Gezgin Dergi

Dağlar Var Dağlardan Yüce: Hasan Dağı

Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz

Hasan Dağı… Alagözlü’nün arandığı, yari arayanın ardına baktığı dağ… Karacaoğlan’ın umudu, Hasan Dede’nin barınağı… Kimi Leylasını arar bu dağda, kimi Mevlasını… Kimine bir türkü olur gelir hatıra, kimine aslanların yatağı ve barınağı… Kapadokyalılar peribacalarını, Erciyes ve Hasan Dağı’nın çocukları olarak kabul ederler. Bazıları da Hasan Dağı’nı  Erciyes’in  gardaşı olarak bilir ve söyler… Fotoğraflarda birbirleriyle karıştırılan bu iki dağ, görüntü itibariyle de birbirine çok benzer. Nitekim eski metinlerde Argaios ismi her ikisi için de kullanılmıştır. (Hasan Dağı için Athar ismi de kullanılır.) Halk arasında Erciyes dağı için Büyük Erciyes, Hasan Dağı için Küçük Erciyes tabirine hala rastlanır.

Erciyes’ten yola çıktığınızda Tekir yaylasını Develiye doğru aşar aşmaz tam karşınızda tüm heybetiyle Aladağlar görünür. Bakışınızı biraz sağa doğru kaydırdığınızda Sultan Sazlığının puslu ufuklarından, karlı tepeleri ile yaklaşık 150 km uzaktan sırt sırta vermiş iki gardaş gibi Hasan Dağı’nın karlı tepeleri görünür. Yaklaşık iki saat sonra eteklerine kadar ulaşacağınız dağlar, size gel dercesine el sallar. Dağın çağrısı ilhama benzer. Kalpten kalbe nasıl bir gizli yol varsa, dağdan dağa giden de bir gizli yol ve çağrı vardır. Dağ davetkardır. Dağın çağrısı tesadüfi değildir.

Kapadokya ve Ihlara vadisini aştıktan sonra Helvadere köyüne ulaşırsınız. Eskilerin Nora veya Harlıdere dedikleri köy, dağın eteğine saklanmış harika bir göl ile sizi karşılar ve gölde dağı seyretme imkanını sunar. Gölün bir karşısı mezarlık öbür karşısı ise Hasan Dağı’dır. Bir an bu milletin mezarlıkları neden köyün, şehrin veya yaşadığı yerin en güzel yerlerine inşa ettiklerini düşünür ve o kaybolan muhayyileye hayıflanır, Hasan Dağı’nı seyre dalarsınız. Tecellisi kendisinden güzel, tezahürü tecellisi ile yarışır bir hal yaşarsınız bir an..

Neden Hasan Dağı? Neden bir dağın ismi bir insanın ismiyle anılır? Rivayetlere göre Hasan Dağı’na adını veren bir Ermiş… Helvaderelilerin deyimiyle Evliya… Diğer rivayet ise bu bölgede şehit olmuş bir kahramandan dolayı bu dağ bu ismi almıştır. Anadolu Selçukluları döneminde yaşayan ve Kayseri emiri olan Hasan Gazi bu bölgede fetihler yapmış haçlılarla  yapılan bir savaşta şehit olmuş, Hasan Dağı’na defnedilmiş ve halk dağa onun ismini vermiştir.

Birinci Haçlı seferi sırasında (1096/1097) Haçlı orduları İstanbul’dan Anadolu’ya geçmişler ancak orduyu durdurmak mümkün değil. I. Kılıçarslan İznik bölgesinden Anadolu’ya çekilerek Hasan Gazi ile birleşir ve Hasan Dağı eteklerinde haçlı ordusunu karşılar. Çok çetin bir savaştan sonra Haçlı ordusu mağlup edilir. Ancak bu savaşta Hasan Gazi şehit olmuştur ve adeta düşmanı mağlup ettiği ovayı seyredercesine dağın en hakim yerine defnedilmiştir.

Diğer rivayete göre ise Hasan Dede, iki dağın birleştiği yerde yaşayan ermiş-evliya bir insandır. Aksaray’da yaşayan Ali Baba adlı bir derviş ile yakın dostluğu vardır. Ali Baba Aksaray’da bir hamamda çalışmaktadır. Bir gün Ali Baba Hasan Dede’yi ziyarete gelir. Mendilinin içinde bir avuç kor vardır. Sohbetleri süresince kor için için yanmasına rağmen mendile hiç bir şey olmaz. Bir süre sonra bu sefer Hasan Dede, Ali Baba’yı ziyaret etmek üzere Aksaray’a gider. Hasan Dede’nin mendilinin içinde ise dağdan aldığı bir avuç kar vardır. Ali Baba ile hamamda uzun uzun sohbet ederler. Bu uzun sohbete rağmen mendildeki kar hiç erimez. Fakat bu esnada Hasan Dede’nin gözü hamamdan çıkan kadınlara kayar. Tam o anda mendildeki kar erimeye başlar. Bunun üzerine Ali Baba Hasan Dede’ye bakar ve şöyle der;

“Hasan Dede, dağ başında ermişlik hüner değildir. Asıl hüner güzel kadınlar arasında ermiş kalabilmektir.”

Hasan Dede bu olaydan sonra nefsini tezkiye etmek ve kemale ermek için yeniden Hasan Dağı’ndaki uzletgahına çekilir ve vefatına göre burada hayatını sürdürür. Vefatına kadar olan dönemde hem kendi nefsini tezkiye ederken hem de kendisini ziyarete gelenlere nefsin afetlerinden söz eder ve onların tezkiyesine yardımcı olur. Hasan Dede vefatından sonra mezarının bu dağın zirvesine yapılmasını vasiyet eder. Vefatından sonra vasiyeti üzerine mezarı dağın zirvesine yapılır. Bu dağ o günden itibaren Hasan Dağı adı ile anılmaya başlar. Bugün Hasan Dağı’nın zirvesine çıkanlar, zirvedeki kraterin batı sırtı üzerinde Hasan Dede’nin taşlarla çevrilmiş mezarını görebilirler.

Dağa doğru ilerlerken keçilerini ve koyunlarını güden genç çoban ayağında spor ayakkabısı, bacağında kot pantolonu, üstünde Avrupai eşofmanıyla geçmişten gelen bir türküyü havalandırır. Türkü benim yöremde (Kırşehir) Kozandağı olarak bilinen orta Anadolu türküsüdür. Delikanlı aynı türküyü aynı hava ile Hasandağı olarak söylemektedir. Durur muyum, bilgiç bir eda ile hemen itirazımı yaptım türküyü yanlış söylüyorsun diye ama genç çoban Hasan Dağı’nı göstererek çatal dağ burasıdır Kozandağı çatal değil ki dedi. Hem o iki çatalın arasında Hasan Gazi’yi kastederek bir şehit mezarı var diyerek türküde geçen “arasında aslan yatar”ın ne anlama geldiğini de bir güzel izah etmiş oldu. Sivri biribüyük ve diğeri küçük tepeden oluşan Kozan Dağı’nı düşünerek itirazımı kestim ve genç çobanın sesinden yıllardır Kozandağı olarak bildiğim türküyü Hasandağı olarak dinledim…

Hasan Dağı çatal matal Arasında aslan yatar Bir yar sevdim bana yeter İki seven del’olmaz mı

Hasan Dağı Hasan Dağı Senden yüce dağ olmaz mı Seni yaylayan güzelin Al yanağı bal olmaz mı

Şu karşı beyaz damlar Hani sana giren canlar Sevip sevip ayrılanlar Yanıp yanıp kül olmaz mı

Hasan Dağı’nın yılanı Akar dolanı dolanı Küçücükten bir yar sevsem Sarsam belini olmaz mı

Aslında Kozanoğlu’nun hikayesini anlatan Kozan Dağı türküsü ile Hasan Dağı türküsü benim yöremde birbirine karıştırılmış ve ortaya her iki türkünün sözlerinin karışımıyla yeni bir türkü çıkmıştır. Darulelhan kayıtlarında ilk kayıt olarak bilinen Kozan Dağı türküsünün hiçbir yerinde “Kozan Dağı çatal matal” mısraı ile başlayan dörtlük yoktur.

Dağ dendi mi akla türkü, türkü dendi mi Karacaoğlan gelir. Hasan Dağı’nın arkasından ala gözlüsünü arayan Karacaoğlan bizzat bu dağ için de şiirler yazmış türküler söylemiştir. Türkü dağı anlatır, dağ türküyü.. Hatta türküler en iyi dağlarda söylenir. Sözü Karacaoğlan’a bırakarak dağlara ve yolumuza devam ediyoruz…

Çok sevdiğim Hasan Dağı, Şu dumanın hal olma mı? Senin gibi yüce dağın Eğlim eğlim yol’olma mı?

Hasan Dağı’nın eteği, Çevresi güller biteği. Koç yiğit, arslan yatağı Hiç bu dağın il olma mı?

Yükseği yalım kayalı. Kekliği şahan soyalı. İnce belli, gök sayalı Dilber seven del’olma mı?

Yükseğinin karı tozar, İngininin köyü mezar. Göğsü al’ca kaplan gezer, Avcı olup al olma mı?

Eğlim eğlim yol alanın, Seferine kul olanın, Ak gerdanda ben olanın Yanakları bal olma mı?

Deli gönül, var günahın. Onun için geçmez anın. Senin gibi padişahın Benim gibi kul’olma mı?

Farı, Karac’oğlan, farı. Ben çekerim ah ü zârı. Günde bağlanırsın sarı, Bu velenin al’olma mı?

Bu yazı 2010 yılının Aralık ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 46. sayısından alınmıştır.

Exit mobile version