Gezgin Dergi

Haiti depremi ve fotomuhabirlerine birkaç küçük tavsiye

On binlerce insanın hayatını kaybettiği Haiti depremi, gündemden düşmüyor. Hergün, yüzlerce haberi kamuoyuna duyuran fotomuhabirleri, bölgede zor şartlar altında görev yapıyor. İçinde bulundukları şartlar nedeniyle fotoğraf çekmenin yanında hayatta kalma mücadelesi veren fotoğrafçılar için (Haiti depremini tecrübe etmiş biri olarak) bir dizi tavsiyede bulunmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Eğer sorun çözmeye müsait bir yapınız varsa doğal afetlerde çalışmak pek de sıkıntılı bir durum değil. İşte, deprem bölgesinden yeni dönmüş bir fotoğrafçıdan meraklısına birkaç küçük tavsiye: Yurtdışında çalışacaksanız gittiğiniz ülkenin dilini bilmek her zaman bir avantaj fakat bilmiyorsanız da yerel halktan sizin dilinizi bilen birini rehber olarak yanınızda bulundurmanız kimi zaman hayatınızı bile kurtarabilir.

Yazı ve fotoğraflar: Mehmet Demirci

Eğer vaktiniz varsa gideceğiniz bölgenin dilinde fotoğraf altını tamamlayacak kadar fotoğrafını çektiğiniz kişilerin ismini ya da yaşını sorabilmek, çalışmalarınıza büyük fayda sağlar. Yola çıkmadan önce bölgedeki iklim şartlarıyla ve ulaşıma dair detayları öğrenmek her zaman için çok önemli bir ayrıntıdır. İstanbul’da hava soğuktu diyerek 40 derecelik Haiti sıcağında kışlık botla dolaşmak hiç de akıllıca değil. Gideceğiniz yere daha önceden ulaşmış gazetecilerin tecrübelerini dikkate almanın her zaman faydalı olacağını düşünüyorum.

Doğal afetler salgın hastalık tehlikesini de beraberinde getiren durumlardır. Eğer deprem bölgesine gidiyorsanız; yanınıza antibiyotik ile birlikte bir dizi ilaç almak şart. İmkan dahilinde ise aşı yaptırmak çok faydalı olabilir. Bir diğer alternatif ise bölgede bulunan sağlık ekiplerinden bu konuda yardım istenmesidir.

‘Ben böyle işler çok çektim, bana bişey olmaz’ demek iyi bir fotoğrafçının aklından bile geçmemeli. Tam tersi, ‘sağlıklı değilsem, iş de yapamam’ diye düşünmeli. Kriz bölgelerinde çalışmanın bir diğer sıkıntısı ise; sürekli yaşanan iletişim sorunudur. Eğer Haiti gibi üçüncü dünya ülkesi bir yerde çalışacaksanız işiniz zor. Herhangi bir kurum adına bölgedeyseniz, teknolojinin nimetlerinden faydalanabilirsiniz. Uydu telefonları ya da uydu data transfer aletleri işinizi kolaylaştıracaktır. Bir yere bağlı olarak çalışmayanlar için en iyi alternatif ise Birleşmiş Milletler ya da UNESCO gibi uluslararası organizasyonların yakınında bulunmaktır. Doğal afetlerin yaşandığı bölgedeki en önemli sorunlardan bir diğeri ise enerji sıkıntısıdır.

Elinizdeki elektronik aletlerin şarjlarının dolu olduğuna ve sizi üç gün boyunca enerjiye ihtiyaç olmadan çalıştıracağına emin olmanızı tavsiye ederim. Eğer imkanınız varsa her zaman yedeğinizde her ihtimale karşı ikinci bir kamera taşıyın.

Afet bölgelerinde çalışacak fotoğrafçılar için belki de en önemli tavsiyem, su ihtiyaçlarını kapalı şişelerden gidermeleri ve küçük aralıklarla kendilerini ayakta tutacak ve kimsenin dikkatini çekmeyecek oranda bisküvi, şeker gibi gıda tüketmeleridir. Güvenlik sorunu için ise asla şüphe duyduğunuz ve içinizin rahat etmediği noktalara gitmeyin. Atacağınız her adımdan yakınınızdaki birini haberdar etmeyi de asla unutmayın. Bulunduğunuz ortamdaki insanların içinde bulunduğu durumu hiçbir zaman unutmayın. Bir fotoğrafçı olarak insanlara yardım etmek ve onların sesini dünyaya duyurmak için orada olduğunuzu hissettirin. Bu tutum size hem daha rahat hareket etme imkanı sağlayacak hem de kendinizi daha da güvende hissettirecektir.

Çalıştığınız ortamda insanlara saygıyı elden bırakmayın, elden geldiğince insanların içinde bulunduğu sıkıntıyı anlamaya gayret gösterin. Unutmayın; insanları anladıkça daha fazla yakınlaşabilir ve daha iyi fotoğraflar çıkartabilirsiniz. Tıpkı efsane fotoğrafçı Robert Capa’nın dediği gibi: ‘‘Konunuza ne kadar yakınsanız, fotoğrafınız o kadar iyi olur.”

Bu yazı, Gezgin dergisinin 2010 yılının Mart sayısında yayımlanmıştır.

Exit mobile version