Gezgin Dergi

Bir Fotoğrafın Aynasında

Yazı ve Görsel Arşiv: Yusuf Çağlar

Bir fotoğrafın aynasında İstanbul’un meşhur edebiyatçıları

1928 yılında Sanayi-i Nefise Birliği idarecileri, Osmanlıca’dan Latin harfleriyle Türkçe’ye geçilmesine dört ay gibi az bir zaman kala, edebiyatçılar şubesini oluşturmak için dönemin meşhur kalemlerini Alay Köşkü’nde 18 Temmuz günü gerçekleştirilecek bir toplantıya davet ederler. Ayrıntılar önceden düşünülmüş, birliğin taslak halinde nizamnamesi hazırlanmış ve toplantı öncesi çekilecek hatıra-i cemiyet fotoğrafı için şahısların nerede duracakları mevzuu bile tasarlanmıştır.

İstanbul’un meşhur edebiyatçılarını bir araya getiren ve ‘İnanılmaz bir fotoğraf! Yoksa; yazarları photoshop marifetiyle mi bir araya getirdiniz?’ tereddütleri ile ortaya atılan sorulara ve meraklı hikâyelere vesile olan topluluk fotoğrafı,  farklı çevrelerden aynı hayret ifadeleriyle karşılandı. Bu kadar ayrı dünyalardan yazarlar nasıl oluyor da bir fotoğraf karesinde, insicamlı bir şekilde bir araya gelebiliyorlardı? Halid Ziya Uşaklıgil’den Halid Fahri Ozansoy’a, Orhan Seyfi Orhon’dan Suad Derviş’e, Ziya Osman Saba’dan Vâlâ Nurettin’e, Necip Fazıl Kısakürek’ten Faik Ali Ozansoy’a, Peyami Safa’dan Florinalı Nâzım’a kadar pek çok meşhur sima, Güzel Sanatlar Birliği Edebiyat Şubesi’ni teşkil etmek çabasıyla Topkapı Sarayı’na yakın bir mevkide bulunan Alay Köşkü’nde 1928 yılı Temmuz ayında toplanmışlardı. Cumhuriyet döneminin meşhur fotoğrafçısı Weinberg’in objektifinden dönemin mecmualarına ve fotoğraf albümlerine taşınan bu hatıra-i cemiyet fotoğrafının 42 aşina ismi mükemmel bir poz içinde bizlere bakıp ciddiyetle varlıklarını ihdas ediyorlardı.

Edebiyat âleminin mühim hadiseleri arasında zikredilen bu fotoğraftan 80 yıl sonra, 15-19 Ekim 2008 tarihinde gerçekleştirilen 60. Frankfurt Kitap Fuarı’nda ‘Bütün Renkleriyle Türkiye’ üst başlığı altında edebiyatçılarımızı bir araya getiren sergi ise görülmeye değerdi doğrusu. Kültür Bakanlığı’nın uhdesinde hazırlanan bu sergi sayesinde ilk kez Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi yazarlarının hiç olmazsa suretleri aynı salonda bir araya geliyordu. Kültür A.Ş.’nin yayımladığı Bir Fotoğrafın Aynasında İstanbul’un Meşhur Edebiyatçıları kitabı ise bu geleneğin numunelerinden birini daha görünür hale getirecek nitelikte makaleler ve fotoğraflarla okurlarının huzuruna çıkıyor. Hem de basmakalıp üslupların ve ezber edilmiş malumatların olabildiğince dışında kalarak.

Bir Fotoğrafın Kısa Hikâyesi 1928 yılında Sanayi-i Nefise Birliği idarecileri, Osmanlıca’dan Latin harfleriyle Türkçe’ye geçilmesine dört ay gibi az bir zaman kala, edebiyatçılar şubesini oluşturmak için dönemin meşhur kalemlerini Alay Köşkü’nde 18 Temmuz günü gerçekleştirilecek bir toplantıya davet ederler. Ayrıntılar önceden düşünülmüş, birliğin taslak halinde nizamnamesi hazırlanmış ve toplantı öncesi çekilecek hatıra-i cemiyet fotoğrafı için şahısların nerede duracakları mevzuu bile tasarlanmıştır.

Fotoğrafın pek tabii olarak, Topkapı’ya bağlı bir şekilde hizmet veren Alay Köşkü bahçesinde çekilmesi kaçınılmazdır. Böylece, kırk iki yazarın arkasında duran büyük duvar ve sarmaşıklarla heybetli hâle gelen bu mekân da bütün ihtişamıyla fotoğraf karesinde görünür. Cumhuriyet’in, Güzel Sanatlar (Sanayi-i Nefise) Birliği Edebiyat Şubesi’ni teşkil eden ediplerin içtimaından bir gün sonra ön sayfadan duyurduğu haberde, topluluk fotoğrafının Alay Köşkü içinde yapılacak kongreden az bir zaman önce çekildiğini öğreniyoruz:

“Haftalardır dedikodusu devam eden Sanayi-i Nefise Birliği’nin ‘Üdeba Şubesi’ nihayet dün toplanabildi. Davet edilen edipler, edebiyatçılar ve şairler saat üçte Alay Köşkü’ne gelmişlerdi. Alay Köşkü’nün bahçesinde resimleri çekildikten sonra üdeba, birlik binasındaki üdeba şubesinin odasında toplanmaya başladılar. Yaşlı edipler bir tarafta, orta yaşlılar bir tarafta, gençler bir tarafta, en gençler de diğer bir tarafta küme küme toplanarak oturdular. Bazı edipler ayakta kalmışlardı…”

Safahat’ın altıncı kitabı Âsım’ın yayımlanması vesilesiyle Mehmet Âkif’e verilen yemekte bir araya gelen meşhur edebiyatçılar (1924): Sağ başta, Abbas Halim Paşa’nın mülkü olan Mısır Apartmanı’nda kirada kalan davet sahibi Mithat Cemal (Kuntay) ve oğlu Vedat duruyor. Yanı başındaki aşina ise şair Mehmet Âkif (Ersoy). Yemek sonrası içilen kahve fincanıyla poz veren sima ise cemiyet fotoğraflarının vazgeçilmez ismi Abdülhak Hamit (Tarhan).  Tarhan’ın sağ yanında Cenab Şahabeddin ve Süleyman Nazif Beyler sıralanıyor. Davetin en kıdemli siması ise, Mehmed Âkif Bey’in hemen yanı başında ayak ayak ayaküstünde poz veren Sami Paşazâde Sezai Bey’dir.

Cumhuriyet döneminin meşhur fotoğrafçısı Jean Weinberg’in ve muhtemeldir ki Güzel Sanatlar Birliği’ni temsilen Peyami Safa’nın kurguladığı oturma planı içinde en öne, Yedi Meş’ale’nin beş genç kalemi (Ziya Osman, Cevdet Kudret, Sabri Esat, Kenan Hulusi, Yaşar Nâbi) oturma pozisyonu içinde yerleştirilir.  Hatıra-i Cemiyet fotoğraflarının en önemli âdetlerinden biri olan sandalyede oturma hakkı ise topluluğun en kıdemli isimlerine aittir. Bu kaide gereğince,  vazifeleri veya yaşları itibarıyla kıdemli isimler ve hanımefendiler, oturanlar arasında bulunuyor. Diğer isimlere ise, derecelerine göre ayakta ve arka sıralarda yer verilmiş. Bir de fotoğrafa dikkatli bir nazarla bakılınca; en arka sıradakilerin iyi görünmeleri için yüksekçe bir zemin üzerinde durdukları fark edilecektir.

Cumhuriyet’in 19 Temmuz 1928 tarihli nüshasında yer alan “Edipler Dün Alay Köşkünde Toplandılar” haberi için kullanılan fotoğrafın gazete namına bir fotoğrafçı ya da muhabir tarafından çekilmiş olması ihtimali vardır. Zira Weinberg’in adını zikrederek yayın yapan diğer mecmuaların aksine Cumhuriyet’te fotoğrafçı ismi zikredilmiyor. Ayrıca dikkatli bir şekilde bakıldığında Weinberg’in fotoğrafına nazaran Cumhuriyet’in birinci sayfadan yayınladığı fotoğrafın açıları da farklılık arz ediyor.  Cumhuriyet’te yer alan fotoğraf, Weinberg’in fotoğraf makinesinin sol tarafına doğra kurulan başka bir fotoğraf makinesiyle çekilmiş olmalı.

26 Temmuz günü Servet-i Fünun, bu büyük buluşmayı ve dönemin meşhur kalemlerini bir araya getiren fotoğrafı kapaktan etkili bir surette vererek, şu malumatı aktarıyor okurlarına:

Sanayi-i Nefise Birliği’nde: Edebiyat şubesi azası kongre halinde. Sanayi-i Nefise Birliği resim, heykeltıraş, temaşa, mimari şubelerini havi olmasına rağmen son haftaya kadar edebiyat şubesinden mahrumdu. Pek mühim olan bu şubenin de tesisi kararlaştırıldıktan sonra, geçen hafta çarşamba günü memleketimizin bilumum maruf eski ve yeni üdebasına davetiyeler yollandı ve bütün bu kalem sanatkârları birliğin şubesinde ilk defa toplanarak nizamnamelerini  tanzim ve rey-i hafi ile idare heyetlerini intihab eylediler. En çok rey ile heyet-i idareye intihab olunan zevat şunlardır: Halid Ziya, Hüseyin Rahmi, Peyami Safa, Halid Fahri, Orhan Seyfi, Yusuf Ziya, Ahmet Haşim beyler… Yukarıda bu edipler ve şairler gününün bir hatırası olmak üzere grup halinde bir fotoğraflarını neşrediyoruz. (Servet-i Fünun) Edebiyat şubesi faaliyetinin memlekette hayırlı izler bırakmasını temenni ediyor.

Servet-i Fünun birinci sayfadan yayımladığı fotoğrafın hemen altında şu ibareyi kullanıyor: Foto: Weinberg. Meş’ale’nin, orta sayfasından verdiği bu fotoğrafın hemen sağ alt köşesinde ise Weinberg’in imzası yer alıyor. Fotoğrafın hemen alt kısmında ise Alay Köşkü’nde bir araya gelen ediplerin isimleri de tek tek sıralanıyor. (İsimlerin tek tek sıralanması esnasında mürettip hatası sonucu, önden arkaya doğru üçüncü sıranın sol başında duran ve ismi unutulan şahıs ise bizler için hâlâ bir muamma.)

1928 yılından seksen yıl sonra, Zaman’ın 20. Yıl sergileri içinde yeniden gündeme gelen bu hatıra-i cemiyet fotoğrafının meşhur simaları ise uzun bir zaman önce unutulmuş ya da büyük yanlışlıklar sonucu isimleri birbirine karıştırılmıştır. Bugün seksen bir yıl sonra da olsa İstanbul’un ve Türk edebiyatının bu meşhur simalarını yeniden hatırlamaya ve isimlerini bir kitabın imkânları içinde anmaya çalışmamız ise gecikmiş bir vefa borcudur, diyebiliriz.

Sanayi-i Nefise Mektebi mezunu ressamlar, İkinci Meşrutiyet’in ilânından hemen sonra, Ruhi [Arel] Bey’in teklifiyle Batılı anlamda plastik sanatların yaygınlaştırılması ve düzenli sergiler açılması gibi amaçlarla Osmanlı Ressamlar Cemiyeti’ni kurmuşlardı. Kurucuları arasında Şevket [Dağ], Hikmet [Onat], İbrahim [Çallı], Sami [Yetik] gibi ünlü ressamların bulunduğu, fahri başkanlığını üstlenen Veliahd Abdülmecid Efendi tarafından da maddî olarak desteklenen cemiyet, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti Gazetesi adıyla on sekiz sayı süren bir gazete çıkarmış, Türk resim tarihine “Galatasaray Sergileri” adıyla geçen sergilerinin ilkini de 1916 yılında açmıştı. 1919 yılında bir tüzük değişikliğiyle ismini Türk Ressamlar Cemiyeti olarak değiştiren cemiyet, 1926 yılında Sanayi-i Nefise Birliği adıyla yeniden teşkilatlanarak güzel sanatların diğer dallarını da çatısı altında topladı. Ancak Sanayi-i Nefise Birliği ismi, dilde yaşanan hızlı sadeleşme eğiliminin etkisiyle bir süre sonra terk edilmiştir. Güzel Sanatlar Birliği isminde karar kılan cemiyet, çalışmalarına Şehzadebaşı’nda bir binada başlamış, bir süre de Cağaloğlu’ndaki Said Bey Konağı’nı kullandıktan sonra Alay Köşkü’ne yerleşmişti (1926). Âli Karsan, Alay Köşkü’nün, Güzel Sanatlar Birliği’ne Mustafa Kemal’in emriyle tahsis edildiğini söyler.

Darülfünun Edebiyat Şubesi’nden 1911 senesinde mezun olan talebeler ve muallimleri bir arada…

Soldan başlayarak ikinci sırada oturan muallimler: Şehbanderzâde (Filibeli Ahmed) Hilmi Bey, Hüseyin Dâniş (Pedram) Bey, Namık Kemal Beyzade Ali Ekrem (bolayır) Bey, Ahmed Hikmet (Müftüoğlu) Bey, Darülfünun Edebiyat Şubesi Müdürü (İzmirli) İsmail Hakkı Bey, Ahmed Midhat Efendi, (Babanzâde Ahmed) Naim Bey, (Mehmed) Âkif (Ersoy) Bey, Reşad Bey, Safvet Bey, Şevket Bey, Fehmi Bey.

Edebiyat Şubesi, Güzel Sanatlar Birliği’nin en son kurulan şubesidir. Birlik yönetimi, 1928 yılı başlarında İstanbul’da yaşayan on beş kadar şair ve yazarı davet ederek kendilerinden edebiyat şubesinin kurulmasını ister. Davete katılanlar, bunun için bir kongre düzenlenmesine, bu kongreye edebiyat dünyasında isim yapmış herkesin davet edilerek yönetim kurulu seçilmesine karar verir ve davet edileceklerin listesini hazırlamaları için aralarında Peyami Safa’nın da bulunduğu üç kişiyi görevlendirirler. Hazırlanan liste, basında gürültü koparmış ve bir hayli dedikoduya sebep olmuştur. 18 Temmuz 1928 tarihinde Alay Köşkü’nde yapılan kongreyi Cumhuriyet gazetesi adına takip eden muhabirin haberindeki ilk cümle, liste kesinleşinceye kadar nasıl sancılı bir sürecin yaşandığını iyi anlatıyor: “Haftalardan beri dedikodusu devam eden Sanayi-i Nefise Birliği’nin “Üdeba Şubesi” nihayet dün toplanabildi.” Söz konusu habere göre, kongreye davet edilen şair ve yazarlar, önce Alay Köşkü’nün bahçesinde toplu bir fotoğraf çektirir, daha sonra kendilerine tahsis edilen odaya geçerler; yaşlılar bir tarafta, orta yaşlılar bir tarafta, gençler bir tarafta küme küme toplanarak otururlar. Muhabirin şu gözlemi ilgi çekicidir: “Bazı edibler ayakta kalmışlardı. Florinalı Nâzım Bey’in yanında iki boş sandalye vardı. Herkes birbirine bu sandalyeleri gösteriyordu. Fakat kimse cesaret edip de bu boş sandalyelere oturamadı.” Günümüzden yetmiş küsur yıl önce, dört kuşaktan edebiyatçıları bir araya getiren bir kongrenin tasvir edildiği bu ilgi çekici haberin devamını imlâsını düzelterek aynen aktarıyorum:

“Riyaset makamına geçen Hüseyin Rahmi Bey, celseyi küşad ederek hazırûna teşekkür etti. Falih Rıfkı Bey’in Ankara’dan çektiği mazeret telgrafı ile Ali Ekrem ve Salahaddin Enis Bey’in mazeret mektupları okundu. Bunu müteakip, Peyami Safa Bey, Birliğin esâsâtı hakkında izahat vermeye başladı. Fakat bu izahat ortasında yaşlı ediblerden bir zat, Peyami Safa Bey’e hitaben: – Oğlum çok gürültü oluyor, pencereyi kapar mısınız? dedi. Peyami Safa Bey hitabet kürsüsünden indi, pencereyi kapadıktan sonra izahatına devam etti. Bundan sonra Halid Ziya Bey muvakkat reis intihab edildi. Üdeba şubesi nizamnamesinin kaleme alınması için bir hey’et-i tahririye teşkil edildi. Bu hey’et Hüseyin Rahmi, Peyami Safa, İbrahim Alaeddin, Halid Fahri, Halil Nihad, Orhan Seyfi Beylerden mürekkebdi. Salona güneş gelmiş, sıcak basmıştı. – Haydi bu salonu terk edelim, dediler. Herkes sandalyesini alarak serin salona geçti ve müzakereye burada devam edildi. Azadan bazıları bir nizamname lâyihasının hazırlandığını, bunun okunacağını, ba’de hey’et-i idare intihabatının icra edileceğini söylediler. Buna Necib Fâzıl ve Nizameddin Nazif Beyler itiraz ederek evvela gayenin anlaşılmasını talep ettiler. İlk münakaşa burada başladı. Nizameddin Nazif Bey emrivaki yapıldığını söyledi. Halid Fahri Bey büyük bir asabiyetle şu cevabı verdi: – Katakulli yoktur. Artık yekdiğerimizi yiyerek değil, birleşerek çalışacağız. Daha ilk günden nifak çıkarmayalım. Nizameddin Nazif Bey de kendisinin edib olmadığını, her nasılsa davet edildiğini ve bu davete lütfen icabet ettiğini söyledi. Bu aralık İzzet Melih ve Hıfzı Tevfik Beyler de münakaşaya karıştılar. Reis Halid Ziya Bey şu sözleri söylemeğe mecbur oldu: – Ortada ihtilâf yok. Anlaşamamazlık var. Daha ilk günde bu kadar gürültü olursa hiçbir şey yapamayacağımızı zannediyorum. Filhakika bütün aza yekdiğeriyle konuşuyor, “Efendim söz isterim” nidaları işitiliyordu. Bütün bu münakaşalardan sonra evvelce teşkil edilen hey’et-i tahririye lağvedildi. Nizamname lâyihasının madde madde müzakeresi takarrür etti. Maddelerin müzakeresi esnasında da hayli gürültüler oluyor, genç üdebadan bir azanın serdettiği fikri diğer grup mensupları cerh ediyor, münakaşalar uzuyordu. Birinci madde aynen kabul edildi. Diğer müteakib maddelerde edebiyat şubesine kimlerin kabul edileceği, kimlerin “edib” olacağı zikrediliyordu. Bu madde çok münakaşa edildi, bazı aza bir şahsın şubeye dâhil edilmesi için Darülfünun mezunu olmasının icab ettiğini teklif eyledi; fakat buna itiraz edildi. Azadan Celâl Esad Bey şunu söyledi: – Elli paralık bir kedi hikâyesi yazan zatı da edib mi addedeceğiz?

Peyami Safa Bey: – İçimizde elli paralık eser neşreden zat yoktur dedi. Nihayet maddenin bazı noktaları tadil edilerek şöylece kabul edildi: “Şiir, hikâye, tenkid, temaşa eseri, edebî kıymeti haiz eser veya makale neşreden zat şubeye dâhil olabilir.” Bu maddeyi takib eden madde de edebiyat şubesine girecek zevatın şahsî hallerinden bahsediyor ve “namus sahibi olmak ve mahkûm olmamak” şartlarını ihtiva ediyordu. Azadan bir kısmı itiraz ettiler. Bilhassa İzzet Melih, Selami İzzet, Nizameddin Nazif Beyler bu kayıtlara itiraz ettiler. Mahkûm olmuş birçok edibler bulunabileceğini beyan ve binaenaleyh bu maddenin lağvını teklif ettiler. Halid Ziya Bey de: – Mahkûmiyet geçirmek bazen tezyîd-i şerefe bais olur! dedi. Muhill-i şeref ve haysiyet bir iş görmeyen zevatın edebiyat şubesine girebilmeleri teklif edildi. Nihayet bu maddenin lağvedilmesi takarrür etti. Diğer bir madde, Birliğe girecek zevatın on sekiz yaşını ikmal etmesini mecburi tutuyordu. Bu yaş meselesi azayı iyice güldürdü. Bir kimsenin on sekiz yaşından evvel edib olamayacağını söylediler. Bu madde de lağvedildi. Bundan sonra nizamnamenin malî ve idarî maddeleri okundu ve bazı tadilatla kabul edildi. Hey’et-i idare teşkili için hafî intihabat yapıldı. Reylerin tasnifi neticesinde hey’et-i idare azalığına 38 reyle Peyami Safa, 37 reyle Halid Ziya, 34 reyle Hüseyin Rahmi, 18 reyle Halid Fahri ve Yusuf Ziya, 16 reyle Ahmed Haşim Beyler intihab edildiler. Bunu müteakib bir takrir verildi. Bu takrirde Gazi hazretlerinin reis-i fahrî olmaları teklif ediliyordu. Gazi hazretlerinin üdeba şubesi reis-i fahrîsi olması takarrür etti. Abdülhak Hâmid Bey de hâmî reisliğe intihab edildi ve ictimaa saat altıda nihayet verildi.”

(*) Beşir Ayvazoğlu’nun kitapta yer alan Alay Köşkü Yârânı isimli makalesinin giriş bölümünden alınmıştır.

Bir Fotoğrafın Aynasında – Bu yazı, Gezgin dergisinin 2009 yılının Ekim sayısında yayımlanmıştır.

Exit mobile version