Belki yine gelirim… Sesime ses veren olursa bir gün…
Yazı ve Fotoğraflar: Çetin Güney
Doğu Karadeniz’in Pontus Alp’leri adıyla bilinen Kaçkar Dağları ‘nın 3932 metre yükseklikteki zirvesiyle buluşmak için, bildik otogar kalabalıklarını ve telaşlarını geride bırakarak ayrılıyoruz şehirden. İstanbul’dan Artvin’in Yusufeli ilçesine yaklaşık bir gün sürecek yolculuğumuz gürcü halk türküsünün “özgürlük ve aşk için yaşayacaksın” dizeleriyle başladı. Zirvenin düşüyle geçen yollar, sisli tepelerin ardında yükselen Doğu Karadeniz Dağları görüntüsüyle gerçeğe taşındı.
Yolun bir tarafinda yeşilin her tonuyla bölgenin bitki örtüsü, diğer yanında hiç de hırçın gözükmeyen Karadeniz ‘in masmavi suları. Sabahın ilk saatlerinde hoşgeldiniz der gibi karşılayan Karadeniz güneşi yerini usulcacık yağmur bulutlarına bıraktı. Kazım Koyuncu’nun sözlerine adeta bir klip oluyordu yol manzaraları. Karadeniz rengini buluyordu Kazım’ın şarkısında. Denizde kararı var bu gelen kayik midur / Ben özledum yarumi ağlasam ayip midur / Oy dumanlar dumanlar hep dağlari sardunuz / Yureğumun derdini bilsenuz ağlardunuz / Karardi Karadeniz taştı bu yana taştı / Haber verun yarume gozlerum doldi taşti / Gemi mil ilen olur sevda dil ilen olur / Güzeller çok var ama meyil birine olur.
Rize ilinden sonra Pazar, Ardeşen, Fındıkli ve Arhavi ilçelerini geçtikten sonra Borçka ilçesi sonrası Artvin’e ulaştık. Artvin’den sonra Yusufeli ilçesi için biraz daha yolumuz var. Sonrasında Olgunlar Köyü ‘ne ulaşmamız ve yaylalara doğru son hazırlıkları tamamlayıp tırmanışa başlamamız gerekiyor.
Tarihi MÖ. 2000 lere dayanan, rumca dağ eteği anlamına gelen Rhiza kelimesinden adını alan Rize ilimiz ve uzun yıllar Pontus Krallığı yönetiminde kalıp bu devletin yıkılmasıyla Osmanlılar‘a geçen Artvin illerimiz sınırları arasında kalan Kaçkar Dağları, milyonlarca yıl önce Anadolu ve Pontid kıtacıklarının arasındaki Neotetis okyanusunda birbirlerine doğru yakınlaşması sonucu oluştu. Uzun yıllar süre gelen jeolojik değişimler sonucunda neotefts ‘in altında bulunan okyanusyal kütle pontid kıtasının altını doldurmaya başladı ve değişik karakterli hareketler sonucu volkanik kütleler ve granit kütlerle Kaçkar Dağları meydana geldi.
Artvin ‘den sonra Çoruh Nehri’ nin azgın suları, yamaca sıralamış evler ve yeşilin her tonuna tonlar ekleyen yağmurla Yusufeli ilçesine ulaştık. Yusufeli Artvin merkeze 80 km uzaklıkta. Çoruh Nehri ve Barhal sularının kesiştiği vadide yer alan ilçenin rakımı 560 metre. Bulunduğu coğrafi konum nedeniyle engebeli ve dağlık bir alana sahip ilçede sanayi ve göçü engelleyecek iş kolları ne yazık ki yok denecek kadar azdır. Yine de horonun sesi dağlardan Karadeniz’e karışır Yusuf elinde. Kamp ve zirve tırmanışı için yaptığımız son alış verişler ve esnaf lokantasında yediğimiz, tadı damağımızda kalan Yusufeli döneri sonrası Olgunlar Köyü ‘ne ulaştık. Yol boyunca gördüğümüz bütün çay ve dereler Yusufeli’nin ve bölgenin en büyük akarsuyu olan Çoruh’un kollarını oluşturuyor. 3255 metrelik Mescid Dağı’ndan kaynağı olan Çoruh Nehri Bayburt’tan geçtikten sonra Yusufeli sınırlarına girer. Çoruh Yusufeli’nde 100 km.lik bir uzunluğa sahiptir. Mayıs ayındaki debisi zirvelere ulaşan Çoruh’da rafting ve kano gibi doğa sporları için en zorlu rotaları bulmak mümkündür. Olgunlar Köyü’nden dere yanındaki patikayı kullanarak ilk kamp yeri olan Hastaf Yaylası’nda gecelemek üzere gecenin sessizliğine yolun yorgunluğumuzu ve zirve umutlarımızı bıraktık. Sabahın sessizliğini yağmur damlaları bozuyordu ve ansızın yüzünü gösteren güneşle keyfimiz yerine geliyordu.
Kahvaltı sonrası zirveye biraz daha yaklaşıp, yüksek irtifaya aklimatize olmak amacıyla 3000 metredeki Dilberdüzü adı verilen ikinci kamp yerine doğru tırmanmaya başladık. İlk kamp yerinde yağmur yüklü bulutlar irtifa kazandıkça, yerini kar yağışına bırakmıştı. Dilberdüzü ‘ne ulaştığımızda güneş çoktan zirvelerin ardına saklanmıştı. Sıcaklık -ll derece yi gösteriyordu ve gecenin zor geçeceği şimdiden belliydi. Rüzgar ve fırtına beklentisi olmaması keyfimize keyif katıyordu. Çadırlar kurulduktan sonra kumanyalarımızı yıldızların altında paylaştık soğuğa inat dostlarla. Gecenin en yorgun yerinde çadırımdan dışarı çıkıp, milyonlarca yıldızın parlaklığını paylaşmak istedimse de soğuğun etkisiyle tulumumun içine sığınmak zorunda kaldım. Diğer çadırlardan gelen sesler saatler ilerledikçe suskunluğa bırakıyordu yerini. Ahmet Telli’nin dizeleri anlatıyordu suskunluğu. Ve gözleri uzak yamaçlarda / aranıp dururken bir şeyleri / sessiz ve sakin beklemekte / bekledikçe bileylenen yürek / Belki dağların, denizlerin / ve göllerin üzerinden / sıyrılıp gelmektedir seher / belli ki yakındır / doğayı ve hayatı sarsacak saat.
Yeni günde çevrede kısa yürüyüşler yapıp, biraz daha aklimatize olacağız. Son hazırlıkları tamamlayıp ertesi sabah zirve için tırmanış başlayacak Buğulanan çadırın tentesine kalabalığını bıraktığım kentin ve Kaçkar zirvesi’nin resmini çiziyorum. Gitmek diyorum, bir hançeri inceltip okyanusa daldırma isteği mi yoksa dağların doruklarında rüzgarın sesini dinlemek mi? Neden çıkar benim gibiler dağlara… Belki de şiirlerin dizesinde yasama isteği. Üşüdüğümü unutuyorum ve hatta yalnızlığımı, oysa bir dost demişti kar beyazlığına karışmalı ve karda izler bırakmalı… Kaçkar’ ı düşünüyorum. Kimbilir kimler geldi kimler geçti… Yayla yaşamını, bitkileri, doğal yaşam alanlarını, köylerin yaza haber saldığı zamanları. Uzaktan bir tulum sesini bekler misali bekliyorum yaylanın bebelerini, mısır unundan yapılmış ekmeğini. Bir daha ki yaz diyorum yaylalarda keyif zamanı. Şimdi mevsim yaylaya çağırmaz gürcüleri, hemşinlileri diğer bölge halkını.
Kaçkar Milli Parkı ‘nı düşünüyorum başı bulutlarda bir ucu Rize’de, bir ucu Artvin’de. 52 bin hektarlık geniş bir alana yayılmış Kaçkar Milli Parkı 1994 yılında milli park olmuş. Doğu Karadeniz ‘in en gözde doğal yaşam alanlarından. Doğu Karadeniz’deki Rize dağlarının bir bölümünü oluşturan Kaçkar Dağ silsilesini, onlarca köyü ve yaylayı kapsar. 3932 metre Kaçkar Zirvesi ve 3709 metre Verçenik Zirvesi bölgenin en yüksek noktaları. Yağış açısından oldukça zengin olan bölge de 2600 metre yükseklikte bile doğal bitki örtüsü sık ormanlarla karşılaşmak mümkündür. Kestane, kayın, meşe, sarıcam, ladin ve daha bir çok bitki türünün doğal yaşam alanıdır. Yeryüzünde bu kadar yüksek irtifada bu kadar zengin bitki örtüsünün bulunması Kaçkar ‘ın karakteristlik özelliğidir. Bitki örtüsü çeşitliliğinin doğal sonucu olarak yaban keçisi, tilki, karaca, geyik ve çeşitli kuş türleri için de doğal yaşam alanıdır Kaçkarlar.
Doğu Karadeniz ‘in eğimli toprak yapısına uygun bölgelerde geleneksel yaşamlarını sürdüren halk mayıs ve eylül ayları arasında Kaçkarlar ‘ın yaylalarında sürdürürler yaşamlarını. Tarım alanlarını genişletmek, hayvanlarını serin ortamlarda otlatmak amacıyla yerleşik düzenlerinin kurulduğu köylerinden yaylalara çıkarlar. Yayla kültürü çok önemlidir Doğu Karadeniz halkı için. Her köyün ayrı bir yaylası vardır. Yaylada yaşamının vazgeçilmez unsurudur kışa hazırlık ve tulum sesiyle eşlik edilen horon. Kaçkar’ın öte yakası, zirve düşleri, soğuk, çadırın tentesinde dans eden kar tanecikleri ve sabahın ilk saatleri. Beyazın ortasında dalmak uykulara ve beyazın dinginliğiyle karşılamak yeni günü. Bu günün gecesinde zirve niyetine tırmanışa geçiyoruz.
Hazırlıklar tamamlandı. Dağcılık diyorum. Cevabını aradğım sorular geliyor aklıma. Binlerce yıldır var olan zirveler, ilk tırmanışlar, ilk keşfedilen rotalar. Ve sportif turizme de hizmet veren yüksek zirveler.
Binlerce yıldır dağlar ve zirveler birilerine ev sahipliği yapıyor. Kimi zaman Romalı Sezar, kimi zaman Everest ‘e ilk ulaşan şerpalardan biri, kimi zamanda seyahat acentasından tur programı satın alan şehirden biri. Gerçek sahipleri belki de hiç olmayan dağlar. MÖ.2 yüzyılda Annibal süvariler ve fillerden oluşan 35 bin kişilik büyük bir orduyla Pirene Dağları’nı aşıp Romalılar’ı şaşırtmıştı. Sonraki yıllarda Romalı Sezar Alpleri aşmıştı. Dağcılık tarihinin belki de ilk zirveleri bu yıllara dayanıyordu. Yakın yüzyıllarda 1786’da iki Fransız dağcının 4.807 metrelik Mont Blanc Zirvesi’ne tırmanmasıyla dağcılık tarihi şekillenmeye başladı. 1850 den sonra Alp Dağları’nın tamamına yakın zirveleri keşfedildi. 1865 de 4.478 metrelik Matterhorn Zirvesi’ne yapılan tırmanış dağcılığın dönüm noktası oldu.19. yüzyılın başına kadar Avrupa dağlarının tüm zor zirveleri, Amerika kıtasının dağları, orta Afrika’nın zirveleri ve Himalayalar keşif programları yapıldı. 1960 larda rotaların zorluk dereceleri limitleri zorlamaya başladı. 1980 lerden sonra dağcılık sporu, sportif tur programlarıyla turizm ile buluştu.
Anadolu coğrafyasında ilk tırmanış 1829 da Ağrı Dağı’na gerçekleşti. 1846 da Kaçkar, 1901 de Aladağlar, 1931 de Cilo Dağlarına tırmanışlar düzenlendi. Türklerin dağcılık tarihi 1924 yılında Miralay Cemil Cahit Bey’in Erciyes’e yaptığı tırmanışla başlar. Erciyes zirve tırmanışı ilk Türk tırmanışı kabul edilir. 1928 de Türk Dağcılık Cemiyeti kurulur ve dağcılık sporu bu günlere uzanır. Son hazırlıklar tamamlandı ve artık zirve için kamptan ayrılış saatini bekliyoruz. Koca bir günün nasıl geçtiğini anlamak mümkün değil.Zirve heyecanı mı desem yoksa bulutların mavide dans edişi mi. Gece 05.00 de zirve için kamptan ayrılıyoruz. Son hazırlıklar tamamlanıp ayın değişken dilimleri altında tırmanışa başlıyoruz. 14 kişilik ekip tempolu bir tırmanışla önce 3.370 metredeki bölgenin ve Türkiye’nin en yüksek gölü olan Deniz Gölü ‘ne ulaşıyoruz. Ekipteki dört arkadaş zirve tırmanışına devam edemeyecek. Kısmen donmuş gölün hemen yanında mükemmel bir manzara eşliğinde büyük molamızı veriyoruz. Ekipce tempolu tırmanışımıza devam ederek, kazasız bir şekilde planlandığımız saatte zirveye ulaşıyoruz. 3.932 metrelik zirvesiyle Kaçkar Dağları ‘nın en uç noktasındayız. Zirve’deki rüzgar ve donduru soğuk fazla vakit geçirmemize izin vermiyor. Bulutların denizi kıskandıran görüntüsüne söz eklemeye gerek yok. Saatler süren tırmanış güneş alçalmaya başlarken zirveyle buluştu.
Kasım ayında Kaçkar rüzgarı ve soğuğu oldukça etkileyici.Zirve ye hoşçakal diyoruz. Zirve defterine yazdığımız notlardan sonra yükseklerin büyüsünden ayrılıp belki yine gelirim diyorum, sesime ses veren olursa bir gün…
KAÇKAR ZİRVESİ – Bu yazı 2008 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 12. sayısından alınmıştır.