnaları saymazsak, en fazla iki katlı ve iç içedir. Taşın işlenmesi zor ve uzun süre aldığından, ekonomi olsun, diye evler ortak duvar kullanılarak bitişik yapılır çoğunlukla.

Rumkaleyi ziyaret eden Turistler

Bu arada taş deyip geçmemeli öyle. Taşın sanata dönüştüğü yerdir Antep.  Antep evlerinin esas malzemesi yörede “havara” ya da “keymıh” diye söylenen yumuşak kalkerli kesme taştır. Bu taş, ocaklardan ilk çıkarıldığında yumuşaktır. Üzerinden rüzgar, su ve de zaman geçtikçe sertleşir, sağlamlaşır cinstendir. Güzel ve özel bir taş cinsidir. Yazın serin, kışın sıcak tutmasıyla meşhurdur.

Yüksek Duvarlı Avlu Hayat
Pencereler sokağa değil, avluya açılır. Ve çoğu avluludur bu evlerin. Hayat diye de söylenen bu avlular yüksek duvarlıdır. Çünkü burada mahremiyet esastır. Adı hayattır ve hayat verir gerçekten de. Ev hayatının neredeyse büyük bir kısmı hep bu avluda geçer. Hava güzelse yemekler burada pişer, çamaşırlar burada “yunur”. Bir de “kuş tağası” denilen bir ayrıntı vardır pencerelerin üzerinde. Mazgala benzer biraz; ev içinin havalandırılması içindir. Evleri için ne kadar yazılsa az, Antep’in. Lakin, bizim artık bu ev mevzusundan çıkıp, şimdi bir müze olan başka bir Antep evine uğrayarak gezimize kaldığımız yerden devam etmemiz gerek.

Hasan Süzer’in Etnografya Müzesi’nden söz ediyoruz. Tarihi nitelikteki bir Antep evi onarılmış; Harem, Selamlık, Mutfak ve Mahzen gibi bölümlere ayrılmış olan müzede geleneksel kıyafetler giydirilmiş mankenlerle dönemin atmosferi gayet güzel yansıtılmış. Gerçekten görülmeye değer. Bunun dışında daha başka güzel Antep evi görmek isterseniz; Şahinbey ilçesi sınırlarındaki Eyüboğlu Mahallesi, Türktepe Mahallesi, Bostancı ve Kozluca Mahalleleri, Şehreküstü semti, Kalealtı ve Hıdır Sokak civarında ya da Şeroğlu Sokak ve Harap Mescit Sokak’ın bulunduğu mahalde bu eski kent dokusu örnekleriyle ülfet
edebilirsiniz.

Müzeden çıktıktan sonra isterseniz Tarihi Eyüboğlu Camiinin bulunduğu Kayacık mevkiine kadar uzanabilirsiniz. Ya da biraz daha yukarılara çıkarak üşenmezseniz, çok eskiden kilise, daha sonra, bir dönem hapishane şimdi ise camii olan tarihi yapıyı görebilirsiniz. Şimdiki ismi Kurtuluş Camii. Yapı, dış
kabuğuyla hala etkileyici. İçerisi ise dönem dönem yaşadığı vazife değişikliği nedeniyle onarımlar, eklemeler, eksiltmeler yapıldığından özgünlüğünü yitirmiş gibi görünüyor. Yine de latif bir atmosfere sahip.

Gaziantep Kalesi’nin Burçlarında Eski şehrin içinden önemli bir nokta daha seçip devam edelim gezimize. Ve gele gele vardık, Gaziantep’in tanıtım broşürlerindeki meşhur sembolü ve şehir siluetinin en etkileyici parçası olan Kaleye. Kudret Kayası derler uca bir tepenin üzerine kurulmuş Gaziantep Kalesi. Kayıtlar, Hititler’e kadar dayandırıyor kökenini. Surları daire biçiminde olan kalenin 26 adet de kulesi var. Memlük döneminde yapıldığı yazıtlarından anlaşılan batı burçlarının dışında Kuzey burçlarından birinin de Roma devrine ait olduğu sanılıyor. Kale köprüsünün yanındaki, iki kulenin ise Kanuni döneminde yapıldığı kitabelerinden belli.

Burçların altındaki tonozlu koridor kaleyi oldukça ilginç kılıyor. Bu koridordaki kapılar kalenin iç bölümlerine açılıyordu. Denemedim ama hala açılıyor sanırım. Kalenin içinde bulunan hatırı sayılır bir mahalle büyüklüğündeki yapılar topluluğu ise yıpranmış hatta harap durumdaydı. Son dönemde yeniden ilgi görmeye başlayan kalenin içi ve çevresi onarım ve düzenlemelerle bu çağda yeniden görücüye çıkacak gibi. Öte yandan Kale tabanındaki gizli yolun bir ucunun ta Dülük’teki eski kente kadar uzandığı söylentisini de buraya not düşelim.

Gaizantep Mozaik Müzesi

Türbeleri, yatırları ve evliyaları ile de Antep önemli bir kavşak noktası olduğunu gösteriyor. Hz. Musa’nın akrabası olduğu rivayet edilen Hz. Yuşa ve Pir Sefa Hazretlerine ait iki türbe tek katlı bir binayı paylaşıyorlar. Pir Sefa’nın kim olduğu pek bilinmiyor ama Antepliler hürmette kusur etmiyorlar. Bunların dışında; Hacıbaba, Ökkeşiye, Şeyh Fethullah, Bedrüddin Ayni ve Antep ile Maraş’ta sıkça duyulan Ökkeş isminin esin kaynağı; sahabeden Ukkaşe hazretlerinin türbeleri de görülmeye değer yerlerden.

Taş evlerin arasında yarım bırakılmış izlenimi veren minareleriyle Gaziantep Camiileri de gezilmeyi fazlasıyla hak eden tarihi unsurların başında geliyor. Memlük, Beylikler dönemi ve Selçuklu mimari geleneğinden izler taşıyan bu camilere de kendi kültürel boyasını katabilmiştir Antep. Özellikle Raylı minberi ile Boyacı Camii; bir rivayete göre Hz. Ömer’e başka bir rivayete göre ise Emevi Halifelerinden Ömer Bin Abdülaziz’e atfedilen Ömeriye Camii, Eyüboğlu Camii, Şeyh Fethullah Camii ve Kurtuluş Camiilerinin yanında irili ufaklı özgünlüğünü kısmen koruyan camiler gerçekten ilgiyi hak ediyorlar. Elbette, türkülere konu olmuş; bu gün ara sokaklarda taş binaların arasına sıkışmış ve asırlardır halkını ak pak eden “Antep’in hamamları” da unutulmamalı.

Rumkale

Hanlar Versus Pasajlar!
Eski ticaret yapıları da ilginçtir Gaziantep’in. Uzunca bir süre şehrin reel ekonomisini sırtında taşıdıktan sonra emeklilik döneminde daha çok, yöresel ürünlerin satıldığı bu hanların bazıları hala eski günlerdeki canlılığını koruyor. Anadolu Hanı, Güven Hanı, Tuz Hanı, Millet Hanı, Belediye Hanı, Zincirli bedesten, Kendirli Bedesten bu cümleden sayılabilecek hanların başında gelir. Yeni eski demeden pasajları da anmadan geçmemek gerek burada. Zira bir dönem Suriye’den kaçak olarak gelen mallar, bu pasajlardan iç piyasaya uygun fiyata yayılırdı. Şimdi, buralarda daha çok Çin mallarının satılıp sergilendiği görülüyor. Ama yine de haksızlık etmeyelim. Büyük Pasaj, Söylemez Pasajı, Halep Pasajı gibi pasajlar hala şöhretlerini koruyorlar ve buralarda elektronik eşya, giyim, züccaciye, yöresel el işi ürünlerinin güzel örneklerini rahatlıkla bulabilirsiniz.

Gaziantep yöresine has el sanatları da ustaları birer birer aramızdan ayrılıyor olmasına rağmen direnmekte. İsmini belki de sadece bu yörede duyabileceğiniz zenaatlerdendir. Bakırcılık, kutnuculuk, yemenicilik, abacılık, sedefçilik, gümüşçülük, zurnacılık bu sanatlardan bazılarıdır. Yeri gelmişken Antepte gelinlik kızların ceyiz hayallerini süsleyen “antep işi” el emeği göz nuru ve bir o kadar da pahalı örtülere de değinelim. İpek beyaz veya fildişi rengindeki kumaşın gergef denilen nakış tezgahlarına gerilip altından iplikleri tek tek sökülen bir nakış biçimidir bu. Ve hep bana karışık gelmiştir. Bu yüzden tam anlatamamış olabilirim. Lakin değme sabırlı adamın yapacağı iş değil. Onu söylemeli.

Ve Yediklerimiz İçtiklerimiz…

Bizden yüzyıllar evvel pirimiz Evliya Çelebi de pek beğenmiş olmalı ki Antep’i, ikinci kez uğramadan edememiş. Havası, suyu güzel, insanları güleç yüzlü ve nüktedandır dediği bu şehrin medreselerini, türbelerini, hamamlarını ve çarşılarını bir güzel de över. Daha o zamanlar da şehir yiyecek konusunda sıkıntı çekmeyen ve gıda cihetinden ucuz bir şehir olarak biliniyor Antep.

Gerçekten de bu şehirde çok ucuza karın doyurabilirsiniz. Şehrin cadde sokaklarında gezerken ister istemez karnınız acıkıyor burada. Zaten yemeklerin ününü duyarak gelmişseniz bir şartlanmayla tok bile olsanız acıkıyorsunuz. Çünkü adım başı yemeğe içmeye dair bir dükkana rastlamamanız neredeyse imkansız. Kebapçı, nohut dürümcü, tatlıcı, baklavacı derken bir bakmışsınız farkına varmadan yalanıp duruyorsunuz vitrinlerin önünde.

Eskiler, yediğin içtiğin senin olsun, sen gördüklerini anlat derler ya. Ben hep bunun tersini düşünmüşümdür. İnsanlar gezmeye gittikleri beldelerde ne gördüklerini değil, daha ziyade, ne yediklerini hatırlıyorlar da ondan sonra gördükleri akıllarına geliyor sanki. Dolayısıyla bu anlamda biz de gezimizin en önemli kısmı olan yemek faslına geçebiliriz artık.

Fotoğraf: Halit Ömer Camcı – Bakırçılar çarşısında bir usta

Yemek meselesi derin mesele. Seçenekler çok bir kere ve biz bunları saymaya kalksak epey uzun bir envanterle yazıyı bitirmiş oluruz. Ama Antep’te dışarıda yemek söz konusu olduğunda akla “dürüm” gelir. Antepliler çorba hariç yenecek her türlü nesneyi şehre özgü “tırnaklı pide” tabir edilen ince ve gayet leziz ekmeğe dürmek suretiyle yerler desek abartırız belki, ama kısmen doğru bir tespittir.

Bakır Sanatı

Fıstığının namı dillere destan. Fıstığının şöhreti aynı zamanda baklavaya da yaramış. Bu ikisi artık Antep denince akla ilk düşenlerden. Kebap her yerde kebaptır demeyin Antep’te yemeden dönmeyin. Özellikle “cartlak kebabı”nı. Ve seviyorsanız Antep usülü bir lahmacuna da selam verin; pişman olmazsınız. Bu lahmacunun sarımsaklı olmasıyla diğerlerinden ayrılır. Yemek kültürüne ve zevklerine hayran olunası bir kentte sadece sokaklarında dolaşacaksanız yiyebileceğiniz bir çok alternatif var. Bunların yanında Antep’li hamarat hanımların elinden çıkma enfes yemekler de var ki onları ancak o evlere misafirliğe gittiğinizde tadabilirsiniz.Yuvalama gibi yemeklere ise sadece bayramlarda herhangi bir evde rastlamanız mümkün.

Fotoğraf: Halit Ömer Camcı
Baharatçı dükkanı

Pazar sabahları ise kahvaltılarda katmer denen olgu var ki, onu ne siz sorun ne de ben söyleyeyim en iyisi bir tadına bakın gelmişken. İçinde fıstık, kaymak karışımı olan ince açılmış bir hamurun sacda pişirilmesiyle yapılan bu tatlı çeşidi nedense tatlı olmasına rağmen kahvaltılık olarak görülür Antep’te. Alışmamış bünyelere ağır gelebilir dikkat edile.

Gaziantep aynı zamanda Dünya’nın ve Türkiye’nin en büyük ve en fazla hayvan barındıran hayvanat bahçesine de sahip. Gitmişken bir de oraya uğramalı. Burç ormanlarının içinde kalan hayvanat bahçesi, tasarımı ve çevre düzenlemesi ile de oldukça başarılı.

Bakırcılar Çarşısı

Gitmek istenirse Antep şehir merkezinin dışında da gezip görülecek yerin haddi hesabı yok. Örneğin, Yavuzeli’nin Kasaba köyünde Fırat ile Merzimen Çayı’nın birleştiği yerdeki sarp kayaların üzerindeki heybetli Rum Kalesi… Eskiden sarp bir tepe üzerinde arz-ı endam kale baraj suları nedeniyle şimdi bir adaya dönüşmüş. Hıristiyanlık tarihinde önemli bir yere sahip olan Hz. İsa’nın havarilerinden Yuhanna‘nın (Johannes) Roma döneminde Rumkale’yi merkez yaptığı ve dini faaliyetlerini buradan yürüttüğü söylenir.

Hala vaktimiz var diyorsanız; Araban ve Yavuzeli ilçeleri arasında kalan Karadağ üzerinde bulunan Elif, Hisar ve Hasanoğlu köylerindeki üç anıt mezarı, dünyanın en büyük açık hava heykel atölyesinin bulunduğu İslahiye’deki Yesemek’i ya da şöyle bir Kilis’e kadar uzanıp üşenmezseniz Ravanda Kalesi’ni de görebilirsiniz.

Elhasıl, haklı da olsa “Antep” denildiğinde akla gelen baklavası, kebabı ve fıstığının ötesinde bağrında birçok zenginliği barındıran bir şehirdir Antep. Ve hakkı verilerek gezilip görülmeli, hatta mümkünse bir dönem yaşanmalıdır. Kim bilir, buralarda bir yerde, belki de duvağını sadece sizin kaldıracağınız bir gizem de sizi bekliyordur.

Antep Yollarından Notlar Bu yazı 2007 yılının Aralık ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 11. sayısından alınmıştır.

Exit mobile version