Gezgin Dergi

İstanbul’un Yeraltı Dünyası – BAŞKA İSTANBUL VAR!

Yazı: Olgun TEMİZ – Fotoğraflar: Gezgin Dergi

Varlıklarını çok az kişi biliyor. Bilenler de pek konuşmuyor. Turistler için hazırlanmış tanıtım broşürlerinde rastlayamazsınız yerlerine. Ciddi arkeoloji kitaplarında ise asla onlardan söz edilmez. Ama varlar. Onca efsane ve söylentiyle sarmalanmış yerin altında kaşiflerini bekliyorlar. İstanbul’un yeraltı dehlizleri’nden söz ediyoruz, asırlar evvelinden kalma, bugün üzerinde pek durulmayan ya da rivayetten ibaret, ama şehrin altında inadına var olan dehlizlerinden…

İstanbul’u daha da gizemli hale getiren üstü kapalı ve sonu yokmuş gibi görünen bu yeraltı geçitleri şehrin bulunduğu alanda üst üste kurulmuş medeniyetlerin kalıntıları aslında. Bizans’ın, Roma’nın ve Osmanlı’nın ötesinde ya da öncesinde var olanların da katkısı var bu dehlizlerin oluşumunda. Hatta işi biraz daha ezoterik hale getirmek isteyenler ileri giderek, Mu ve Atlantis’ten göç eden ileri derecede medeniyet sahibi Agarthalılar’a kadar bile bağlıyorlar bu geçitlerin mevcudiyetlerini.

Bir uçtan diğer uca şehri kat ettikleri söylenen, uzunlukları kilometreleri bulan yeraltı geçitlerinin gezilebilmeleri için cesaretin yanında başka donanımlar da gerekiyor. Ve ne yazık ki bu konudaki kayıtlar sınırlı. Mecburen efsaneler ve rivayetlerden medet umacağız. Lakin, efsane deyip geçmemeli. “Efsanelerde güzellerin yanı sıra gerçek yatar. Hem de boylu boyunca” diyor, Gürol Sözen. O yüzden üzerindeki sırlı kabuğu kazıyıp İstanbul’un derununa aşina olmak için efsanelerden iyisi yok. Çünkü, birilerinin dediği gibi, İstanbul’u ‘İstanbul’ yapan biraz da bu öyküler ve efsanelerdir aslında. Hem de pek çoğu yer altında saklı.

İstanbul’un altının birbirine bağlı dehlizlerle örümcek ağı gibi sarılı olduğunu söylüyor efsaneler. Muhtelif kaynaklar da bu dehlizlerin birbirleriyle ilişkilerine değinerek efsaneleri destekliyor. Bazıları tek bir yoldan ibaret olan bu yolların çoğunun duvar ve tavanlarının tuğlalarla örülü olduğunu söylüyor görenler ve girenler. Elli altmış metrelik bir ilerleyişten sonra değişik yönlere uzanan başka dehlizlerin de ortaya çıktığını da ekliyorlar ayrıca. Labirent gibi dehlizlerden oluşmuş bir yeraltı şehriyle karşı karşıyayız kısacası.

Yalnızca yerin altından mahalleleri değil, suyun altından Boğaz’ın iki yakasını da birbirine bağladıkları söylenen bu geçitler yahut dehlizler, vakti zamanında Bizans imparatorlarının, devlet adamlarının ve patriklerin gizli toplantılarına da şahit olmuş. Söz konusu bu gizli işleri görecekleri vakit kendi meskenlerindeki gizli bir bölmeden geçerek ulaşırlarmış gizli mekanlarına. Ayrıca, J. Stephonus da, Bizans’a dair yazdığı kitabında bu dehlizlerin; büyücülere ve kahinlere çalışmaları için bir nevi atölye görevi yaptığını söyler.

Dehlizlerin bir kısmının Osmanlı Devletinin son dönemlerinde de yine gizli görevler üstlendiği tahmin ediliyor. Entrikalardan ya da siyasi rakiplerinden kaçmak isteyen bir çok devlet adamının zaman zaman kullandığı bu tünellerin, kimin tarafından ve ne zaman yapıldığı belli değil. Ama içlerinde ‘Paşa Dehlizleri’ olarak söylenenleri bile var.. Bu dehlizlerin Beşiktaş dolaylarında olanlarından bazılarının yeraltından Dolmabahçe ve Çırağan Sarayları’nı birleştirdiği, hatta denize açıldığı rivayeti de mevcut.

Kaba taslak bir araştırmayla bile bu yer altı yollarının ana bağlantı noktalarına ulaşmak mümkün gibi görünüyor. Çünkü bu bağlantıların çoğu sarnıçlardan, diğer bir deyişle yeraltı su depolarından oluşuyor. Bunlar ise günümüzde görece yeni yapılmış binaların altında kalmış olsalar da varlıklarını sürdürüyorlar hala.

Şehrin kuruluşundan beri, merkezi konumunda bulunması ve tarihi yarımadanın kalbi olması hasebiyle Sultanahmet Meydanı ve civarı bu yeraltı yolları, sarnıçlar ve uzantıları konusunda fazlasıyla bir birikime sahip. Deyim yerindeyse “nereye elinizi atsanız bu kabil yeraltı yollarının girişi olabilecek başlangıç noktalarıyla karşılaşıyorsunuz.”

Pek az bilinenlerden bazısı ise Sultanahmet Camii ve külliyesi sınırları içinde kalmış durumda. Kıble tarafında Mozaik Müzesi ile camii duvarı arasında, musalla taşlarının hizasına gelecek biçimde  en az iki dehliz girişi olduğu biliniyor mesela.

Yine, Sultanahmet  Meydanı ve çevresinde özellikle deniz tarafına doğru olan eski binaların elden geçirilmesiyle yapılmış  butik otellerin ya da  halı mağazalarının altında  da otuza yakın sarnıç veya sarnıç uzantısı olduğu tespit edilmiş.

Söylenenlere göre  bir de, Gedikpaşa’dan Kapalı Çarşı’nın Nuruosmaniye ağzına kadar uzanan kimi sarnıçların zemini taş olan yolları da Osmanlı Sarayı’nın gözden uzak noktalarından dışarı çıkıyormuş.

Ve yine  Haliçte  Eski Cibali Tütün Fabrikasının yerine yapılan Kadir Has Üniversitesi’nin altında da bu konuyu destekleyici, yer altı geçitlerine ait olduğu tahmin edilen gizli girişler olduğu biliniyor. Şehrin altında mütemadiyen uzayan ve her yöne giden bu yolların bazısının  Haliç’in altından  karşıya geçtiği de yaygın rivayetlerden.  Hatta, bazı kaynakların Aynalıkavak Kasrı bahsinde, havası  güzel olan günlerde Kasırda ikamet eden Padişahın Sabah Namazını eda etmek için Haliç’in altındaki bir geçitten yürümek suretiyle Eyüp Sultan’a kadar ulaştığı anlatılır.

Son zamanlarda Fatih Belediyesi’nin himmeti ve gayretiyle restore edilmeye çalışılan  Zeyrek’teki, halk arasında söylenen adıyla,  ‘Fil Damı’nın da o meçhul yollara götüren meşhur sarnıçlardan birisi olduğu söyleniyor.  Şehrin altındaki geçitler saymakla bitmiyor velhasıl. Listeyi uzatabiliriz. Mesela, Yedikule civarında biraz dikkatle gezerseniz onlarca böyle bağlantı noktalarına rastlamak mümkün, ya da  “Vefa Stadı” diye de bilinen Karagümrük Stadı’nın çevresinde ve daha ötelerde de.

Konuyla doğrudan ilgili olanlar var mı bilmiyoruz ama, dolaylı yoldan da olsa ilgili olanların bile bu dehlizlerin varlığı hakkında pek bilgisi yok anlaşılan. Biliniyorsa bile bilinmez bir sebepten üzeri, her iki anlamda da, kapatılmış  durumda şu an.

Teferruata inince sorular üşüşüyor insanın aklına.  Özellikle de bu yeraltı labirentlerinin nerede başlayıp nerede bittiği ve ‘yapılış amaçları’ en başta cevap bekleyen sorular arasında yer alıyor.

Bu bahiste “su ihtiyacı”, en önemli kalemi oluşturuyor İstanbul için. Malum, şehrin dört bir yanı, daha doğrusu üç tarafı,  sularla çevrili. Ama içme suyu konusunda kurulduğu zamandan bu yana hep sıkıntı çekmiştir İstanbul. Şehrin doğal su kaynağı olarak bir zamanlar bir Lykos deresi varmış. Onun da üzerinden şimdi Vatan Caddesi geçiyor. O bile varlığıyla su ihtiyacını karşılayamadığından dönemin yöneticileri, yerin altında saraylar cesametinde su depoları ve sarnıçlar yaptırmakta bulmuşlar çareyi. Bu sarnıçlar bazen yağmur sularıyla bazen de şehrin yakınındaki göl ve derelerin sularıyla doldurulmuşlar.

Roma Dönemi’nde bu böyle. Derken altıncı ve yedinci yüzyıllarda Bizanslılarla başka bir devir başlıyor. (Her ne kadar uzmanların kimisi “Bizans” tabirini kabul etmeseler de biz yaygın olanı tercih edelim şimdilik.)  Özellikle Bizans’ın son dönemlerine doğru işin rengi değişiyor. Onlarca kavmin iştahını kabartan bu şehrin, sur kapıları nerdeyse her sene başka bir devlet tarafından zorlanıyor.  İşgal ve kuşatma tehlikeleri yerin altında yeni yapılanmaları zorunlu kılıyor dolayısıyla. Bazen sularını ve yiyeceklerini depolamak, bazen servetini düşman yağmasından kaçırıp gömmek, bazen de sadece saklanmak için halkın müracaat ettiği mekanlar haline geliyor yer altı dehlizleri. Fetih sonrası,  Osmanlılar bu sığınakları ne yıkıyorlar ne de imar ediyorlar, sadece üzerini örtmekle yetinerek dolaylı yoldan çok iyi korunmalarını sağlıyorlar.

Bunların en büyüğü Bazilika Sarnıcıdır. Halk arasındaki adıyla Yerebatan Sarayı. Resmi adını Ayasofya yakınında bir zamanlar var olan ticaret bazilikasından alır. Justinianus döneminde yapıldığını Prokopios’un eserinden öğreniyoruz. Daha Bizans döneminde evlerle kaplanan sarnıcın üzerine Fetih’ten sonra da konaklar ve bir mescit yapıldığı biliniyor. Osmanlı idrakinde bu kabil sarnıçlar veya su depoları makbul görülmez pek. Durgun suyun temiz olmadığı, kerih bulunduğu gerekçesiyle. Bununla birlikte üzerinde bulunan evlerin avlu tabanlarına,  su çekmek için delikler açmak suretiyle küçük kuyular yapıldığı da vaki.

Bizans Devrinde  daha çok  büyük İmparatorluk sarayının ve civarının su ihtiyacını karşılayan  Yerebatan Sarnıcı, fetihten sonra, bir müddet Topkapı Sarayı bahçelerini sulamak için kullanıldıktan sonra yeraltında unutulmaya terk edilir.

On altıncı yüzyıla kadar batılıların haberdar olmadığı  yere batan Sarnıcını Avrupa’ya Bizans kalıntılarını araştırmaya gelen Hollandalı gezgin P. Gyllius tanıtır. Gezginin sarnıcı bulması da bir tesadüf sonucu. Civarda dolaşırken kendisine, “buradaki evlerin zemin katlarında bulunan kuyu benzeri yuvarlak büyük deliklerden ev halkının aşağıya sarkıttıkları kovalarla su çektikleri, hatta balık tuttukları” söylenir.  O da sarnıcın üzerinde bulunan, ahşap bir binanın avlusundaki yeraltına inen taş basamaklardan bir meşaleyle sarnıcın içine inmeyi başarır. Daha sonra gördüklerini ve bilgilerini Seyahatnamesinde aktarınca bir çok batılı seyyahın ilgi odağı olur sarnıç. Ondan sonra fırsatını bulan her yabancı, gizli ya da açık, bu sarnıcı görmek için sıraya girer.

Hurafeleri ve efsaneleri çoktur, Yerebatan Sarnıcının. Bir söylentiye göre, sarnıcın üzerine yapılmış konakların birindeki cariye, aşağıda meskun olduğu söylenen cinlerin tesiriyle ya da korkusuyla intihar eder. Bir başkasında da sarnıcın dip tarafına kadar kayıkla gitmeye kalkışan bir meraklının başına gelenler anlatılır. Meraklı kişi arkasında cinlerin kahkahalarını bırakarak ortadan kaybolur, bir daha gözükmemek üzere.

Malik Aksel, “İstanbul’un Ortası” adlı kitabında bu yer altında yaşanan olaylar hakkında  başka bir söylentiyi de dile getirir.  Dediğine göre, Yeniçeriliğin ortadan kaldırılması sırasında kıyımdan kurtulmayı başaran yeniçerilerin bir çoğu şehrin dışında da hayat imkanı bulamayacaklarını bildiklerinden, şehrin altında yaşamaya karar vermişler.  Karınlarını  da o dönemde soğumaları ya da yaz günlerinde bozulmamaları için kuyu ya da sarnıçlara sarkıtılan yemekleri aşırmak suretiyle doyurmuşlar. Kaynak olarak babasının anlattıklarını gösteren Aksel, babasının da bunu, kendisinin de bir yeniçeri olduğu söylenen yüz elli altı yaşına kadar yaşamış olan Zaro Ağa’dan duyduğunu anlatır.

Kimisinin denizin dibinden ta Kınalıada’ya kadar ulaştığı söylenen bu yeraltı yollarının varlığına romanlarda ve hikayelerde rastlıyoruz zaman zaman. Orhan Pamuk’un Kara kitap’ın da olduğu gibi. Ya da  Umberto Eco’nun Baudolino  adlı romanında. Yine, Dan Brown’un  Da Vinci Şifresi adlı  kitabının bir yerinde İstanbul’u kutsal kaseyi bulmak isteyen Latinler’in nasıl istila ettikleri anlatılırken bu yer altı mekanlarından da söz açılır. Taş taş üstünde bırakmayan Latinler özellikle Çemberlitaş’ın altına girmeye çalışırlar. Çemberlitaş’ın altında hem bu dönemde hem de Roma Dönemi’nde açılmış tüneller olduğu zaten hep dillendirilen bir söylenti. Hatta bu yolların içinden atlı arabaların sakınmasız geçebilecek kadar geniş olduğu da söylenir.

Eski masallara bile konu olan bu yer altı dehlizlerine gözü kara bir aşk hikayesinin de yolu düşmüş bir zamanlar. Nakildir ki, bir Türk yiğidi Bizans İmparatoru’nun kızını sever ve kaçırır. Her tarafı surlarla çevrili bir şehirden çıkmak kolay değildir öyle, hele yanındaki imparator kızıysa. O da bu günkü Sultanahmet meydanının yerinde olan Hipodrom’un altındaki dehlizlere dalar ve karanlık yolda saatlerce el yordamıyla yürüdükten sonra  Boğaz’ın karşı kıyısındaki bir delikten yer yüzüne çıkmayı başarır prensesle birlikte.  İmparatordan ve tasadan uzak mutlu bir hayat kurarlar kendilerine.

Bilenler ya da görenler bilir. Paris’te, Londra’da benzer yeraltı mekanları var. Yalnız onlarınki tamir ve restorasyon geçirmiş. Kısmen de olsa  ziyarete açık. İstanbul için bunun  şu anda olması pek mümkün gözükmüyor. Çünkü elde henüz bir envanter çalışması bile yok. Bununla beraber hem İstanbul’daki hem de Avrupa’daki örneklerini görme şansına sahip olanlar, İstanbul’un dehlizlerinin, Avrupa’daki benzerlerinden daha eski olduklarını söylüyorlar. Bunun yanı sıra, “çok daha esrarlı ve daha sıcak bir havaya sahip” olduğunu ve ortaya çıkartıldıkları takdirde “cazibe merkezi olacağının” da altını çiziyorlar.

Malik Akselin de dediği gibi, “yüzyıllar boyu İstanbul’un gizli yollar şebekesi kapatılır, açılır, kapılar örülür yine de bunun sonu gelmezdi. Bazı esrarlı olaylar yerin altında cereyan etmeye devam ederdi.”  Velhasıl, biz de  sözü daha fazla uzatmaya hacet görmüyor,  Refik Halit Karay’ın bir kitabının ismine gönderme yapıp bu keşif işini ehline bırakıyoruz:  “Yer Altında Dünya Var”.

Yahut “başka İstanbul yok” diyene kanmayın siz, inanın “başka İstanbul var!”

İstanbul’un Yeraltı Dünyası – BAŞKA İSTANBUL VAR!

Exit mobile version