Gezgin Dergi

Fotoğraf Üzerine Düşünceler 5 / Alternatif Fotoğraf Mümkün Mü?

Çıkamam, aynalar, aynalar zindan. Bakamam, aynada, aynada vicdan; Beni beklemeyin, o bir hevesti; Gelemem, aynalar yolumu kesti. Necip Fazıl

Batı modernitesi ile karşılaşan doğulu ve geleneksel toplumların kültürel anlamda büyük travmalar yaşadığı muhakkaktır. Bir kültür ve medeniyetin yenilmesi, bir başkasının egemen olması bu tür çelişkilerin ve paradoksların ortaya çıkmasına sebep olur. Bu durumda yenilmiş medeniyet, egemen medeniyetin değer yargıları ile belirlenmeye başlar. Kimi zaman bu değerler bir dayatma unsuru olarak karşımıza çıkarken, kimi zaman da yenilmiş kültürün ve medeniyetin değerleri ile içselleştirilerek karşımıza çıkar.

Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz

Doğulu toplumların batılılaşması dediğimiz süreç, hala söz konusu toplumların münevverleri tarafından sağlıklı bir analize tabi tutulmamıştır. Bir doğulu toplum batılılaşabilir mi ya da modernleşebilir mi? Bu soruların cevabı hakkıyla verilememiştir. Batılı değer yargılarına sahip olmak ya da batının teknolojik verilerini kullanmak bir toplumu batılı ve modern yapar mı? Doğulu toplumların müsteşrik aydınları için bu sorunun cevabı şüphesiz evettir. Çünkü onlar için ideal toplum ve medeniyet zaten batı modernitesidir. Sömürünün bir başka biçimi olan bu durum maalesef bugün hemen tüm doğulu toplum aydınları tarafından da içselleştirilmiştir. Bilginin İslamileştirilmesi, bilimin dinileştirilmesi, geleneğin modernleşmesi gibi tartışmalar bu paradoksal durumun en somut göstergeleridir.

Fotoğraf bağlamında bu meseleyi tartıştığımızda benzer sorular ve paradokslarla karşı karşıya kalıyoruz. Fotoğraf modernitenin bir sonucudur. Hatta sonucu olduğu gibi onun taşıyıcısı ve yeni evrelere götürenidir de. Öyleyse alternatif bir fotoğraf mümkün mü sorusu, kendi içinde bilginin İslamileştirilmesine benzer bir paradoksu zorunlu olarak taşır. Bu soru iki ucu keskin bıçak diyebileceğimiz türden bir sorudur. Çünkü evet dediğinizde de hayır dediğinizde de batı modernitesine eklemlenmeniz içten bile değildir. Ancak burada batı modernitesini dogmatikleştirerek, fotoğrafın kendi içinde bir başka alternatifinin olamayacağını ilkesel anlamda savunmak da farklı bakımdan yine bir tuzaktır ve bitirici, tüketici, yok edici bir özelliğe sahiptir. Çünkü modernitenin belki de bize dayattığı en temel tuzak baskıcılığı ve dogmatikliğidir. Bu onun tartışılmaz bir “din ve dogma” haline gelmesine sebep olmaktadır. Bir anlamda alternatifsizlik modernitenin bizi getirdiği en uç noktadır. Öyleyse modernitenin alternatifsizliğini düşünüyorsak, zaten biz modernitenin istediği yere gelmişiz demektir.

Meseleyi biraz daha açarsak; Tarkovski sineması ile Spielberg sineması arasındaki fark ile kaygı ve tema anlaşılırsa bizim söylemeye çalıştığımız husus da anlaşılabilir.

Ya da Bergman ve Kurosawa filmleri ile Ridley Scott vb. bir yönetmenin sinema anlayışı arasındaki fark gibi.. Her iki kesim de modernitenin enstürmanlarını kullanmalarına rağmen farklı bakış açılarına ve farklı kaygılara sahiptirler. Birinci kesim en başta modernite olmak üzere bir eleştiri yapabilme geleneğine sahipken, ikinci kesim olaya sadece dogmatik bakmaktadır. Birinci kesim, insana, eşya ve hadiselerin geleneksel ve kültürel boyutuna, zamana ve mekana aidiyetle bağlı bir topluma göndermelerle bulunurken, ikinci kesim kesinlikle ve kesinlikle mekanikleşen ve gittikçe teknik boyuta sürüklenen bir insana, zamana, mekana ve topluma göndermelerde bulunmaktadırlar. Birinci kesim moderniteyi sorgularken, ikinci kesim sürekli geleneği sorgulamasını sürdürmektedir.

Dolayısıyla buradan yola çıkarsak modernitenin genel egemenlik sınırları içinde de olsa bir fotoğraf eleştirisi veya alternatif bir fotoğraf bakış açısı en azından mümkün olabilir cevabını verebiliriz..

Şüphesiz ki Nietzsche ve öğrencilerinin, Frankfurt okulunun ve postmodernistlerin modernite eleştirileri, modernizmin dışında bir unsur değildir.

Ancak en azından daha insanca bir bakış açısının olabileceği tartışmalarını başlatarak, modern bakış açısının ötesinde yeni ve farklı bakış açılarının mümkün olduğunu akıllara getirmeye vesile olmuştur. Tek mümkün medeniyet olarak kabul edilen bir yaşama biçimi ve anlayışı sarsılırken bunun yanı sıra tarihe ve zamana, mekana bakış açıları sorgulanmaya, değişmeye başlamıştır. 18. ve 19. yüzyıllarda inşa edilen tarih anlayışının tartışılması, modernitenin tek mümkün bakış açısı ve uygarlık olmadığını, aksine, tarihteki en önemli kırılma ve sapma olduğunu anlamamıza imkan sağlayacak, tarihteki insana, zamana ve mekana olan bakış açıları araştırılmaya ve dillendirilmeye çalışılacaktır.

Sinemada neredeyse 50 yıldır var olan söz konusu eleştirel bakış açısı maalesef fotoğrafta yoktur. Diğer deyişle fotoğraf hala oryantalist bakış açısının egemenliği altındadır. Öyleyse biz fotoğrafla modernitenin geçmişi, zamanı ve mekanı fosilleştiren yanına destek mi olacağız, yoksa aynı zamanda modernitenin ne yaptığını ve yapmaya çalıştığını yine fotoğraflarla göstermeye mi çalışacağız. Diğer deyişle modernitenin fotoğrafla ne yaptığını yine fotoğrafla anlatmaya çalışmak fotoğrafta bir öz eleştiriyi ve farklı bakış açısını ortaya çıkarır mı? Biz en azından bunun ihtimal dahilinde olduğunu düşünüyoruz. Bu inşa eden, kurgulayan ve dayatan bir anlayış ile söz konusu inşayı anlamaya, düşünmeye, değerlendirmeye ve analiz etmeye çalışan bir anlayış arasındaki fark gibidir. Dolayısıyla bir fotoğraf makinası ile fotoğrafçı bir tecelliyi inşa ederken, bir başkası bakış açısının ve kaygılarının farklılığından dolayı bir tecelliyi arayabilir ve onu bulup yansıtabilir. Dolayısıyla bu ikisi farklı bir durumdur.

Tasavvufta tecelli mutlaklaştırılırsa hakikate perde ve engel olur. Tıpkı bunun gibi, alternatif fotoğraf diyerek tecelliyi mutlaklaştırmak sözünü ettiğimiz bakış açısına en büyük engel olma riskini içinde taşımaktadır. Çünkü fotoğrafın zamanı dondurma ve ölümsüzleştirme ile ilgili boyutu en büyük tehlikedir. Zaten ısrarla sözünü ettiğimiz husus budur: Tecelli mutlaklaştırılamaz. Tecelli mutlaklaştırıldığında ortaya fetişizm, putperestlik, paganizm, materyalizm vb. unsurlar çıkar. Tecelli sadece hakikatin bir görüntüsüdür ve fotoğraf, sinema bunu yansıttığı ölçüde modernitenin kıskacından çıkabilir.

Daha önceki yazılarımızda belirttiğimiz gibi fotoğrafçının tarihsel ve kültürel arka planı sözünü ettiğimiz alternatif bakış açısının oluşumunda birincil unsurdur. Çünkü neye baktığımız ve neyi gördüğümüz, biriktirdiğimiz ve oluşturduğumuz izlenimlerimizle doğru orantılıdır. Mesela bir yaşlı insanın fotoğrafına baktığınız zaman acı mı duyuyorsunuz, yoksa bir kemal duygusuyla, içinizde ona genel anlamda insana ve kendinize bir saygı duygusu mu ortaya çıkıyor? Bunun cevabı fotoğrafı nasıl çektiğimizi, tabiata, eşya ve hadiselere nasıl baktığımızı da ortaya koyar. Barthes kameranın bakışının dondurulmuş bedene yazdığı korkunç anlamı ancak sevginin silebileceğini ileri sürerken, tam da bizim kaygımızı dile getirmektedir.

Dolayısıyla fotoğraf sureti çeker. Eğer fotoğrafı çeken fotoğrafa kendi ruhunu, kaygısını, hüznünü, dünya görüşünü katmasa fotoğraf sadece suretten ibaret kalır.

Postmodernizmin ortaya çıkışı sürecinde modernizme getirdiği eleştirilere benzer eleştiriler şüphesiz fotoğrafta da ortaya çıkmıştır. Yüzyılın başında ortaya çıkan anti-modernist düşünürler, savaş sonrasının psikolojisi ile nasıl Batının çöküşünden söz ederek ciddi bir eleştiri geleneğini başlattılarsa, hemen hemen aynı dönemde yine savaş karşıtı bir kesim de batı modernitesini sanatsal anlamda da eleştirerek alternatif bakış açıları üzerinde kafa yormuşlardır. Nitekim yine bu bağlamda doğu kültür ve medeniyetlerinin, doğu geleneğindeki mistik insan anlayışlarının keşfedilmesi tesadüf değildir.

Burjuvazinin çıkarlarını, kültür ve sanatı istismarını eleştiren anti modernistler ve Dadaistler şüphesiz ki bir bunalımın ve insan için çıkış arayışının kaygılarını taşıyordu. Bu süreç sürrealistleri ortaya çıkardı. Belki de kapitalist ve modern toplumun ruh buhranının en karakteristik ifadesi sürrealizm olarak ortaya çıkmıştır. Ancak o da sonuçta temelini Freudçu bir bakış açısı ile temellendirir. Yani moderniteyi yine modern yöntemlerle eleştirmek.. Bu ise modernitenin ömrünü uzatmaktan başka bir işe yaramıyor. Sadece biraz nefes aldırıyor. Dolayısıyla batı düşüncesinde alternatif bir bakış açısının ortaya çıkması neredeyse imkansız. Çünkü sonuçta yapılan her iç eleştiri, moderniteyi daha başka bir boyuta evrilterek kuşatıcılığını ve tüketiciliğini daha da yoğunlaştırmakta ve yaymaktadır. Bu karşı çıkışlarda modernitenin özüne ve esasına dair bir karşı çıkış söz konusu değildir.

Modern insan nesnel olamayacak kadar nesneleşmiştir. Nesne olduğunun farkında olmanın verdiği çırpınışlar ise onu yüzyıldır yılana sarılmaktan başka çözümü olmayan yollara sokmuştur. Dolayısıyla o modernitenin içinde kalarak moderniteyi eleştirmekten, romantik sığınışlara girmekten, kendi iç mistisizmini yaratmaktan ve kendine yeni bir gizemli boyut üretmekten başka çaresi olmayan bir boyutta ve konumdadır. Eleştirisi bir bütün ile ilgili değildir. Bunu idrak edememektedir. Çünkü modern bakış açısı için bütün; bir hayal kırıklığıdır, hatta kaba ve çirkindir. Tüketmek ve teşhir etmek için detay gerekir. Tıpkı insanın nesneleşmesi gibi eşya ve hadiseler de fotoğraf aracı ile nesneleştirildiğinde güzeldir. Oysa geleneksel anlayışta anlamlı ve güzel olan bütündür. Tevhid parçalandığında şirk çıkar ortaya. Şirk ise çirkindir. Tevhid parçalandığında insan, aklını, ruhunu, özünü, fıtratını kaybeder. Tümdengelim ile tümevarım arasındaki temel fark..

Fotoğrafın nesneyi ve özneyi aynı anda yok etme ve sıradanlaştırma gibi bir tehlikesi vardır. Nihayetinde fotoğraf optik bir yanılsamadır. Onun görüntü olduğunun bilinci yitirildiğinde insan kendini yitirmektedir. Kapitalizmin görüntüsü ve gösterisi birer tüketim unsurudur. Oysa geleneğin tecellisi bir kuşanışın bir çoğalışın unsurudur. İmaj tükenmek içindir ama tezahür ebedidir ve gelenekten tevarüstür.

Geleneksel insanın surete bakışındaki temel fark bilinmeden, söylemeye çalıştıklarımızın anlaşılabileceğini sanmıyoruz. Suret ve mahremiyet ilişkisi bir sanat ve medeniyet tasavvuru ile ilgilidir. Hepimiz çocukluğumuzda evlerimize televizyonun girişi ile birlikte özellikle dedelerimizin, nenelerimizin ve annelerimizin tavırlarını ve tutumlarını hatırlarız. Televizyona bakarken bile bir tedirginlik yaşayan nenem, oraya bir erkek çıktığı zaman adeta kendisini görüyormuşçasına örtüsünü kontrol eder, oturuşunu düzeltirdi. Biz nene görmüyor desek de o görülmenin ne olduğunun bilinciyle hareket ederdi. Ve yine orada hareket eden ve ettiren saik, bir mahremiyet duygusuydu. Surete bakış ile ilgili bir muhayyileydi söz konusu olan. Çünkü neneme göre suret bir ruha sahiptir ve görür. Dolayısıyla hakikatin tecellisi sırf bir görüntüden ibaret değildir. O bir bütünün tezahürü olarak canlıdır, anlamlıdır ve görür.

Tabiatı seyre çağrılan insanoğlundan beklenen, tecelliyi fark ederek kendinde ve tabiatta ortaya çıkan tezahürden yola çıkarak bütünü, yani hakikati görebilmesi idrak edebilmesidir. Çünkü tabiat ve içindeki her şey bir ismin bir sıfatın müşahhas halidir. Tabiata bu idrakle bakan birisinin gözüyle farkına vardığı ve bir bakıma çektiği fotoğraf bir gösteri ve ayrıntı değil, bir tecelli yani bir hakikatin yansımasıdır. İşte fotoğrafın araçsallığı ve farklılığı da burada başlar. Ancak bunun idrakinde olan farklı fotoğraf çekebilir ve yorumlayabilir. Suretin bir ruha ve cana sahip olduğunu bilen, onun hakikatin gölgesinden ve nefesinden bir payı olduğunu idrak eden söylemeye çalıştığımızı anlayacaktır..

Fotoğraf Üzerine Düşünceler 5 / Alternatif Fotoğraf Mümkün Mü? – Bu yazı 2013 yılının Kasım ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 81. sayısından alınmıştır.

Exit mobile version