Gezgin Dergi

YOL VE ADIM

Yazı : Mehmet Âkif Tunç

Sen neye hazırsan o da sana hazırdır. \ Marc Victor Hansen

Biz uçuruma bakarken uçurum da bize bakar. \ Nietzsche

Nereye gittiğini bilen kişiye yol vermek  için,dünya bir yana çekilir. \ Starr Jordan

Hiç kimseye muhtaç olmadan ayakta kalma, güvenli bir geleceği sağlama alma endişesi, bütün insanlar için tanıdık. Her duyan, değişik şiddetlerde duyuyor bunu. Ne kadar yüksek standartlar peşindeyse kişi, o oranda artıyor şiddet. Neleri göze alıyor, neleri feda ediyor insan bu endişenin cızırtısını kesmek için. Öyle ki onun işlettiği erdem cinayetlerinin yanında, kötülüğün işlettiklerinin esamesi bile okunmaz.

Endişelerimiz için “hayatın gerçeği” deyip, onun tarafından çepeçevre kuşatıldığımızı düşünmek, sorumluların yüklerinden uzağa düşmeyi umduğu bir kaçış sadece. İnsana kendi dışından yönelen ne olursa olsun, etkiyi belirleyen, kişinin buna vereceği cevaptır. Kendi veya sevdikleri adına güvenli bir geleceği mutlak manada teminat altına almaya gelince, buna kimin gücü yetebilir ki? Tarih muktedir görünen nice insanın zilletle noktalanan hikâyeleriyle dolu (Elinde neredeyse tüm Kaliforniya’nın mahkeme kararıyla hüküm altına alınmış tapu senetleri olduğu halde, bir dilenci gibi ölen John August Sutter geliyor aklıma. Bkz. “Yıldızın Parladığı Anlar”, Stefan Zweig). En elverişli görünenler bile savuşturamıyor bu ihtimali kendisinden. Estiğinde galiba, dağ olunsa durulamıyor gazap rüzgârının önünde.

Endişelerimiz için “hayatın gerçeği” deyip, onun tarafından çepeçevre kuşatıldığımızı düşünmek, sorumluların yüklerinden uzağa düşmeyi umduğu bir kaçış sadece. İnsana kendi dışından yönelen ne olursa olsun, etkiyi belirleyen, kişinin buna vereceği cevaptır. Kendi veya sevdikleri adına güvenli bir geleceği mutlak manada teminat altına almaya gelince, buna kimin gücü yetebilir ki? Tarih muktedir görünen nice insanın zilletle noktalanan hikâyeleriyle dolu (Elinde neredeyse tüm Kaliforniya’nın mahkeme kararıyla hüküm altına alınmış tapu senetleri olduğu halde, bir dilenci gibi ölen John August Sutter geliyor aklıma. Bkz. “Yıldızın Parladığı Anlar”, Stefan Zweig). En elverişli görünenler bile savuşturamıyor bu ihtimali kendisinden. Estiğinde galiba, dağ olunsa durulamıyor gazap rüzgârının önünde.

Endişelerimizse, bizim ateşlerimiz, bizi hiç ısıtmayan ama ‘od’unmuşcasına yakan hayatımızı; biziz devamlarının sağlayıcıları kendi oluklarımızda estirdiğimiz rüzgârlarla. Her ne kadar, en yakınlarımızdan başlayarak bütün bir çevre körüklese de onu, bütünüyle bizden o.  Kimseye minnet etmeksizin ayakta kalabilmek için, hiç ihtiyacımız yok yegâne sermayemizi yaka kavura bizi anlamdan savuran o itkiye. Onurlu bir insan olma ve öyle kalabilme için irade yeter bize. Sorumluluğun küçüğüne ve büyüğüne çekilmek için yeter onun dizginleri.

İnsana, kendi dışındaki sebeplerin el vermesi olmasaydı, hiç kimse ulaştığı hiçbir başarıya hiçbir zaman ulaşamazdı. Ne yüzünü ne sesini ne ismini ne milletini ne ülkesini ne ebeveynlerini seçebiliyorken insan, yaşamlarında nasıl da belirleyicidir bunlar. Bizler hayatlarımıza giren insanları dahi ancak karşımıza çıkanlar arasından (yani bütünün çok çok küçük bir parçası arasından) seçebiliyoruz. Yeteneklerimizi geliştirebiliyoruz; ama seçemiyoruz onları. Karşımıza çıkanlar arasından birini seviyoruz; ama sevdiremiyoruz kendimizi ona. Bir neticeye ulaşmak için yapmamız gereken hamleyi yapsak da bazen olduramıyoruz neticeyi. Görüyoruz ki aynı tarlaya atılan tohumlardan kimi filiz veriyor kimi vermiyor. Aynı ocakta yetişen çocuklardan biri insanlara faydalı olmayı gözetirken, diğeri onlara zarar vermeyi güce erişmenin gereği sayabiliyor. Yolunda gitmeyen şeyler için elimizden gelen ne; sahibi miyiz olup bitenlerin? Ne yapsak, her şeyimizle bağımlıyız tüm bunları bizim dışımızda çatana.

Yine de, baktığımızda, bir hedef belirleyip ona doğru sabırla ilerleyenler, çok zor da olsa, ulaşabiliyorlar amaçlarına çoğu zaman. Yılmak ve devam etmek arasında defalarca çapraşsalar da yenilgi kesinleşene ya da amaçlarına ulaşıncaya kadar yollarından dönmeyenler böyleleri. Gelgelelim, kendi dışındaki sebeplerin büsbütün aşılmaz engeller olarak dikilmemesi, yani yol vermesi gerekiyor bu kişiler için de. İnsanların imreneceği başarılara ulaşmış olmak da tevazudan uzaklaşmak için bir gerekçe olamaz bu yüzden.

Yaşam mücadelesi vermek kimseyi özel kılmıyor ayrıca. İnsanların ezici çoğunluğu, kendisinin ve sorumluluğunu taşıdığı kimselerin geçimini ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamak zorunda. Bunu kimseye minnet etmeden ve hiçbir hak gasp etmeden gerçekleştirenin yaptığı oldukça mertçe bir şey. Onlar hayatlarının sonuna yaklaştıklarında bunun huzurunu duyarlar; çoğunlukla kendilerine duyulan saygı haklarıdır çünkü. Bunu başaran herkesin vicdanı huzur içinde olabilir mi peki ömrünün ikindisinde?

Kendilerindeki çok seçkin donanımların basıncını hissedenler; bütün insanlığın hazinesi medeniyetin yağmalandığını düşünenler; sevgisi ve şefkati bütün insanlığı kuşatabilen ve herkes için adalet isteyenler; böylesi yüce hislerin dil içinde sıhhatli kanallarda akışının, yani sahiciliğini korumanın derdine düşenler; hayat kavrayışını kısa bir ömürle sınırlandıranlara, sonsuz bir hayatın esenliğini duyurmak isteyenler; peki onlar, onlar da huzur içinde olabilirler mi sadece geçim mücadelesiyle geçirilen bir ömrün ucuna yaklaştıklarında? Çünkü bunları düşünebilmek ve hissedebilmek başlıbaşına bir güçtür ve hiç koşmadan çürüttüğü güçlü ayaklarla; hiç uçmadan döktüğü geniş kanatlarla; sapsağlam bir kalbi nabız düşüklüğünden gitgide durdurarak; bir silah olarak gönderilip hiç patlamadan yaşayarak savaşların ortasında; söyleyin, hiç mümkün mü huzur içinde olmak böylesi bir zonklamayla…

Çok değildir böyle insanlar ve ağırdır bunların herhangi birinin eksikliğinin kendilerine ve dünyaya maliyeti. Korkuncun, insafsızlığın zorba çağında, çelimsiz (çünkü doyurulmamış) vicdanların yanında yöresinde, günde sekiz saat mi uyudu bu insanlar; göğüslerindeki aşk sütünü mü kuruttular kesip bu vicdanları sütten; heyecanları dünyaya yeterdi; onu nasıl da boğdular? Bunca gürültünün içinde güzel miydi bari dinledikleri şarkılar; bildiğimiz şarkılar?

Onlar için hazırdı alan. Kaynıyordu karşılarında uçurum; kanatları vardı, yani korkmuyordular herkesin korktuğu ölçüde. Devamı gelecek bir adım lâzımdı sadece, dünya yol verirdi onlara.

YOL VE ADIM – Bu yazı 2007 yılının Haziran ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 5. sayısından alınmıştır.

Exit mobile version