Gezgin Dergi

Evliya’nın İzinde – Yüzyıllar Öncesinin Bursa’sı

Rahmetli Hocam Yücel Dağlı’nın anısına

Dünyada seyyahların gözbebeği şehirler vardır. İstanbul, Kudüs, İskenderiye, Semerkant gibi. Tarihimizin en büyük seyyahı ve seyahatnameler içinde en hacimlisinin yazarı Evliya Çelebi’nin ilk büyük yolculuğu Bursa’ya olmuş ve seyyahımız bu tecrübeden çok memnun kalmış olmalı ki bu seyahatten sonra kendi çağında, bilindik nere varsa orayı görme gayreti içine girmiştir. Bu yazıda Evliya Çelebi’nin izini takip ederek yüzyıllar önceki Bursa’yı keşfe çıkacağız. Buyrun ilk kelimelerle başlayalım.

Can dostu Okçuzade Ahmet Çelebi’nin ‘Bursa şehrini seyredip gezip dolaşıp kalbin aynasını gam pasından arındırıp hüzünlü gönlümüzü şenlendirelim.’ Teklifini kabul edip ailesine haber vermeye fırsat bulamadan yola çıkar. 1460 yılının aydınlık bir nisan günüdür. Gemi ile Heybeli adasına ardından Mudanyaya geçilir. Daha sonra atlarla Nilüfer nehri hatıt üzerinden Bursa’ya vasıl olunur. İpek yurdu, büyük şehir, Diri ve Kadir olan Tanrı’nın nazargahı, devletler taht merkezi ve eski Osmanlı başkenti olan Bursa Kalesi’nin anlatılması.. Evliya Bursa’yı anlatmaya bu cümlelerle başlar.

Çelebi, dünya tarih kitaplarının o güne kadar yazılmışlarının isimlerini bir bir andıktan sonra Süleymanname Tarihinde ve Evveliyat-ı Tuhfe Tarihinde Hazreti Süleyman’ın ‘tahtı üzerinde havalanıp uçarken Bursa yakınlarında bulunan Ruhban Dağı’nın en yüksek tepesine inip dört tarafa bakındığını ve veziri Âsaf Berhayâ’ya ‘Ne olaydı şu gönle huzur veren yerde büyür bir şehir olaydı.’ buyurduğunu naklettiklerini söyler. Cinler, dev ve perilerden yakın hizmetçileri şehrin Nuh Tufanından önce de büyük görkemli bir şehir olduğunu anlatınca Hz. Süleyman bütün insanlara ve cinlere, yabani hayvanlara, kuşlara ve rüzgara emredip derhal taş ve toprağını temizlerler ve eski şehrin kalesinin burçlarını ortaya çıkarırlar. Kara bir dev; ‘Ey Allah’ın Emini! Bu kalenin altındaki kayalarda tılsımlı bir define vardır. Onu bulsanız dünya halkına kıyamete kadar yeterli gelirdi’ der. Bir başka dev de o hazinenin bulunamayacağını ifade eder. Kimi bulunursa kimi bulunmazsa diye ihtimaller üzerinde konuşmaya başlarlar. Hz. Süleyman devlere emredip o defineyi bulup şehri baştan başa onarıp ismini Bulursa koyar. Bursa isminin ‘Bulursa’ isminden kalma bir isim olduğunu söyler. Bu nakil elbette şehir için bir güzellemedir. Hz. Süleyman’ın konuştuğu dilin Türkçe olup olmadığını sorgulamak tarih anlatımlarını ve seyehatnamenin zengin ufkunu zedelememektedir.

Yazı ve Fotoğraflar : Halit Ömer Camcı

Mutluluk kitabı olur

Evliya’nın kendi gözü ile gördüğü şehir o kadar güzeldir ki; ‘Eğer bu yapıların hepsini tarz ve yapı tipleriyle birlikte öğrendiğimiz kadarıyla yazsak başka bir mutluluk kitabı olur.’ demekten kendini alamaz. Şehirde 176 müslüman mahallesi, 7 Ermeni mahallesi, 9 Rum mahallesi, 6 cemaat Yahudi ve bir de Kıptiler mahallesi bulunduğunu söyler.

Bursa Şehrinin Ayasofyası’dır

Dağı ‘ulu’ olanın Camii de Ulu olmalı. Geleneksel şehirlerin ‘Merkez Camii’ olarak tanımlayabiliriz Ulu Camileri. Her şehrin en büyük ve Cuma kılınan camileri de diyebiliriz. Ulu Camiler içinde en görülmeye değeni hiç şüphesiz Bursa’nın incisi Ulu Camiidir. Yıldırım Bayezid Han’ın yaptırdığı camii, tam ortasında yer alan ve içinde türlü türlü balıkların yüzdüğü havuzlu şadırvanı ve duvarlarında yer alan büyük ebatlı ve hat tarihinin en nadidelerinden sayılan yazıları ile dikkat çekmektedir. Evliya’nın ‘Sanki bir Kahkaha Kalesidir’ sözü camin tasviri için ilginç bir betimlemedir. Bursa şehrinin havalı ve yüksek yerinde yapılmış büyük bir camidir diyerek anlatmaya başladığı camiin şadırvanına, tam ortaya gelen kubbenin gökyüzüne açılan bir planlama ile boş bırakılarak gün ışığının verdiği ferahlığına ve cihan ressamları toplansa benzerini yapamaz dediği mihrabına hayran kalmıştır. Camiyi uzun uzun anlattıktan sonra ‘Sözün kısası bu şehir içinde böyle ruhaniyetli cami yoktur. Bursa şehrinin Ayasofyası’dır.’ der ve noktalar.

Ancak bu Ruhban Dağı ilk gördüğümüz Ulu Dağ’dır

İsmi ve resmi ile güzel bir zirvedir Uludağ. Evliya, dağın ismi ile başlıyor anlatmaya. Keşiş veya Ruhban dağı denmesini Ayasofya’daki patrik ve rahiplerin riyazat ile uçarak bu dağda konaklayıp sakin olmalarına atfen kullanıldığını aktarıyor. Ulu Dağ Çelebi için çok önemli. Çünkü yarı hayal yarı gerçek, kendi döneminin dünya haritası bilgisi içinde Kaf dağı da dahil olmak üzere dünya dağlarından tek tek bahsediyor ve ‘İnşaallah bütün dağları gördükçe yazacağız’ diyerek seyahatnameye önemli bir not düşüyor. Hayatının ilk ciddi yolculuğunda aslında içindeki dünyayı görme arzusunun genişliğini ve ufkunun derinliğini betimlemesi adına Ulu Dağ hayallerinin sınırının da ilk başlangıç noktası oluyor.

Emir sultan ve erguvan cemiyeti

Ağaca, çiçeğe, tabiata dair bir organizasyonu, yaşadığımız çağa ait bir modern hareket olarak düşünenlerimiz varsa geçmişe alıcı gözle bir daha baksınlar. Çelebi’nin uğradığı Bursa’da ‘Erguvan Cemiyeti’ isimli bir şenlik yapıldığından bahsediyor. Emir Sultan Hazretlerinin ruhaniyetini ziyarete ‘bütün diyarlardan denizler gibi insanlar toplanıp büyük bir topluluk olur ki bu çok meşhurdur, anlatmak ve izah etmek mümkün değildir’ diyerek manzarayı tarif ediyor. Meyveli ve meyvesiz ağaçlar, sayısız çiçekleri ve özellikle Erguvan çiçekleri açan ağaçlarının bolluğundan bahsederken senede bir kere (muhtemelen mayıs ayının ilk haftası) böyle bir şenlikle bahara giriş yapıldığını resmediyor. Erguvan’ı İstanbullu bir ağaç olarak bilenlerimiz her iki şehrin tarihteki görüntüsüne yeniden baksınlar.

Anadolu’ya doğru elinde bir kandil ile yürüyesin

Erguvan’la bahsini açtığımız Emir Sultan’ı yakından tanımak hem Bursa’yı hem de geçmişin büyük birikimini anlamamız adına çok önemli. Buhara’da dünyaya gelip Bursa’da karar kılan Emir Sultan’ın hem dünyevi hem manevi yolculuğu, ışıktan bir çizgi olarak haritanın bu yakasını kendi çağından bu yana aydınlatıyor. Evliyanın güzel Türkçesi ile Emir Sultan’ı tanıyalım: Hazreti Hüseyin soyundan Peygamber Efendimiz’e bağlanan Emir Sultan, Hac emrini yerine getirmek için Mekke-i Mükerreme’ye oradan da Medine-i Münevvere’ye gelip atası Hazret-i Resul’ü ziyaret ederken Medine Şerifleri; ‘Nedir bu sende Âl-i Muhammedî sikkesi’ diye itiraz edip saldırırlar ve şerifler surresini vermezler. Hemen Hazret-i Emir; ‘Gelin atamızın huzuruna varıp şer’ ile yüzleşelim. Hangimiz temiz soydan ise onlar hüküm buyursunlar’ diye bütün Mekke şeriflerini Peygamber efendimiz’in huzuruna götürür. Hemen Seyyid Emir; ‘Esselâmualeyke ey Ceddim’ der. Hemen Ravza-i Mutahhara içinden ‘Vealeykümselam ey evladım, Muhammed Bin Ali’ diye Peygamber Efendimizin sesi gelip; ‘Oğul! Anadolu’ya doğru elinde bir kandil ile yürüyesin.’ buyururlar. Hemen o mahalde bütün Mekke Şerifleri Emir hazretlerinin ayaklarına düşüp nice yüz şerifler de birlikte Emir Sultan ile Anadolu’ya doğru yola çıkarlar. Görseler ki havada asılı bir kandil birlikte konak konak gidip karanlık gecelerde üzerlerine nur gibi ışık verir. Ta ki Bursa şehrine girdiklerinde o kandil sönüp kaybolur. Emir Sultan bütün fukaralarına: ‘Ey dostlar, bizim ömrümüz kandil bu şehirde sönüp makamımız bu şehir olması işaretidir.’ buyururlar. Hemen Bursa ileri gelenleri Emir Sultan’ın ayak tozuna yüz sürüp dört kere yüz bin adam müridi oldular.

Eskiler Saraybosna için Balkanların Bursa’sıydı derler. Bu cümleyi tersinden okursak Bursa Anadolu’nun Saraybosnasıdır. Buhara’dan yola çıkan, Bursa’da anlamını bulan ve Bosna’ya ışığını taşıyan bu çok değerli medeniyet hafızasında Emir Sultan’ların, Evliya Çelebi’lerin, Mevlana ve Yunus Emre’lerin katkısı yadsınamaz. Şehirler nihayetinde, ağaçtan, taştan, sudan yapılma yerlerdir. Şehirlere anlamını veren, o şehirlerde yaşamış, insanlığa evrensel insanî değerlerini öğreten damıtılmış samimiyetleri, insan üstü gayretleri ile bu ‘kimlik’ insanlardır.

Emir Sultan, Aziz Mahmud Hüdai’nin şeyhi Üftade hazretleri, Somuncu Baba, Mevlit Yazarı Süleyman Çelebi ve ismini saymakla bitiremeyeceğimiz birçok Bursa’lı; medeniyetimizin inşasında görev yapan büyük mimarlardır.



Kaplıcalar şifa dağıtıyor

Seyahatnamede Bursa’nın kaplıcaları ve hamamları uzun uzun anlatılmış. İlahi kudret kaplıcaları, yani ılıca suyunun anlatılması başlığı altında sayfalar süren tanıtımlarda Evliya’nın aydınlık hamamlar, şifa dağıtan kaplıcalar, kaplıcalarda dönemin yapılarının mimari tasvirleri oldukça geniş yer almış. Kaplıca kelimesinin, Moğolcasından, Rumcasına birçok dilde karşılığını vererek başlayan anlatımda Semerkand, Belh, Buhara, Luristan ve Moltan seyyahlarının böyle sanatlı, sağlam ve büyük hamamlar görmediklerini söylediklerini nakleder. Hamamlar o kadar güzeldir ki havuzlarını dolduran sıcak su, havuzun dört bir tarafında ham mermerden ejder ve arslan kelleleri heykelciklerinin ağızlarından dökülmektedir. Kaplıca ve hamamlara gelenlerin tasvir edildiği sayfalarda günümüz şölenlerinde görebildiğimiz türden bir eğlenceyi izleriz sanki.

Seyahatnamede, belki de İstanbul’dan sonra en çok anlatılan şehirdir Bursa. Doğal güzellikleri, havası suyu, camileri, medreseleri, şairleri, âlimleri, ağaçları, kaplıcaları, ırmakları, hanları-hamamları, kalesi, imaretleri, hâkimleri bazen tek tek insanları anlatılır ve bir fotoğrafçı titizliği, bir yönetmen kurgusu içinde şehri adım adım gün gün dolaşırsınız seyahatnameyi okurken.

Bir fotoğrafçı gibi tasvir edilen şehir

Evliya Bursa’yı günümüz fotoğrafçıları gibi anlatır neredeyse. Bir eksiği makinesi ve yaşadığı çağın teknik eksiklikleridir. At sırtında, gemi ile yeri geldiğinde develerle yaptığı yolculukları günümüz seyyahlarının aklının alamayacağı büyüklükte bir coğrafyada yapması büyük bir gayretin, doymaz bir keşif duygusunun ürünüdür.

Çelebi’yi düşünürken günümüzde yaşasaydı bu ufuk insan nasıl bir dille dünyayı, şehirleri anlatırdı hep merak etmişimdir. Kıvrak zekâsı, anlatım kabiliyeti, bulunmaz tecrübesi ve yüzyılımızın teknik imkânları ile sanırım, görülmedik bir metrekare alan bırakmazdı dünya haritasında.

Evliya’nın İzinde – Yüzyıllar Öncesinin Bursa’sı – Bu yazı 2014 yılının Aralık ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 94. sayısından alınmıştır.

Exit mobile version