Gezgin Dergi

KULEKAPI MEVLEVİHANESİ

GALATA YA DA NAM-I DİĞER KULEKAPI MEVLEVİHANESİ

Yazı ve Fotoğraflar : Bekir Talha Erol

Seneler evvel Osmanlıca okumalarım artık rayına girmişken bir çırpıda okuduğum ilk metin Şeyh Gâlib’in meşhur “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan Âdemsin sen” beyitiydi. Beyit ta’lik yazıldığından mıdır? Söz sahibinin irfânından mıdır bilmem baktığımda beni mest edecek şekilde masamın üzerine duruyordu. Artık birçok mecliste sık sık gündeme getireceğim “serlevham” bu sözdü. Zirâ şerh edilebilirse -ki bana göre hâlâ mümkün değil- âdeta hayatın anlamını bir beyitte Şeyh Galib söylemişti. Bana düşen ise “söz söylemek irfân ister” düstûrunca Kim bu ârîf? nerededir? diye izini sürmek olacaktı.

Birgün aklımın ucunda bile değilken İstiklal Caddesi’ni bitirip Galata’nın ara sokaklarını keşfetme planlarımı aniden gördüğüm o tabela bozdu. Kahverengi zemin üzerine “Galata Mevlevîhânesi” yazıyordu. Bu durum aslında sonraları İstanbul’dan bunaldığımda iki-üç haftada bir hazrete – Şeyh Galib – selâm verip hal hatır sorduğum , niyaz ettiğim mekan olacağının habercisi idi. Öyle de tarihi Cümle kapısının önüne geldim. Yesârîzâde Mustafa İzzet’in yazdığı yazının ortasındaki tuğrayı ve tuğranın sahibine ait “Adlî” imzasını gördüğümde müselsel II. Mahmud restorasyonlarından buranın da nasîbini aldığını gördüm.

Kitabenin ilk beyiti de durumu tasdîk etti; “Himmet-i Mahmud Han bu dergahı eyledi âbâd şevketle hemân..”

Bismillah diyor ve içeri adımımı atıyorum.

Girişte solda meşhur “Ne kendi eyledi rahat, ne halka verdi huzur / Yıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubûr sözünü söyleten Halet Efendi’nin mezarı ve kütüphanesi karşılıyor beni. Birkaç adım attıktan sonra solda Bizans döneminde sarnıç, Mevlevîhane döneminde çilehâne olarak kullanılan yapı ve girişi ile karşılaşıyorum. Girişteki yazı dikkatimi çekti ve Şeyh Galib’e ait bu dizeleri okuyuverdim; “Râh-ı Mevlânâ’da ey Galib budur Şeyhi-ş şuyûh / Hazreti Şârih Rusûhî kıdve ehl-i rusuh” meâlen: “ Mevlâna yolunda ey Gâlib budur şeyhlerin şeyhi / Hazreti Şârih Rusûhî onun ehline yol göstericir.

Bizans dönemi demişken yapı önceden “Aziz Theodore Manastırı iken 1491 yılında II. Beyazıt tarafından İskender Paşa’ya hediye ediyor. İskender Paşa II. Beyazıt’ın bostancıbaşı ve beylerbeyidir. İskender Paşa da Hz.Mevlânâ’nın torunu Ulu Arif Çelebi’nin kurduğu Afyon Mevlevîhanesi postnişini “Semâî Mehmet Dede”nin buraya dergah kurmak istemesiyle mekanı Semai Mehmet dedeye hediye eder. Böylece İstanbul’un ilk mevlevîhanesi kurulmuş olur.

Bu bilgilerin ardından yolumuza devam edelim. Sağımızda mevlevihanenin Matbah emini Hasan Ağa’nın yaptırdığı çeşme ve onarım kitabesi biraz ilerleyip solumuza bakınca Şeyh Galib türbesini görüyoruz.

Her ne kadar Şeyh Galib söz sultanı oluşuyla meşhur da olsa kendisi kadar önemli ve bilinmeyen birisi yatar. Bu şahıs Mesnevi’nin ilk Türkçe şerhini yaptıktan sonra gözlerindeki hastalık şifa bulan ve şerhinden dolayı “Şarih”lakabını alan İsmail Rusuhi Ankaravidir.

Burdan sonraki durağım ise “Hamuşan” yani susmuşların yeri. Bu da aslında alegorinin de zirvesidir. Çünkü buna sebep olan mantık Hz. Mevlana’nın “Kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.” Ya da müellifini unuttuğum “Susmak belki de gerçeği anlatmanın tek yoluydu.” sözleridir ki bütün tadları acılaştıran ölümü bir avuç “susmuş” gayet iyi îzâh ediyor.

Hâmûşan’ın arasına karıştığımızda ise Şeyh Galib’in yakın dostu “Esrar Dede”, Şair Leyla hanım , ilk matbaacımız İbrahim Müteferrika gibi isimleri gördüm. Buradan çıkıp tam karşıma baktığımda ise Sultan II. Mahmud’un kızı Âdîle Sultan’ın yaptırdığı şadırvanı inceleme fırsatım oldu.

Gelelim Evliya Çelebi’nin içinde yüz tane Derviş hücresi vardır dediği ve belli ki yangın , deprem gibi faktörlerle küçülmüş ana binaya. İçerisinde Mevlevî eşyaları , yazma eserler gibi materyaller bulunuyor , hele ki Hattat Hâmid’in yazdığı Şeyh Gâlib’e ait beyit sanatseverlere “Stendhal sendromu yaşatabilir”

“Sâyey-i lutfûnda nice hâller gördüm
Ben biliyorum öyleleri efsane der
Galib eğer eylese dâvây-ı aşk!
Kim inanır kuluna dîvâne der”

Bu beyitin anlam olarak derinliğini Hattat Hâmid aynı şekilde kağıda işlemiş. Üst kata çıktığımda beni meydân-ı şerif karşılıyor ve diyorum ki kim bilir buradane âyinler icrâ edilmi ştir. Meydanın da üst katındaki eşyaları temâşâ edip dışarı çıktığımda ise artık eski ben değildim. Genel olarak bakmak gerekirse Galata mevlevîhanesi İstanbul’un ilk mevlevihanesidir. Postnişînlerinin neredeyse tamamı Konya’dan gelmiştir. İçerisinde Şeyh Galib gibi İsmail Rusûhî Ankarâvî gibi önemli zâtlar çıkmıştır. Son postnişîni Ahmed Celâleddin Dede, son neyzenbaşı Neyzen Emin Dededir. Mekânın sadece deprem ve yangın gibi başına gelenlerin yanında üstüne birde polis karakolu ve ilkokul olma gibi durumları da yapıyı maddeten ve mânen yormuştur. Günümüzde Mevlevîhâne müze olarak görevini îfâ etmekte ve zaman zaman âyinler yapılmaktadır.

NASIL GİDİLİR? 

Mevlevîhane İstiklal caddesinin bitiminde Galip Dede caddesinin başında solda bulunmaktadır. Yenikapı-Hacıosman metrosunun Şişhane durağının İstiklal Caddesi çıkışından çıktığınızda sol aşağıda kalıyor. Umarım yolunuz düşer ve bu manevi havayı İstanbul’un içindeki curcunadan bir lahza kurtulup teneffüs edebilirsiniz.

GALATA YA DA NAM-I DİĞER KULEKAPI MEVLEVİHANESİ – Bu yazı 2015 yılının Mayıs ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 99. sayısından alınmıştır.

Exit mobile version