Gezgin Dergi

Bhutan

Yeti’nin mutlu ülkesi, son saklı cennet, Bhutan

Yazı: Serkan Doğan & Fotoğraflar: Sinan Aydın

 “Kuzu zampo” (Merhaba)

Bhutan’da “gerçek” hayatınıza bir perde çekin. Bambaşka bir âlemin kapısını aralayın, buraya bunun için geldiniz. Asya’nın kalbinde, binlerce yıldır sırlarını korumasını bilmiş bir düşler ülkesindesiniz şimdi. Esrarlı bir alana girdiniz. Gürleyen ejderhaların sesine, bu mucizevî musikiye kulak verin. Önceyi ve sonrayı unutun. Bildiğiniz dünyanın uzağında ve dışında, bu tertemiz coğrafyanın dinginliğini tecrübe etmenin lezzetine odaklanın. Kaçırmayacaklarınız yanınıza kâr kalacak ve yaşadıklarınızı bir ömür boyu kalbinizde ve anılarınızda saklayacaksınız.

Son Shangri-La

James Hilton’un 1933 yılında kaleme aldığı ve 1937 yılında Frank Capra tarafından beyaz perdeye aktarılan “Lost Horizon” adlı eserinde ortaya attığı ve muhtemelen Hindistan ve Tibet Budizmindeki “Shambala” mitinden esinlenmiş olan Shangri-la kavramı Tibet yakınlarında bulunan, lotus şeklinde oluşturulan, hastalık, yaşlanma ve mutsuzluğun olmadığı ütopik bir saklı cenneti tasvir eder. Burayı Atlantis, Mu adası, Yıldız Savaşlarındaki Coruscant’a veya Orta Dünyadaki Shire’ye benzetebiliriz. Bu gizli ve hayali cennetin Bhutan olduğu veya Bhutan’da bir yerlerde bulunduğu söylenir.

Seyyahhane ekibi lideri Sinan Aydın’ın desteği ile yola çıktık. Bu yolun öncesi Nepal’de harika bir trekking macerası, sonrası ise Hindistan ‘Altın Üçgen’ turuydu. Kathmandu’dan Paro’ya Bhutan’a uçan tek havayolu olan ve sadece 3 uçağa sahip bulunan Druk Air (Bhutan kraliyet havayolları) ile Himalaya dağlarının arasından büyüleyici bir yolculuk ile ulaşıyoruz. Everest dâhil Himalaya zirvelerinin neredeyse hepsini film gibi, rüya gibi izledik, gördük. Bu muhteşem 1 saatlik zaman diliminin ardından, korkulu ve bol adrenalinli inişe geçtik. Paro Havaalanı dünya üzerinde inişi en zor ve tehlikeli havalimanlarından biri. Zira havaalanı 2200 metre yükseklikte bulunuyor ve buraya 5500 metreyi bulan dağların olduğu Paro vadisi koridorundan geçilerek ulaşılıyor. Dolayısıyla, bu havaalanına inmek için istenen özel belgeye yalnızca 8 pilot sahip. Buradan 1 saatlik yolculukla başkent Thimpu’ya ulaşıyoruz. Yüzölçümü 38 bin km², nüfusu yaklaşık 750.000 olan ülkenin başkentinde 100.000 kişi yaşıyor.

Resmi dil Dzongka 30 harften oluşuyor ve günde 2 saat, haftada 10 saat olmak üzere okullarda öğretiliyor. Alfabesi ise Tibet alfabesi ile aynı. Ayrıca Tibetçe ve Nepalce lehçeleri de konuşuluyor ve halkın çoğunluğu eğitim dili de olan İngilizce biliyor. Para birimi Ngulturum olmakla beraber, Hindistan Rupisi ve Amerikan Doları da yaygınlıkla kullanılıyor. Resmi din ise Budizm (Vajrayana Budizmi).

Çin ile Hindistan arasında, Himalayalar’ın gölgesinde yer alan, tipik, endemik ve radikal bir Budist krallık olan Bhutan (yerel adıyla “gürleyen ejderhalar ülkesi” anlamındaki Drukyul), Asya’nın İsviçre’si olarak bilinir. 5000-6000 metre rakımlarda bile kurulu kentlere sahip. Halkının mutluluğunu milli gelirden önde tutan genç ve iyi eğitimli kralları, ülkeyi son zamanda aşamalı olarak dünyaya açmanın ve tanıtmanın yollarını deniyor. Ama, bunu yaparken, asla Asya’nın gözdesi olan ülkesinin kültüründen ve geleneklerinden taviz vermiyor. Modernleşme olgusuna koşulsuz boyun eğmiyor. Öyle ki, ilk karayolu 1961 yılında açılmış. Böylece, başta Hindistan yoluyla olmak üzere, dünya ile iletişimi ve ulaşımı başlamış. Ülke içinde hiç trafik ışığı yok. Sadece merkezi bir noktada tek ve sembolik bir trafik polisi, araçları yönlendirme görevini yerine getiriyor. Bhutan genelinde kayıtlı 46.000 araç var.

Tarihi

Bhutan’ın tarihinin 1630 yılında Tibet’ten kovulan Dukba Lama’nın burada kurduğu rajalıkla başladığını biliyoruz. Bhutan Tibet tarafından gelen akınlara karşı tarih boyunca büyük bir direnç gösteriyor. Ardından, 1864 yılında İngilizler tarafından işgal edilen, 1910 yılında imzalanan anlaşmayla iç işlerinde serbest, dış işlerinde İngiltere’ye bağlı kalan ülke 8 Ağustos 1949 tarihinde (Hindistan’dan) bağımsızlığını kazandı. Fakat dış ilişkilerini halen Hindistan yürütüyor. Bununla birlikte, tarihsel olarak Hindistan’a olan bağımlılığından kurtulma eğiliminde. Ancak 1970’li yılların sonunda para sistemine geçen ve son senelerde teknolojik yeniliklere kapılarını açan (örneğin 1999 yılında televizyon yasağı kaldırılan) Bhutan’ın bayrağında ve armasında ejderha motifini yoğun bir biçimde görmek mümkün. Bu anlamda, tam bir efsanevi “ejderhalar ülkesi” imajına uygun düşüyor. Tarihinde hiç sömürge olmamış olan Bhutan’ı 1900’lü yılların başında, 17 Aralık 1907 tarihinde Wangchuck hanedanına mensup kral tek bir bayrak altında toplamış. Bundan önce ise ülkede birbirinden ayrı olarak yönetilen küçük idareler bulunuyormuş.

Yapılan anketlere göre halkın hiçbir şikâyeti olmamasına ve krallarından gayet memnun olmalarına rağmen, 2005 yılında 25 yıldan uzun bir süredir ülkesini yöneten krallarının yeni bir devlet yapısına geçiş haberleriyle çalkalanan Bhutan’da, siyasi yönetim anlamında ülke için şok edici değişim rüzgârları başladı. Bhutan Kralı Jigme Singye Wangchuck, 2008’de tahttan çekileceğini ve tahtı genç veliaht prens Jigme Khesar Namgyel Wangchuck’a bırakacağını, ayrıca krallık makamının yürütme yetkilerinin 2008 yılı itibariyle feshedileceğini ve bu tarihten sonra çok partili monarşiye geçileceğini açıkladı. 18 Temmuz 2008 tarihinde anayasa kabul edildi ve bu tarih aynı zamanda bayram ilan edildi. Böylece, 2008’den sonra Bhutan Kralı’nın tek görevi ülkenin güvenliğini sağlamak oldu. Kral meclisten çıkan yasalara müdahale etmiyor. Kral Jigme Singye Wangchuck, 2006 yılında Time dergisinin dünyaya şekil veren 100 lider listesinde yer aldı. Henüz çocuk yaşta başına geçtiği küçük krallığı mümkün olduğu kadar az sancıyla modernleştirmeye çalışması, vatanseverliği, demokrasi ve insan haklarına duyarlılığı ve büyük tevazusuyla bütün Bhutan’ın kalbini kazanmış bir insan. Ülkede her yerde majestelerinin resmi bulunuyor ve herkes onu çok seviyor ve sayıyor. Kendisi son derece sade bir evde, sade bir hayat sürüyor. Büyük oğlu, eski prens yeni kral (geleneksel adıyla, Bhutan’ın ejderha kralı anlamındaki “Druk Gyalpo”) Jigme Khesar Namgyel Wangchuck da onun izinden gidiyor. 1980 doğumlu ve Oxford mezunu olan genç kral, çok iyi bir eğitim görmüş ve çok disiplinli bir idareci. Ve umulur ki bu parlak Kral süper güçlerin küresel siyasetçilerinin acımasız iktidar oyunlarına ve aldatıcı tekliflerine hiçbir zaman boyun eğmeyecek ve ülkesini peşkeş çekmeyecek. GNP (gross national product), yani GSMH (gayrisafi milli hasıla) yerine, kral ülkenin gelişmişliğini “gross national happiness” ölçütüne göre değerlendiriyor. Kapitalist dünyanın anlamakta zorlandığı bu kriter, yapılan araştırmalara göre, Bhutan’ı aynı zamanda insanlarının en mutlu olduğu ülkeler arasında en üst sıralara taşımış (178 ülke arasında 8. durumda). Ortalama yaşam ömrünün kısalığı (55), okuryazar oranının düşüklüğü (%47) ve alıştığımız yaşam konforundan önemli ölçüde yoksun olduğu göz önüne alınırsa, bu sonuç gerçekten büyük bir sürpriz.

Tigers Nest

Peru’da Machu Picchu, Kamboçya’da Ankor Watt veya Sri Lanka’da Sigiriya neyse, Bhutan için de Tigers Nest o demek. Paro’ya 10 km. uzaklıkta bulunan Tapınak 3200 metrede bulunuyor ve 8 km. yolu tırmanarak yaklaşık 2,5 saatte alabiliyorsunuz. 1000 metre kadar yükseleceğiniz yol çam ağaçları ile kaplı dar bir patikadan başlıyor. Aşağıda muhteşem Paro vadisi ve pirinç tarlalarını ardınızda bırakırken, yukarıda ise Tigers Nest’in doyumsuz ve büyüleyici güzelliği sizi bekliyor. Bir noktaya kadar katırlarla çıkmanız da mümkün, fakat bu gizemli ve kutsal doğada yürümek daha akıllıca. Kaplan Yuvası anlamındaki Tigers Nest’e (Tibet dilinde aynı anlamdaki karşılığıyla “Takstang” Monastery) tırmanış esnasında bazı molalar veriyoruz, örneğin dinlenirken gayet güzel geleneksel içecek ve yiyecek seçeneklerini tadarak karşınızdaki olağanüstü manastırı seyredebileceğiniz The Tea House bunlardan biri. Yol boyunca, inen herkesin yüzünde derin ve dingin bir gülümsemeyi fark etmemek elde değil. Bu bize büyük bir ümit ve heyecan veriyor. Dua bayraklarının ve üst üste dizilen taşların arasından geçerek yürüyoruz. Yaklaştıkça köprülerden ve kutsal kabul edilen upuzun, 60 metrelik yükseklikten akan bir şelaleden aşıyoruz. Bunun ardından, çıkışa dik merdivenlerle devam ediyoruz. Tapınak eteklerine ulaştığımızda, artık belirli bir noktadan sonra fotoğraf çekimine izin verilmiyor. Burada makine ve çantalarımızı bırakıyoruz. Hava artık oldukça serinlemiş durumda. Tigers Nest içinde birinin içinde Buddha heykelinin olduğu, diğeri Guru Rinpoche’nin büstünü barındırdığı ve sonuncusu ve en mühimi ise Guru Rinpoche’nin meditasyon yaptığı mağaranın bulunduğu üç adet tapınak mevcut. Efsaneye göre Budizmin Bhutan’da yayılmasında önemli rol oynamış olan Hintli Guru Rinpoche şimdiki manastırın bulunduğu yerdeki mağaraya, bir dişi kaplan formuna dönüşen Prenses Yeshe Tsogyal sırtında uçarak geliyor ve mağarada 3 ay boyunca meditasyon yapıyor. Rivayete bakılırsa bu olaylar 8. yüzyılda gerçekleşmiş. Ancak, bir kompleks olarak manastırın inşası 1692 yılında yapılıyor. Bahis konusu bu yapı 1958 ve 1998’de iki tane büyük yangın geçirmiş. Fakat halen ihtişamını koruyor.

Minik bir hayvanat bahçesinde, Takin koruma alanında (Takin Preserve Motithang) Bhutan’a özel ve keçi ile antilop karışımı bir hayvan olan ve sadece çok yüksek rakımlarda yaşadıkları için ancak şanslı insanların doğal yaşam alanlarında görebildiği bilinen takinleri görüyoruz. Bhutan’da bütün tütün ürünlerinin tamamen yasak olduğunu unutmamak gerekiyor. Trafik soldan akıyor, ülkede trafik ışığı bulunmuyor ve hafta içi belirli günlerde yollar resmi görevli araçlar dışında sadece yayalara ait.

3 günlük gezimiz sırasında pek çok manastır ve dzong (kale şeklinde idari binalar) ziyaret ediyoruz. Tashichho Dzong, Paro Dzong, Ta Dzong, Chagri Goemba Monastery ve Paro Taktsang (Tigers Nest) bunlardan sadece bazıları. Tigers Nest tırmanışı ve ziyareti sonrasında konakladığımız ve Bhutan’ın köy hayatını, gece ve gündüz, tüm yönleriyle yaşama fırsatı bulduğumuz çiftlik evi ise sıra dışı bir deneyimdi.

Toplumsal Yapı

Bhutan halkı çok radikal Budist toplum olmakla birlikte, öğrenebildiklerim bizde yaygınca bilinen “Budistler et yemez” önyargısını kırıyor. Gayet iyi ve her çeşit eti elbette belirli ölçülerde olmak kaydıyla yiyorlar, dinleri icabı genel olarak canlılara duyulan büyük merhamet ve özen kendi bedensel ihtiyaçlarını karşılamalarına engel olmuyor. Sempatik ve genç rehberimiz bu durumu “hem saygı duyarız, hem yeriz” şeklinde tebessümle ifade ediyor. Doğrusu, hoşuma gitmiyor değil. Yalnız, bizdeki Ramazan gibi, belirli aylarda dinen et yenemiyor. Çikolatayı ve tatlıyı pek benimsemeyen, tatlı yerine elma yiyen Bhutan halkı, kırmızı pirince bayılıyorlar ve zaten biz de kısa bir süre içinde seviyoruz bu tadı. Psikiyatristin ne olduğunu bile bilmeyen ve suç oranının çok düşük olduğu ülkede yer yer dikkat çeken ölçüde alkolizm problemi var. Zira insanlar içsel sıkıntılarını meditasyon yaparak gideriyorlarsa da kendini yavaş yavaş göstermeye başlayan kapitalizmin yarattığı ihtiyaç döngüsü vehmi ve süreç içerisindeki kaçınılmaz yetersizlik ve yoksunluk hissi, buna maruz kalan insanları bir kaçış yolu aramaya itiyor. Bizdeki gibi, nazara da inanıyorlar Budist Bhutanlılar ve çözüme ulaşamadıkları manevi sorunlarında (eski Türklerdeki şamanlar benzeri) lamalara gidip danışıyorlar. Bhutanlılar gerçekten çok çok temiz insanlar. Nepal ve Hindistan’da görüp gözlemlediğim, iç güzellik ve temizliğe odaklanıp dış temizliği umursamayan yaklaşıma burada rastlamak mümkün değil. Benzer şekilde, dinlerine de çok düşkün olan bu insanların evlerinde (özellikle de kırsal bölgelerdeki evlerde) bir köşede mutlaka bir sunak odası bulunuyor, hayatlarındaki üzüntü ve sevinç veren olayların ardından bu sunaklara gidip yakarıyor ve şükürlerini ifade ediyorlar. İçinde çeşitli temel duaların yazılı olduğu dua çarkları hem bu tür sunakların önemli bir parçası, hem de ayrı olarak ve değişik büyüklüklerde dış alanlara da yerleştirilmiş durumdalar. Evlerin içinde sunak odaları olduğu gibi, dışında da mutlaka bir meditasyon odası yer alıyor. Dileyen istediği zamanda ve istediği sürece bu odaya girip, kimse rahatsız etmeden meditasyonunu yapabiliyor. Yine mutfak, tuvalet ve banyo kısımları evin ana binasının dışında ama oldukça yakınında bulunuyor. Bhutan’da erkekler “gho” denilen ve bir kayış tarafından bele bağlanan bir elbise, kadınlar ise “kira” denilen kısa bir ceket ile ayak bileği uzunluğunda kaftan tarzı bir elbise giyerler. Devlet dairelerine girerken bu geleneksel kıyafetleri giymek zorunlu tutuluyor. Şahsen giymesi ve çıkarılması büyük bir maharet gerektiren bu geleneksel, büyük cepli, kuşaklı ve etekli giysiyi bir süre denedikten sonra kullanmaktan vazgeçiyorum. Üzerinize aldığınız şalın rengi ise toplumsal statünüzü gösteriyor. Okçuluk ülkede çok önemli bir yere sahip. Gayet lezzetli olmasının yanında çok zengin olmayan Bhutan mutfağında doğal olarak Hint yemek kültürünün etkilerini görmek mümkün.

Saklı cennete veda

Bhutan’ın katı ilkelere dayanan bir turizm anlayışı var. Sırt çantalı turistlere sıcak bakmayan Bhutan’a giriş ve vize almak için, kalacağınız her gün için minimum 250 doları peşin olarak yatırmanız gerekiyor. Bununla birlikte, yılda sınırlı sayıda turistin ülkeye girişine izin veriliyor. Toplanan paranın büyük bir bölümü doğrudan devlete, katkı ve vergi adı altında ödeniyor. Kalan kısmı ise turistlere günlük ulaşım, rehberlik ve tam pansiyon otel konaklamasından oluşan bir paket tur programı sunan turizm acentesine kalıyor. Devlet bu turizm gelirini ülkeyi her daim temiz, düzenli ve mamur tutmakta kullanıyor. Bhutan’a Hindistan, Bangladesh ve Maldivler hariç vizesiz girilmiyor. Türkiye ile 4 saatlik bir zaman farkı var. Ülkenin en yüksek noktası 7570 metre. Bhutan’da Hindistan ve Bangladesh olmak üzere, sadece iki ülkenin büyükelçilik, 16 ülkenin ise konsolosluk binaları mevcut. Nepal’de açık kalabalık alanlarda ve sıklıkla gözlemlediğim Hıristiyan misyonerlik faaliyetlerine Bhutan’da izin verilmiyor. Bunun dışında, dini inançlarını yayma amacı taşımadığı müddetçe, herhangi bir insan, dininden dolayı devletle sorun yaşamıyor.

Maalesef (zaten dünyadaki pek çok ülke ve şehir için de geçerli olduğu gibi) buraya sırf turistik ve steril bir tur ile gelip birkaç belli başlı manastır ve dzong gezip dönen insanların Budist Bhutan halkının mükemmel ve mutlu hayatına vakıf olması pek zor. Yak sürüleri ve Yeti masalları arasında, Bhutan’da zaman duruyor, yaşadığınız ayrıcalıklı anın tadını çıkarıyor ve bu efsanevi diyarın keyfine varıyorsunuz. Himalaya rüzgârları kafanızda dönüp dolaşan çöpleri uçurup götürünce, içinde bulunduğunuz ve dışınızda akıp giden hayatı daha net gözlerle izleyebiliyorsunuz. Wangchu nehri boyunca ilerlerken, chroten’lerden, dua çarkları ve dua bayrakları arasından geçerek uzun mesafeleri yavaş yavaş ve sindire sindire alabilirsiniz. Veda vakti gelince, gönülsüzce de olsa ayrılıyoruz, “Tashi Delek” diyerek.

Bu yazı 2013 yılının Mayıs ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 75. sayısından alınmıştır.

Exit mobile version