Gezgin Dergi

Memleket Turu- Bütünleştiren Yolculuk ve Sivas’ın Hafızası

Jandarma Binası

Dostlarla yapılan uzun soluklu ve neredeyse Türkiye’yi doğu-batı ve kuzey-güney istikametinde kat ettiğiniz bir seyahatten daha güzel ne olabilir?

Yazı ve Fotoğraflar: Fatih Güldal

Yazın sıcağı, Ramazan’ın mahmurluğu hiçbir şekilde etkilemez muhabbetinizi. Şehirler geçilir, her kırışıklığında ayrı hatıralar barındıran yüzler görülür, yollar aşılır, Mohsen Namjoo çalar, Neşet Ertaş türküleri söylenir. Bir piyadenin tüfeği gibi omuzlarından indirmedikleri fotoğraf makineleri ile her daim ân’ı hatıraya çevirmek için hazırda bekleyen dört kişi. Hepsi ayrı karakterde ama dostluğun, muhabbetin sıcaklığı ile adeta ‘Voltran’a dönüşmüş bir grup Gezgin. Mesafelerin artık bir önemi yok. Kilometreler, günler, geceler, saatler artık sadece birer istatistikî veri. Çıkılamayacak dağ, inilemeyecek göl yok. Mehdi’nin değimiyle bir araç izi olsun yeter, dağlar otoban olur bizim için.

Gökmedrese’nin taç kapısı üzerindeki hayat ağacı ve oktogram sembolleri

Bu seyahat için herkes bir şeyler yazmalı, elbette tarihi heybesinde taşımak zorunda olan biri olarak ben de geçmişten notlar düşmeliyim. Ama neyi, neleri yazmalı. Söz konusu Anadolu olunca binlerce yıllık anılar, savaşlar, medeniyetler, mimari, kısacası insanlar… “Kim varımış biz burada yoğ iken?” sorusunu her daim hararetli bir tecessüsle sormak, Tarih bilmek, bir esere bu gözle bakmak daha doğrusu bir eseri bu gözle görmek… Keyifli bir geziye çıkmadan günler öncesinden kitap karıştırmak, İbni Batuta’da, Evliya Çelebi’de yüzlerce yıl öncesine yolculuk yapmak… Hele hele güzergahınızda Sivas gibi kadim ticaret yolları üzerinde olan çok önemli bir medeniyet şehri var ise.

Çifte Minareli Medrese’nin Taç Kapısı Üzerindeki Semboller

Öyle ya yolculuk öncesi okumalar yapmadan, Sivas’a girdiğinizde hemen şehrin ortasındaki tarihi yapılara baktığınızda, sekiz yüzyıl geriye gidebilmek mümkün mü? Dostlarınızla kenti gezerken bu şehrin bilinen en eski halklarının Hititler olduğunu Sivas isminin Sebastos’tan yani Yunanca “saygıdeğer, yüce”  Latince ise Kral Augustus’a adanmış anlamında olduğunu bilmek, seyahatinize yeni bir durum katmaz mı? Şehrin meydanındaki 13. yüzyıldan kalma ve adeta birbirlerine nazire edercesine yüzyıllardır karşılıklı bakışan medreseleri düşünmek… İlim tahsil etmek için belki hangi uzak memleketlerden gurbete çıkan bir talebenin hayallerini, kocaman iki minaresiyle semaya uzanan Çifte Minareli medresenin tamamen yıkılmış duvarlarında aramak… O medrese ki 1243 yılında Anadolu’yu yağmalayıp kaosa sokan Moğol İlhanlılarının veziri Cüveynî tarafından yapılmıştı. Eskiyi yıkmak, yenisini yapmak. Bu durum bana erkek aslanların eşlerini seçerken onların eski yavrularını acımasızca öldürmelerini hatırlatır. Yeni yavrular, yeni eserler. Hayat devam eder…

Sonra gözünüze adını göklerin maviliğine benzeyen firuze renkli çinilerinden alan, Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev’in veziri Sahip Ata’nın yaptırdığı Gökmedrese takılır. En görkemli kısmı olan iki minareli taç kapısının neredeyse her santimetrekaresini, küçük bir alan dahi olsa boş bırakmayacak şekilde, dantela gibi işleyen büyük usta, mimar Kâlûyânü’l-Konavî’nin nasıl bir ruh hali içerisinde burayı inşa ettiğini düşünmek.. Minare kaidelerin ön yüzlerinde kozmik bir evren, orta kısmında dalları üzerinde kuşlar, tepesinde insan başına benzer bir başı olan kanatlı bir yaratığın bulunduğu kozmik bir ağaç yapılması sıradan bir şey değildi Konyalı Kâlûyan için. Kozmik ağacın altındaki sekiz kollu yıldız, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi ve saltanat sahibi sultanı, sekiz kollu yıldız içindeki sekizgen ise yeryüzünü mü temsil ediyordu? Kozmik ağacın üzerindeki insan başlı kuş, bu kapıyı koruyan bekçi mi? Şüphesiz bu bilge insanlar hiç bir şeyi sebepsiz işlemezler taşların üzerine. Semboller, ilim ve irfanı ab-ı hayat olarak içmiş insanların ciltler dolusu kitaplarla anlatılamayacak remizleri değil mi?

Gökmedrese

Müslümanlar 8. yüzyıldan beri buradalar. Bizans’ın buralardan çekilme vakti gelmişti. Malazgirt’in ardından Selçukluların en büyük komutanlarından Danişmend Gazi’nin payına düşer Sivas. Çok da iyi olur. Danişmend Bey sadece gözü kara bir serdengeçti değildi. Anadolu’daki ilk medreseyi Yağıbasan Medresesi’ni Tokat’ta inşa eden de oydu. Selçuklular ne zaman ne yapmaları gerekiyorsa onu yaptılar. Savaşsa savaş, ilimse ilim, irfansa irfan, Hayy’dan Hu’ya. Anadolu böyle hazırlandı Osmanlı’ya. Mayalanması beklenen bir hamur gibi.

1402’de yaşanan o meş’um olay dahi Sivas’ı yok edemedi. Bir diğer Türk hükümdarı olan Aksak Timur, Osmanlı’nın ocağını söndürüyordu Kösedağı’nda.  Evliya Çelebi Timur’un insanlara, çocuklara ve bilginlere çokça kıydığını, Sivas’ı yakıp yıktığını söyler. Öyle ki halk arasında galatı meşhur olmuştur “Sana bir iş edeyim ki Timurlenk Sivas’a etmemiş ola” sözü.

Çifte Minareli Medrese

Velhasıl Sivas her şeye rağmen saklıyor saklaması gereken izleri. Medeniyetin sembolleri, Ulucami, Buruciye Medresesi, kümbetler, hanlar, hamamlar, mescitler hala vazifelerini yapıyor insanlığa karşı.

Sıcak bu kadar tarih yeter dedirtiyor. Artık bir şehir daha geride bırakılmalı. Yollara düşüp serin yaylalarda yaylamak lazım…


Bu yazı 2014 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 89. sayısından alınmıştır.

Exit mobile version