Asırlarca devam eden bir yaşamsal sürecin oluşturduğu katmanlar üzerinde yaşıyor İstanbul. İlk yerleşimlerden bu güne her kültür ayrı bir iz, bir kalıntı bıraktı kentte.
Keşiflerimiz uzak ya da yakın tarihle bizleri yüzleştiriyor zaman zaman. Bazen bir sarnıcın karanlığında gizemli derinliğe bazen de raysız bir demiryolunun aldığı yolun tükenmezliğine uzanıyoruz küçük ipuçları ile…. Böylesi bir hikayesi var kısacık ömrüyle tarihe not düşmeyi başaran Kağıthane Demiryolu’nun. Bir yüzyıla iki doğum bir ölüm sığdıran kısa menzilinde bu hat, ilk ve son istasyon arasında önemli yükler taşıdı.
Yazı ve Fotoğraflar: Hilal Korucu
Yeni bir demiryolu hattı doğuyor…
Tarihi Kağıthane Demiryolu’nun doğuşuna aslında dönemin koşullarındaki hayati bir ihtiyacın karşılanma gerekliliği vesile olur. Demiryolu inşa edilene kadar, İstanbul’a elektrik veren Silahtar Elektrik Santrali için gerekli olan kömür İngiltere’den ithal ediliyordu. 1. Dünya Savaşı esnasında bu ülke ile savaş halinde olunduğu için ihtiyaç duyulan kömürün sevkiyatı da durur. Dönemin koşullarında bunun doğurduğu en önemli sonuç İstanbul’un elektriksiz kalmasıydı. Çünkü aynı dönemde Şirket-i Hayriye gemilerinin Karadeniz Ereğlisi’nden getirmiş olduğu kömür de Rus donanmasının engeline takılıyordu. Bu zorlu koşullarda en iyi çözüm, varlığı bilinmesine rağmen endüstri alanında daha önce kullanılmamış olan Ağaçlı ve Çiftalan havzasındaki linyit kömürünün İstanbul’a getirilmesiydi. Bunun için de zamanın teknolojik olanaklarında kömür nakliyatı en iyi demiryolu taşımacılığı ile yapılabilirdi. Böylece dönemin Başkumandan Vekili Enver Paşa’nın talimatı ile Haliç’ten Karadeniz’e orman içinden geçecek bir dekovil hattı kurulması için çalışmalara başlanır. Hattın geçeceği mevkinin orman olması nedeniyle küçük demiryolu olarak da bilinen ray aralığı 60 cm’lik dekovil hattın döşenmesi uygun görülür. Resmi adı “Haliç Karadeniz Sahra Hattı” olan dekovil hat, Demiryol Alayı-Muhabere ve Muvasala Müfettişliği Umumiliği Şimendifer Kıtası olan askeri birim tarafından, Çorlu Amele Taburu’nun işçiliği ile inşa edilir. İhtiyaç duyulan ray, lokomotif ve vagonlar Almanya’dan Tuna nehri yoluyla Yeşilköy’e, sonrasında da denizden Kağıthane’ye getirilir. İki hat olarak planlanan demiryolunun ilk kısmının Kağıthane Ağaçlı arasına kurulmasının ardından Çiftalan hattı döşenir.Kağıthane Demiryolu İstanbul’a hayat taşıyor.
Hattın çalışmaya başlaması ile kömür sevkiyatı ihtiyacı giderilmeye başlanır. Bu süreç içerisinde şömendüfer kurslarında yetişen elemanlar Kurtuluş Savaşı esnasında Anadolu’daki demiryollarında çok önemli hizmetlerde bulunurlar. Daha da önemlisi mücadele yıllarında silah sevkiyatında oynadığı roldür. İngilizler tarafından kapatılan Kağıthane Baruthanesi’ndeki silah ve mühimmat bu demiryolu üzerinden kaçırılır. Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün kurucularından Mebus Naci Bey’in yönettiği 40 kadar genç ile organize edilen kaçırma operasyonlarının yapılacağı gecelerde, köyün karakolundaki İngiliz askerlerine eğlence düzenlenerek geç vakitlerde askerlerin sarhoş olması ile birlikte sevkiyata başlanır. Zorlu geçen bir yıl boyunca silah sevkiyatı bu şekilde devam eder.
1920’lerde kömür ihtiyacının ortadan kalkması ile birlikte demiryolu hattı da atıl hale gelir. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde kömür madenleri ve hattın işletilmesi için ihale açılmasına rağmen kimse talip olmaz. İkinci dünya savaşı yıllarına kadar asker ulaşımı ve köylülerin odun taşımasında kullanılan hat, alınan bir kararla 1952 gibi sökülür. Raylar başka bir bölgeye nakledilirken lokomotif ve vagonlar meçhul akibetine doğru yol alır. Daha sonraki yıllarda lokomotifin izine Amasya’da rastlanır.
Tarihe gömülen hat yeniden doğuyor
Kısa zaman içerisine önemli olayları sığdıran hat, 1998 yılında yeniden doğmaya başlar. Kağıthane Belediye Basın Danışmanı Hüseyin Irmak’ın girişimleri ile Prof. Emre Dölen’de ve koleksiyoner Mert Sandalcı’da bulunan fotoğraflar bir araya getirilir. Dölen ve Sandalcı’nın yanı sıra araştırmacı Hüseyin Irmak’ın önemli katkıları ile fotoğraflardan müteşekkil bir kitap hazırlanır. Ardından Kültür Bakanlığı 2002’de hattın tarihçesini anlatan “ Düş İstasyonları (9. Kilometre) “ isimli belgesel filmi çektirir. Sonraki yıllarda Hüseyin Irmak ve Mert Sandalcı yeni fotoğraflar bulur. Bu yeni belgelerin de yer alacağı ikinci bir baskıyı İngilizce yapma girişiminde bulunulur. Fakat sonuç alınamaz. Konuyla yakından ilgilenen diğer isimler ise gazeteci-yazar Ersin Kalkan ve yazar Akdoğan Özkan olmuştur. Akdoğan “ Türkiye’de Ölmeden Önce Yapmanız Gereken 101 Şey” isimli eserinde kayıp demiryolunun yeniden inşasına yer verir.
Gerek turistik gerekse inceleme gezileri ile konuya ilgi canlı tutulmaya çalışılır. Yerel yönetim ve akademik düzeyde önemli girişimler sonucu hattın yeniden hayatı bulması için önemli bir yol katedilir. Mert Sandalcı ve Hüseyin Irmak’ın 2008’de İTÜ Makine Mühendisliği Fakültesi’nde demiryolunu konu alan konuşmaları sonucu rektörlük ve dekanlık lokomotif ve vagonların yeniden modellenmesi konusundaki isteklerini beyan ederler. Aynı şekilde İBB Başkanı Kadir Topbaş ve Kağıthane Belediye Başkanı Fazlı Kılıç’ın katıldığı ve Hüseyin Irmak tarafından bilgi verilen inceleme gezisi sonrası Başkan Topbaş’ın talimatı ile İstanbul Metropolitan Planlama Bürosu tarafından İstanbul’un harita ve planlarına işlenir. Projenin yapımına henüz başlanılmamasına rağmen hayata geçtiğinde İstanbul için turistik amaçlı önemli bir aktivite alanı olması bekleniyor. Şimdilik gruplar yürüyüşler halinde tarihi demiryolunun izlerini sürmeye devam ediyor.
Kayıp Demiryolu’nun izinde yeniden başlıyor yolculuklar
İstanbul’un tarihsel tahribata en fazla uğrayan yerlerinden biri olan Kağıthane’de kültürel kazanım adına çok önemli çalışmalar yapan Hüseyin Irmak, bizler gibi konuya ilgi gösterenlere “ Kayıp Demiryolu”nun izini sürme olanağı veriyor. Uzun bayram tatilinde yine bu amaçla bir araya gelen grubun yolcuğu Kağıthane Belediyesi’nde gösterilen “ Düş İstasyonları “ belgeselinin gösterimi ile başladı. Başkan Kılıç’ın nazik karşılamasının ardından izlediğimiz belgeselde sunulan eski fotoğraflardan, demiryolunun yaşadığı dönemlere dair önemli ipuçları yakalıyoruz. Prof. Emre Dölen’in dedesi olan Şimendüfer Alayı mensuplarından Hasan Mukadder Bey’in usta fotoğrafçılığı ile bugüne uzanan siyah beyaz kareler, izleyenleri yaklaşık bir asır öncesine götürüyor. Fotoğraflarda yer alan somut detayların neredeyse hepsi yok olduğundan, bugün artık hat üzerindeki kalıntıları ve hikayenin ormana sinen ruhunu takip ederek gezimizi yapacağımızı anlıyoruz.
İlk durak Kağıthane
Film gösteriminin ardından Kağıthane Belediyesi’nin bahçesindeki açık hava müzesindeki tarihi demiryolundan geriye kalan ray parçaları ve 5 adet kilometre taşını görüyoruz. 1952 yılında raylar sökülürken, köylülerin köprü olarak kullanmak amacıyla aldıkları bu raylar daha sonra atıl halde bulunarak Kağıthane Belediyesi müze envanterine kaydedilmiş. Gezinin başlangıcından itibaren, sadece kaybolan demiryolu hattını değil, yok olan diğer değerleri de eski ve yeni halleri ile görme fırsatı bulduk. Birçok tarihi yapının ya yok edildiğini ya da ilgisizlik nedeniyle yok olmaya mahkum bırakıldığını üzülerek gördük. Kağıthane deresi boyunca Cendere yolundan ilerlerken, bizlere anlatılanlardan Cumhuriyet döneminde İstanbul’un çarpık kentleşme ile en çok tahrip edilen yerinin Kağıthane olduğunu düşünmemek mümkün değil.
İlk durak olan Kağıthane’den başlıyor yolculuğumuz. Bugün asfalt yol olan hat üzerinde ilerleyerek bir zamanlar Enverpaşa ve Cendere istasyonlarının bulunduğu mevkileri geçip Aziz Paşa istasyonunun ardından Kemerburgaz istasyonunda ikiye ayrılan hat güzergahından Çiftalan yönüne doğru ilerliyoruz. Yolun Ağaçlı’ya uzanan kısmı bugün tamamen asfalt olduğundan demiryolunun bu ikinci hattına dair hiçbir iz bulunmuyor. Yol üstünde Kırık Kemer’de bir mola verip, kemerin eşsiz derinliğine dalıyoruz bir süre. Bir zamanlar İstanbul’un su ihtiyacının karşılanmasında önemli rol oynayan bu yapının yapımı Bizans dönemine dayanıyor. Zaman içerisinde uğradığı yıkımlar üzerine kemer, Mimar Sinan tarafından revize edilmiş.
Devamında; hala kırsal tatları yaşatan Kemerburgaz’ın merkezinde, manda sütünden yapılan kaymak ve yoğurt ile lokma satın alarak gezimizin yaya olarak başlayacağı noktaya doğru Belgrad Ormanı içinden yol almaya devam ediyoruz. Ayvad deresinin üzerine aynı adla kurulan Mimar Sinan eseri kemerin içinden geçerek, kısa bir atıştırma molasının ardından yine Hüseyin Irmak’ın rehberliğinde başlıyor hayalet bir demiryolunun izini sürme serüvenimiz. Hani sesler kaybolmaz ya… Bizler de işte ağaçlara sinen tren seslerini hissederek zamanı geri sarmaya çalışıyoruz. Kısacık ömrü süresince dekovil muhafızlarının savunma amaçlı çatışmalarına, kurtuluş mücadelesinde silah sevkiyatı esnasında İngiliz askerlerinin ihtarına rağmen durmayan dekovilin önüne atılan kütükle raydan çıkmasına, sevkiyat sırasında yaşanan hırsızlıklara ve hatta bir yolcunun intihar girişimine tanıklık etmiş 57 km’lik bu hat. Ve bizler gibi zamane insanları da bu yaşanmışlıklara şahitlik ediyoruz görmeden ama hissederek.
Ormanın derinliklerinde ipuçlarının izini süre süre…
Hattın yürüyerek geçilen 6.5 km’lik kısmı ormanın içinden ilerliyor. Bazen stabilize yoldan bazen de vadiler ve yarmalardan oluşan zorlu bir parkuru katetmek gerekiyor. Demiryolunun düz bir satıhta ilerlemesi için yolun yüksek eğimli yerlerinde viyadük modeli küçük ahşap köprüler inşa edilmiş. Yapıldığı dönemdeki fotoğraflarda gördüğümüz bu köprülere dair, bugün sadece derenin içerisinde birkaç istinat taşı ve duvar parçası kalmış durumda. Yolun düz olan kısımlarında o günlerde dökülen mıcır bugün hala yolun kullanılabilir olmasına olanak sağlıyor. Yaklaşık yüzyıl öncesinden kalan bir başka detay da bir adet kilometretaşı. Hat boyunca akan derenin kenarında, lokomotiflerin su ihtiyacını gidermek üzere yapılmış su havuzları da çıkıyor karşımıza.
Denizin karaya, karanın denize karıştığı son durak…
Gezi süresince hem doğanın güzellikleri hem zaman zaman zorlaşan demiryolu hattı ve Hüseyin Irmak’ın vermiş olduğu nadide bilgilerle tatlı bir yorgunlukla yol alıyoruz bir hayalin peşinden. Sonbaharın hüzün tonları ormana hakim olmuşken, güneş inadına ışıltısıyla sızıyor ağaçların arasından. Mantarlar, muşmula ve kestane ağaçlarının içinden birkaç saatlik yolculuk sonrasında gün akşama dönmeye başlıyor. Güzel bir günün bıraktığı lezzetlerin tadına vara vara, ormanın bittiği noktadan tekrar aracımıza binerek hattın kömür ocaklarına kadar uzanan son noktası olan Çiftalan köyüne ulaşıyoruz. Karadeniz’e uzanan bu noktada, demiryoluna ait siyah beyaz karelerdeki manzaranın hayli değiştiğini görüyoruz üzülerek. Maden atıklarının denize boşaltılması ile yaklaşık 2 km’lik bir kara parçası oluşmuş denize doğru. Fakat rehberimizin bize aktardığına göre köylüler, gün gelecek Karadeniz’in kendinden koparılan bu parçayı geri alacağı inancında.
Denizin engin maviliğini önüne, dev maden çukurlarını arkasına alan bu şirin köyün kahvesindeki sıcak soba etrafında tüm gezi ekibi yorgunluğumuzu atıyoruz. Güzel bir sonbahar akşamında gökyüzü kızıldan siyaha dönerken bizler de zamanı bugüne alarak şehrin ışıklarına doğru yol alıyoruz.
İlerleyen yıllarda çok sayıda insan, yeniden inşa edilmiş hat üzerinde eskiyi çağrıştıran yeni vagonlarda bu güzergahtan geçecek belki. Belki bizler de yol alacağız demir tekerlekler üzerinde hat boyunca. Ama hiç kuşkusuz “ Kayıp Demiryolu”nun inzivasına tanıklık etmiş olmak, ayrı bir tad olarak kalacak hafızalarımızda.
Kıymetli dostum Hüseyin Irmak’a bu değerli deneyimi bizlere yaşattığı ve İstanbul’un kültür birikimine yapmış olduğu katkılar için teşekkürlerimi sunuyorum.
Kayıp Demiryolu’nun İzinde Tarihe Yolculuk – Bu yazı 2011 yılının Ocak ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 47. sayısından alınmıştır.