Gezgin Dergi

Türkiye’nin Manzara Terasları

Kültür zengini topraklar

Ülkemiz dünya coğrafyasının en zengin kültürel miraslarına sahip yeri. Yeryüzünün en eski yerleşkelerinden bazıları burada kurulmuş.

Çatalhöyük, Hattuşaş, Çayönü, Nevali Çori, Hacılar, Göbekli Tepe, Yumuktepe gibi yerleşim yerleri ile başlayan insanlık izleri Truva, Efes, Nemrut, Pamukkale, Peribacaları, Mardin, Hasankeyf gibi yerlerde bir iz olmayı geçmiş ve mimarisi ile coğrafi şekillere uyumlu evleri ile günümüze ulaşmış durumda. Ülkemizden başka; her şehrinde ayrı bir kimlik, her kasabasında ayrı bir mimari, her köşesinde başka bir mirasla geleceğe nadide emanetler bırakan bir coğrafya yoktur sanırım.

Yazı ve Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı

Şehir adları sayıyor küçük kız / Cemal Süreya

Güzellikler Ülkesi Türkiye

Ülkemizi küçültsek bir şehre sığdırsak. Sonra fotoğraf makinemizi boynumuza takıp yürüyüş ayakkabılarımızı ayağımıza giysek. Hadi bir ülke bir şehir olmuş onu bir günde gezelim desek.. Türkiye’ye hangi tepeden baksak diyenlere mütevazı bir el haritası. Buyurun bu ülke bitmemecesine sizindir..

Dünyanın bir kalbi varsa orası neresidir?

Başkaları için bilmem ama benim için dünyanın kalbi İstanbul’da atmaktadır. İddialı lafl ar, bitmez hüküm cümlelerini bir kenara bırakıp Nasreddin hocavari bir üslupla ‘dünyanın merkezi buradadır arkadaş’ diyerek gezimize başlangıç noktasını Suriçinden belirliyorum.

Tarihi yarımada diye de adlandırılan Suriçinde merkez noktamız elbette Sultanahmet Ayasofya arasındaki meydan olmalıdır. Bu meydanda Hürrem Sultan hamamı, hemen yanında At Meydanı, At Meydanında İslam Eserleri Müzesi, Ayasofya’nın hemen arkasında Soğuk Çeşme Sokak ve Topkapı Sarayı, yine Ayasofya’nın hemen yanında Yerebatan Sarnıcı, biraz daha uzakta Binbirdirek Sarnıcı ve Çemberlitaş ilk uğranılacak adreslerden. Sadece isimlerini sıraladığım bu adreslerden sadece Topkapı Sarayını hakkıyla dolaşmanın birkaç gününüzü alabileceğini en baştan söylemek gerekiyor.

Suriçi geniş bir bölgedir. Eminönü’nde Yeni Camii, Beyazıt’ta görkemli kapısı ile yüz küsur yıldır kartpostalları süsleyen İstanbul Üniversitesi, Beyazıt, Laleli, Nuruosmaniye Camileri, Kapalı Çarşı, Üniversitenin sırtını verdiği noktada İstanbul’un en vakur yapısı; medresesi, kütüphanesi, şifahanesi, hamamı ve camisi ile Süleymaniye Külliyesi yürüme mesafesi ziyaret edilecek yerler arasında. Yetmez görecek çok yer olmalı derseniz Suriçi’nin merkezi sayabileceğimiz yerden başlayarak Bozdoğan Kemeri, Şehzadebaşı, Fatih, Cerrahmehmetpaşa ve Mihrimah Camileri ve Bizans dönemi yapılarından şehre en karakteristik görüntüsünü veren surları adımlamanızda fayda var. Bu küçük yarımadada hayli zaman harcamanız, çokça haritaya bakıp özellikle Tanpınar’ın ‘Beş Şehir’ isimli eserine göz atmanız lazım.

İstanbul elbette sur içinden ibaret değil. Dışına çıktığımızda ayaklarınız sizi Eyüp Sultan’a götürmeli. Ardından Beyoğlu ve Galata Kulesi güzel bir parkur olabilir. Kuleden aşağı Komondo merdiveninden ya da yüksek kaldırımdan Karaköy’e ve oradan da Tophane üzerinden Beşiktaş’a uzanmalısınız. Ortaköy’den Köprüye ve ufka baktığınızda vapura binme ve Boğazı dolaşma vaktiniz gelmiş demektir.

Boğaz İstanbul’a gelen seyyahları ilk büyüleyen yerdir. Hem bu kadim şehrin silüetinin en güzel görüldüğü yer, hem yalılar, camiler, kulelerle dolu şehri panoramik görebildiğiniz, sırtınızı sonsuzluğa dayayabildiğiniz yegâne adrestir. Boğaz’dan sonra Üsküdar’dan Kız Kulesi’ni, Selimiye Kışlası’nı, Aziz Mahmud Hüdayi Hazretlerini ve daha birçok adresi selamlamanızı öneririm. İstanbul, dünyanın birçok ülkesine nasip olmayan bir kültürel zenginliğe sahip. Anlatmakla bitmez, yaşamakla da bitireni görebileceğimizi sanmıyorum. Müzeler, medreseler, hamamlar, kütüphaneler ve daha birçok birikimini yol sürprizleri olarak sizin seyahatinize bırakalım.

Bursa

İstanbul’dan sonra uğranılacak ilk şehir hiç şüphesiz Bursa’dır. Yeşil Türbe ve Ulu Camii ilk adresler olmalı. Şehrin bin yıllık tarihi; ismi büyük hatırası unutulmaz insanların adım adım takibi, bereketli ovaya Orhan Gazi Türbesinin bulunduğu tepeden bir bakış, ardından Ulu Camii’yi ve bütün Bursa’yı gören panorama hafıza fotoğrafhanenize kaydetmeniz gereken temel görüntüler olacaktır. Ulu Camii’nin içinde bulunan büyük ebatlı Hat’lar dikkatinizden kaçmasın. Camii bu hatları ile bir kaligrafi müzesi gibidir. Osmanlı’nın ilk başkenti olmasının verdiği imkânlarla başta Orhan ve Osman Gazi olmak üzere birçok saltanat mensubuna hâlihazırda ev sahipliği yapan şehir, karakteristik Osmanlı şehrinin sembol isimlerinden.

İpek yolu üzerinde bulunan Bursa geçmiş yüzyıllarda ipekleri ile meşhur. Bu ipeklerin üretildiği hanlar hem mimari tasarımları hem de işlevleri ile yüzyıllardır seyyahların uğrak yeri olmuş. Ulu Camii’nin hemen yanında yer alan Koza Han tipik bir han örneği. Bahçesinde yer alan küçük mescidi de ayrıca ilgiyi hak ediyor.

Emir Sultan, Karagöz Müzesi, Irgandı Köprüsü, Muradiye Külliyesi, şehrin diğer görülecek tarihi yapılarından. Ayrıca Bursa’ya en yakın ve tam anlamıyla bir Anadolu köyü olma özelliğinde Cumalıkızık köyü şehrin uğranılması gereken adreslerinden. Cumalıkızık’a özellikle bir sabah vakti uğrarsanız, leziz bir kahvaltı yapma imkanı da bulabilirsiniz.

Bursa’yı anlatırken cümleye belki de Uludağ’dan başlamalıydık. Kışları Türkiye’nin en çok uğranılan kayak merkezlerinden biri olan Uludağ, barındırdığı endemik bitkileri ile de botanikçilerin, doğa meraklılarının, yürüyüş sporu ile uğraşanların tercih ettiği bir coğrafya. İsminin Ulu’luğunun nereden geldiğini gidince ona sorun derim..

Güzel atlar ülkesi / Kapadokya

Haritayı atlayarak dolaştığınızda, Türkiye’nin en ilgi çekici doğa görüntülerinin olduğu adreslerden belki de ilki Kapadokya olacaktır. Son on yıldır balon turları ile gökyüzünden de görebildiğimiz Peri bacaları ile bütün dünyanın ilgisini üzerine çeken bir güzellik beldesi. Gökyüzünden pastel bir resme bakar gibi olduğunuz Kapadokya’nın yer altı dünyası, üstünden daha zengin desek yanlış söylemiş olmayız. Bir karınca yuvasını andırır yapısı ile evler, kiliseler, su kuyuları, geçiş yolları ile bir mühendislik harikası bu şehir içinde bilinir bilinmez binlerce hikayeyi barındırıyor. Görmeden bilinmez, anlatmakla ihata edilmez. En iyisi gitmek, gezmek, görmek..

Travertenler başkenti Pamukkale

Bazı isimlere alışırız, anlamını düşünmeden bir kelime kırıntısı gibi söyleyiveririz. Pamukkale bu isimlerden biridir. İsmi detaylı düşündüğümüzde ilk kim bu isimle adlandırmışsa, o kişiyi tebrik edesimiz gelir. Pamuktan bir kale. Beyaz, şefkatli, müşfik bir kale. Suların bin yıllarda çizdiği resim. Bakmaya doyum olmayan, içine girilebilen bir tablo gibi. Pamukkale gibi bir cevheri içinde barındıran Denizli, hem tarihi hem de doğal güzellikleri ile misafirperver bir dost edasıyla ziyaretçilerinin yolunu gözetliyor. Fazla bekletmemek lazım.

Karadeniz yaylaları

Güney batıdan kuzey doğuya bir hat çizdiğimizde ülke haritamızın sağ üst köşesinde dünyanın en çok yağmur alan, çay bahçeleri, yemyeşil bahçeleri, mavi deniz kenarları ve beyaz karlı dağları ile Karadeniz, doğa tutkunlarının kalbini kaptıracağı narin bir güzeldir. Artvin, Rize, Trabzon ve Giresun yaylaları, Fırtına Deresinin coşkun suları, Sümela Manastırı, Uzun Göl, Ordu’nun fındık bahçeleri, Sinop’un Erfelek Şelaleri.. Karadenizde görülmesi gereken yerlerin kabaca özeti. Rize yaylalarında zirve yürüyüşleri, dağ kampları, rafting, yamaç paraşütü gibi imkanlar, diğer şehirlerin yaylalarında yaz festivalleri içinde bulunmak isteyeceğiniz aktivitelerden olacaktır.

Akdeniz sahilleri – Antalya

Yazarken kolay, gitmesi biraz vakit alır ama biz sonuçta bir harita üzerinden bakıyoruz. Plan yapmak kolay, yola çıkmak zordur. Kuzeyden tam güneye inildiğinde ülkenin her daim aydınlık ve sıcak bölgesine gelmiş olursunuz. Antalya ile sembolleşen yaz tatili, deniz güneş ve kum üçgenine esir kalmamalı. Senenin her mevsimi gidebileceğiniz güney sahillerinde hem doğal hem kültürel ve tarihi güzellikler seyahat planınızın belirleyici unsurları olmalı. Antalya’da Manavgat ve Düden şelaleleri, şehir merkezinde Yivli Minare Camii ve diğer tarihi eserler fotoğrafik olarak görülmesi gereken ilk adreslerden. Şehrin limanı keşif için ilk adımları atacağınız yerlerden biri.

En az Antalya kadar görülmeyi hak eden ve ülke tarihinde kritik dönemlerin ismi olan Alanya, öncelikle kalesi, ardından doğal güzellikleri ile ‘Buyrun bekliyorum’ diyor. Yine Türkiye’nin en mavi plajı unvanı ile Kaş bu bölgenin yıldızlarından. Burdur’da İnsuyu, Alanya’da Damlataş, Tarsus’ta Ashab-ı Kehf, Antalya yakınlarında Karain Mağarası, bölgenin yeraltı dünyasında görülecek yerlerden.

Kurşunlu ve Tarsus şelaleleri, Mersin’deki Cennet ve Cehennem obrukları, Olimpos, Köprülü Kanyon ve Karatepe – Aslantaş milli parkları Akdeniz’in saymakla bitmez adreslerinden sadece birkaçı. Özellikle Olimpos, defne ormanları ile çevrili, büyüleyici güzellikte bir harabe şehir. Olimpos’un kuzeyinde Çıralı adı verilen 300 m. yüksekliğinde kayaların arasından kendiliğinden çıkan gaz, havadaki oksijen ile birleşince yanıyor. Evliya Çelebi’nin üslubuyla bu ‘acayip’ yer dünyada çok göremeyeceğiniz bir güzellik sunuyor.

Taşa yazılan hayat / Mardin

Yaylalara çıktık üşüdük, Akdeniz’e indik yandık kavrulduk diyorsanız, buyurun sizi taş evleri ile ünlü Mardin’e alalım. Bin yılları geçen tarihi ile açık kahverengi taşlardan inşa edilmiş bir şehir. Camisi, kilisesi, evleri, sokakları bir açık hava müzesi olan Mardin, zaman algınızı deforme edecek güzellikle size huzuru ve sükunu yeniden hatırlatacak bir Mezopotamya kenti. Özellikle uzun yaz gecelerinde uyku tutmadığında şehrin Suriye’ye bakan ovasına göz gezdirdiğinizde uzak ova köylerindeki evlerin yıldızlar gibi yanıp sönen ışıkları bir denizde yüzen gemileri hatırlatacaktır. Anadolu’daki Ulu Camii geleneğinin en güzel örneklerinden birini burada görebilirsiniz. Mardin’e çok yakın mesafede bulunan Deyruzzaferan Kilisesi de hem mimari yapısı hem kültürel birikimi ile uğranılası bir adres.

Türkiye’nin kalbi nerededir?

Dünyanın kalbi İstanbul dedik ama peki Türkiye’nin kalbi nerede atar? Hiç düşündünüz mü? Çok cevaplar olacaktır, sevilenlerin doğduğu, olduğu ve öldüğü yerler listelenecektir. Haritanın tam ortasında, uzun düz yolları, Selçuklulardan kalma tarihi yapıları ve belki de en önemlisi ülkemizin kültür hafızasının en büyük isimlerinden Hz. Mevlana’ya ev sahipliği yapması ile akıllarımızda olan Konya, bence bu ülkenin kalbinin olduğu şehirdir.

Konya’ya girişinizde şehrin tam ortasında bulunan Alaaddin Tepesi sizi bir mıknatıs gibi kendine çekecektir. Tepeden ufka baktığınızda yemyeşil kubbesi ile Hz. Mevlana’nın türbesi gözlerinizi kamaştıracak ve ‘Gel, bundan önce ne yapıp etti, nerelerde ömrünü tüketti isen… Kendin olmaktan çok uzakta hayatını harcadı isen de gel..’ diyecektir. Türbe Hz. Mevlana’ya ve Mevleviliğe ait hatıralarla dolu bir müzenin içinde bulunuyor. Müzenin hemen yanında Selimiye Camii klasik Osmanlı mimarisinde yapılmış güzel bir cami. Konya’da İnce Minareli Medrese, Karatay Medresesi, Meran Bağları, Koyunoğlu Müzesi, Şerafettin ve İplikçi Camileri ve Şems-i Tebrizi Türbesi, görülmesi gereken tarihi yapılardan birkaçı. Geçmiş yüzyılların izlerini belki de Mesneviden beyitlerle dolaşmak şehri anlamak adına daha verimli bir kazanım olabilir.

Şelaleler / Dağlar / Göller / Irmaklar

Haritaya baktığınızda gördüğünüz şey sizin kimliğinizi de belirler. Bazıları haritaya baktığında şehirleri, şehirlerde tarihi eserleri, hanları, kervansarayları, hayatı, insanları görür. Kimileri de haritanın yeşilinde doğayı, ağacı, dağı, şelaleyi, kar’ı ararlar. Bu ikinci kısım dostlar, ülkeye tepeden baktıklarında önce elbette ışıltılı Ağrı dağını göreceklerdir. Sonra Tuz Gölü’nün beyazı gözlerini aldığında bir güneş gözlüğü takma ihtiyacı hissedip evet gidelim diyeceklerdir. Yukardan bakıldığında kuğu boyunlarını anımsatan kıvrımları ile ırmakların, derelerin peşine düşecek, izlerini takip edecek gezgin tipine de çokça rastlayacağımız aşikâr.

Bu ırmaklardan isimleri şiirlere yazılan, ağıtlarda türkülerde anılanlarından başlamak gerekir. Sakarya Irmağı başta gelenidir. Ardından Kızılırmak, Fırat, Dicle, Asi, Meriç ve tüm ırmaklar gelir. İsmi bir şiirde, bir türküde olmayan nehrimiz yok gibidir.

Fotoğrafik olarak en görkemli doğa manzaraları su ile ilgili olanlardır hiç şüphesiz. Su hem ayna görevi görüp manzarayı ikiye katladığı, hem de uzun pozlamalarla ipeksi gerçeküstü bir akışkanlığa sahip oldukları için fotoğrafçıların vazgeçilmezidir. Özellikle de şelaleler. Van Muradiye şelalesi yan yana birçok şelalenin olduğu, sonbalar ve bahar aylarında özellikle büyüleyici görüntüsü ile ilk akla gelenlerden. Manavgat ve Düden’i zaten herkes bilir diyerek diğerlerini anmak daha doğru olur. Sinop Erfelek Şelaleleri üst üste 27 şelalenin olduğu devasa bir tabiat koridoru gibidir. Kesinlikle görülmeye ve suyunda ıslanılmaya değer yerler. Erzurum Tortum Şelalesi, Bayburt Tomara Şelalesi, Bursa Suuçtu Şelalesi, Mersin Yerköprü Şelalesi listeye baştan giren şelaleler. Büyüklü küçüklü, bilinen bilinmeyen birçok şelale ülkemizi süsleyen ışık bahçeleri gibi.

Daha nereler görülmeli ?

Ülke güzel, tarih çok derin, doğa harika. Türkiye’de görülecek o kadar nokta, uğranılacak o kadar yer var ki, kelimenin tam anlamıyla saymakla bitmez. Çanakkale’de Truva, Edirne’de Eski Saray, Selimiye, Erzurum’da Çifte Minareli Medrese, Üç Kümbetler, Yakutiye Medresesi, Sivas’ta Gök Medrese, …. Cümleyi bitiremiyorum. Bu ülke görülmekle gezilmekle bitmez. İyisi mi yaşamaya bakın.

Bu yazı 2014 yılının Ocak-Şubat-Mart aylarında yayınlanan GezginFoto Dergisi’nin 1. sayısından alınmıştır.

Exit mobile version