Gezgin Dergi

Ülkeme Güneşi Hediye Eden Şehirlere Yolculuk

Doğu hep güzeldir. Erken kalkmak demektir. Ülkenin ilk uyanan insanlarının memleketidir. Memlekettir. Güneş ve aydınlık oradan gelir. Denizi yoksa da görkemli dağları vardır. An orada başlar, zaman ilk yükünü oradan alır.

 

İlk horoz orada öter, baharın ilk çiçeği orada açar. Hayat doğudan gelir. Ferahlık, huzur ve sükûn doğuludur.

Yazı ve Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı

Öyle güzel ki ölürüm artık Beyaz uykusuz uzakta Kars çocukların da Kars’ı Ölüleri yağan karda Donmuş gözlerimin arası

Sen küçüğüm sımsıcak Ne derler ona – bu kızakta Boyuna türküler yakıyorsun ya Sanki her türküden sonra Hohlasan gök buğulanacak

Cemal Süreya

Bu ülkenin doğusuna seyahat ettiğimizde uğrayacağımız ilk adresler, görülmezse olmaz yerler, vefa borcu ödenmesi gereken ‘göçmüşler’ hakkında bir liste çıkarmak elbette çok zor. Hangisini öncelesek öbürüne mahcubuz. Ağrı Dağı desek, Doğu Beyazıt’ın gönlü kalır, Kars ilk adres diye söylesek Sarıkamış: ‘Bağrımda yatan şehitlere hürmeten beni unutmayın.’ deyiverir. İyisi mi biz ‘Seyahat Ya Rasulallah’ deyip yola çıkalım. Kısa cümlelerle uzun yerleri, bitmez hikâyeleri özetleyelim. Boşluğa bırakılan işaret taşları sayılacak kelimelerle haritada ışıktan bir hat çizelim.

Buyurun Doğu sizindir.

Kültürler buluşması / Kars

Bundan önceki tüm tanımlamaları geride bırakarak Kars’ı bundan sonra nasıl anmalıyız. Zihnimizde ne şekilde konumlandırmalıyız. Şehitler ya da âşıklar şehri midir sadece? Edirne’den Kars’a kadar diye adlandırılan zihni sınırların doğu ucu mudur? Nedir Kars, neresidir? Uzakta mıdır? Garip midir? Halinden, dilinden anlaşılmazlar adresi midir?

Zamanları asan hayatların barınagı. Hakkında roman yazılan ilk şehrimiz değil elbette Kars. Ama bir romandan çok daha fazlası, zamanları aşan hayatların barınağı bir şehir burası.

Kalesi olmayan şehrin kalbi var mıdır

Kaleler bugün çok anlamsız evet. Kimse eline kılıç, ok, top, tüfek alıp aşağıdan gelerek şehirleri istila etmeyecek artık. Kaleler tarihin bugüne bakan gözleridir. Kars da diğer birçok şehrimiz gibi kalesi ile görkemli ve mağrur. Şehri en detaylı, en geniş görebileceğiniz yer şehrin kalbi konumundaki kalesi. Selçuklular zamanında inşa edilen kalede 220 burç ve kule bulunuyor. Evliya Çelebi gibi çevresini elinizde tespih adım adım gezmeseniz de ‘Kars neresidir, bir görelim’ derseniz kalenin taş yolunu arşınlamanız gerekiyor. Kaleden şehri, mimari yapıları bütüncül ve hakim bir bakışla görebilirsiniz. Özellikle şehrin manevi mimarlarından Ebu Hasan El Harekanî hazretlerinin kabrinin bulunduğu camii ve arkasında klasik Kars görüntüsü denklanşöre basacağınız ilk karelerden olabilir.

Menem şehid-i sa’îd Harekanî

Bir şehre girdiğimizde o şehrin büyüklerini ziyaretle seyahate başlamak geleneği kültürümüzün bir parçasıdır. Kars’ın da zamanları aşan ‘büyüğü’ Ebu Hasan El Harekanî’yi ziyaret etmek boynumuzun borcu. Pirimiz Evliya Çelebi, seyahatnamenin Kars bahsine Ebu Hasan El Harekanî’nin kabrinin nasıl bulunduğunu anlatarak başlar. 3. Murat Han zamanında Kars’ın banisi Lala Mustafa Paşa’nın askerleri arasında salihlerden bir Kur’an hafızı kimse ilginç bir rüya görür. Rüyasında yaşlı zayıf bir adam gelip: ‘Bana Ebu Hasan El Harekanî derler, benim makamım bu mahaldedir ve alamet ve nişanımı istersen ayağımın ucunda derin bir kuyu vardır, onu kazıyıp ta ki acayip göresin.’ der. Rüyada görülen yer kazındığında sanki daha yeni toprağa emanet edilmiş bir bedenle karşılaşırlar. Pazusunda yaralı olan yerinde sarılmış bir mendil ve yaradan akan kan görülmektedir. Orada bulunan askerler tevhid ve dualarla kabri eskisi gibi kapatırlar. Lala Mustafa Paşa inşa ettiği kalenin yanında bulunan bu kabrin yanına bir camii ve tekke yaptırır. Bugün bu muhit yüzyıllar önceki yerinde ziyaretçilerini beklemektedir.

Şehrin kara taştan yapılmış klasik binaları, camileri, Rus esareti döneminde yapılmış ve maalesef hakkını vermek gerekirse estetik ve yerinde yapıları Kars’a karakterini veren mimari birikimi de oluşturmuş. Aynı hassasiyet Cumhuriyet döneminde korunamamış ve betondan, biçimsiz binalar şehrin hatırı sayılır kısmını istila etmiş. Hatta bazı estetik binalar şehrin kültürel mirası olma hakkını vizyonsuz yetkililerin kıyımına bile uğramış.

Aşıklar geleneği

‘Hayır Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler ona mutlaka bu türkülerden gitmelidirler.’

Tanpınar’ın bu manidar sözü koca bir coğrafyayla, kökleri binyıllara yayılmış bir kültürle tanışmanın ilk cümlesi olmalı. Kars’ta hala hayat sahibi olan âşıklar geleneği bu cümlenin tercümesi gibi. Deyişlerini ve birbirleriyle olan atışmalarını saz ve kopuz ile yapan Âşıklaruzun kış gecelerinin belki de tek sosyalleşme aracı olmuş yüzyıllar boyunca. Türkiye’de âşık olarak anılan bu halk ozanlarından nerede ise yarısının Kars’ta doğduğu söylenenler arasında. Özellikle Murat Çobanoğlu ve Şeref Taşlıova Kars’ın yetiştirdiği en önemli âşıklar olarak sayılıyor. Murat Çobanoğlu’nun ölümüyle birlikte Kars’ta her sene Türkiye Murat Çobanoğlu Âşıklar Bayramı düzenleniyormuş. Yolunuzu Doğu’nun uyanık şehrine özellikle böyle bir zamanda düşürmenizde fayda var. Yüzyıllar öncesinden bu güne taşınan bu hatıranın canlı şahidi olmak eşsiz bir tecrübe.

Özellikle Azeri ağzı ile söylenen birçok meşhur türkümüz ilk kez Kars’ta söylenmiştir. Kiziroğlu Mustafa Bey, Bu Gala Daşlı Gala, Arzu Gızım, Olmaz Olmaz Olmaz.. bu türkülerden ilk akla gelenler.

Malakanlar

Kars’a kültürel rengini veren en önemli topluluklardan biri hiç şüphesiz Malakanlar. Malakanlar, Rus Çarı Deli Petro´nun uygulamalarına karşı çıkarak oluşturulan, bir dinsel hareket ve yaşam tarzı olan Molokanizm’i bir hayat felsefesi olarak kabul eden insanlara verilen isim. Hikâyeleri oldukça insani ve çok ilginç. 1800’lü yıllarda Saratof ve Dambuğ bölgelerinde yaşayan Malakanlar o dönemlerde Ruslar´la bir anlaşmazlığa düşerler. Ruslar’ın inancına göre, haftada sadece iki gün süt içme geleneği vardı. Malakanlar ise; bu inanca itiraz ederek haftanın her gününde süt içilebileceğini savunurlar. Zaten Rusçada Moloko kelimesi süt, Molokan ise süt içen anlamına geliyor. Ortodoks Kilisesi’nden bu sebeple ayrılan bu insanlar önce Kafkasya’nın kuzeyine daha sonra da Osmanlı ve İran sınırları boyunca Tiflis, Erivan ve Bakü eyaletlerine yerleştirilirler. 1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşlarının ardından, Ruslar tarafından Kars´a yerleştirilen bu insanlar uzun yıllar burada kaldıktan sonra başta ABD ve Avustralya olmak üzere diğer ülkelere göç ederler. Hâlihazırda Türkiye´de Kars ve İstanbul´da yaşayan Malokanların var olduğu söylenenler arasında.

Peynir gemisi

Kars ekonomisinin en önemli kavramlarından biri hiç şüphesiz peynir. Özellikle Merkez Boğatepe Köyünde yapılan kaşar peynirinin ünü dünyaya yayılmış. Hangi ülkenin hangi şehrinin peyniri bu kadar meşhur diye sorup mevzuyu bir yarışa çevirmek istemem ama Kars peyniri için bir müze kurulduğu bilgisini paylaşayım. Müzesi olan bir peynir sıradan değildir. Eski kaşar, Gravyer ve Çeçil peynirleri hak ettikleri ünden memnun üreticilerin uzmanlaştıkları peynir türlerinden. Evet bu şehrin peynir gemisi yüzüyor. Hem de dünyaya. Bir tadı kelimelerle anlatmak nasıl mümkün olabilir, fotoğrafını göreceksiniz ama bence uğrayın ve tadın. Olmadı internetten sipariş edin evinize gelsin. Bu arada kaşarı anladık da Gravyer nedir derseniz bilgisi yazının sonunda.

Kaz kaz kazan

Buradaki kaz kelimesi kazmak fiili değil kuş türü olan kaz hazretlerinin bizzat kendisi. Kars deyince akla gelecek ilk görüntülerin bir detayında karşınıza mutlaka kazlar çıkacaktır ve kesinlikle manzarayı güzelleştiren, canlandıran, seslendiren bir detaydır. Kazlarla köyler, kasabalar, şehir merkezi gibi yerlerde karşılaşacağınız gibi öğlen ya da akşam yemeğini şehrin restoranlarında yemek isterseniz menüden de size el sallayacaktır.

Gravyer peyniri, aslen İsviçre kökenli bir peynirdir ve adını da İsviçre’nin bir kasabası olan Gruyere’den alır. Gravyer peyniri, inek sütünden yapıldığı için, Türkiye’ye de uyum göstermiştir ve günümüzde Kars’ta sınırlı şekilde üretimi yapılmaktadır. Gravyer peynirinin Türkiye’ye geliş öyküsü 1. Dünya Savaşı ile başlar. O yıllarda Kars’ı istila eden Ruslar’la yapılan kültürel etkileşim sonucu bu peynirin yapılışı ülkemizde öğrenilir ve yayılır. Gravyer peynirinin içinde bazen çapı 1 cm’den fazla olan delikler bulunur. Peynirin kalitesi deliklerinden anlaşılıyor. Delikler küçükse ve sıksa peynir kalitesizdir. Peynir parlak sarı renkte, kabuğuysa koyu sarı renktedir. Kars gravyer peynirleri en az 15 kg’dır ve yapılışı ancak 10 ayda tamamlanır. Gravyer için gerekli olan sütün elde edileceği ineğin, özellikle memelerinde herhangi bir hastalık olmamasına ve iyi besinlerle beslenmesine dikkat edilmelidir. Peynir fondüsü yapımında da kullanılır.

Koyun başlı mezar taşları

Bir şehrin hafızasına en çok da o şehrin kabristanında rastlarsınız. Kimler yaşamış, ne zaman yaşamış.. mezar taşına yazılmış birkaç cümle ile geride ne bırakmış. Hayır dualar, Fatihalar isteyen bu yer altı sakinleri mezar taşları ile dikkat çekiyorlar. Dünyanın farklı coğrafyalarında mezar taşı kültürü ölüme, insana, hayata ne kadar anlam yüklediğimizin de birer sembolü. Mezar taşları, Orta Asya’da Balbal isimli üzerinde insan yüzleri olan taşlardan, Bosna’da sarıklı, hilalli taşlarla birer kimlik bilgisi veriyor. Kars’ta mezar taşı kültürü olarak dünyanın başka yerinde göremeyeceğiniz ilginç taşlarla karşılaşabiliyorsunuz. Birçoğunu Kars Şehir Müzesinde görebileceğiniz bu mezar taşlarının temel özelliği koç ve koyun başlarına benzetilen kabartmaları. Selçuklular ve Karakoyunlular döneminde yapılmış Doğu Anadolu’nun bir çok yerinde hayvan şeklinde mezar taşlarına rastlanabiliyor. Bu mezar taşları genellikle kahramanlıkları görülen kişiler ile genç yaşta ölenler için dikilmiş. Bu taşların üzerinde alışıldığı üzere yazıya pek rastlanmıyor. Koç-koyun heykellerinin üzerlerinde bulunan alet ve eşya resimleri ile muhtelif figürler, ölen şahsın kişiliği ile ilgili işaretleri imliyor.

Bir arada yaşamanın Anısı / Ani Harabeleri

Malazgirt gibi sembolik bir tarihten önce Türklerin ve İslam’ın Anadolu’ya girişi buradan olmuş, ilk Cuma namazı da Ani’de kılınmış. Bir katedralden camiye çevrilen ve ismine Fethiye Camii denilen bu yapı Arpaçay’ın bu yakasında Ermenistan’a bakan pencereleri ile tarihten büyük bir ağırbaşlılıkla bu çağa bakıyor. Geniş bir sur içinde minyatür bir şehir gibi planlanmış Ani’de Fethiye Camii ile birlikte 8 kadar kilise hala ayakta duruyor ve bir el atımı ile yeniden kendine gelecek tazelikte ziyaretçilerini bekliyor.

Şehrin girişinde yer alan Aslanlı kapı dostça gelen misafirlerine huzuru ve emniyeti vaat ederken İpekyolu’nun üzerinde bulunmuş olmanın haklı gururu ile birikimlerini meraklı gözlerin önüne seriyor. Şehrin bugün bir harabe gibi duran taş yolları, yıkık evleri gözlerinizi kapattığınızda buralarda dolaşan çocukların cıvıltıları, çan ve ezan seslerinin birbirine karışmış hoşgörüsü ile buluşuyor.

Şehrin bugün harabe olarak anılmasına aldanmayın. Kendisi büyük bir medeniyetten arta kalmanın hatırasını hala bağrında taşımaktadır. Az biraz zihni açık misafirlerine anlatacak çok hikâyesi, söyleyecek çok sözü bulunacaktır.

Baltık Mimarisi Kars’ı 40 yıl boyunca işgal eden Rusların, şehri hiç gitmeyecekmiş gibi imar etmeleri, bugün bazı esprilerin de kaynağı; “Binaları yapıp gittiler, insan bir gelir bakar, tamire ihtiyaç var mı yok mu?” Bugün şehirde Rus binaları olarak bilinen ve Baltık mimari tarzında yapılan yaklaşık 240 tescilli eseri en iyi görebileceğiniz cadde Ordu Caddesi. Sağlı sollu uzanan binaların çoğu, resmi kurumlarca kullanılıyor. Sağlık Müdürlüğü binası, eski Vali Konağı, Anadolu Lisesi, Defterdarlık binası ve eski Hekimevi görmeniz gereken binalardan bir kısmı.

Sarıkamış

Sarıkamış çok talihli bir yerdir hem, hem de ismi büyük bir acının hatırasıdır. Savaşmaktan çok üzerlerindeki yazlık kıyafetlerle kışa yenik düşüp donarak ölen on binlerce Osmanlı askerini bağrında taşıyan Sarıkamış çok talihlidir çünkü bu vatan evlatlarının hatırası ona emanettir.

Sarıkamış tarihi mekânları için uğranılacak bir adres değildir. Ama illa bir tarihi mekan görelim, geçmişle empati yapalım derseniz Katerina Av köşkü bir harabeye dönmeden gidip görülebilir. Baltacı Mehmet Paşa’nın Katerina ile görüştüğü Av Köşkü, bu görüşmenin anısına daha çok Katerina Av Köşkü olarak anılmakta. Asıl uğranılacak yer farklı paftalarda yer alan şehitlikler ve ilçenin masum sakinlerinin evleri, sokakları, dere kenarları olacaktır.

Dağların en yücesi / efsaneler zirvesi / Ağrı

Ağrı kendi ismi ile anılan şehirden çok Iğdır ve Doğubayazıt’tan görünen bir dağımız. Zirvesi birçok dağcıyı büyüsüne kaptıran bir hedef. Eteklerinde özellikle de bahar aylarında bin bir çiçeğin misafir olduğu bir cennet bahçesi gibi. Az aşağılarda evlerini Ağrı’nın bitimindeki düzlüklere kurmuş insanların yüzlerine bir güngörmüşlük duygusu yansımış. Koyunları otlatan çobanlar en az dağ kadar vakur. Dağ; suya yansıdığı zamanlarda görkemi ikiye katlanmış bir kahraman edası ile başı dumanlı ve karlı, görmeyene tarifi zor bir pastel resim gibi duruyor.

5165 m yüksekliği ile Türkiye’nin en yüksek dağı. Büyük ve Küçük Ağrı iki yakın arkadaş gibi manzarayı tamamlıyor. Hz. Nuh’un gemisinin Ağrı dağında olduğu inancı ile hem hevesliler hem de araştırmacılar Dağ’ı karış karış geziyorlar. Ara Güler’in gökyüzünden çekilmiş bir fotoğrafındaki gemi biçimli kayalık alan bu inancı destekleyen görüntülerden biri. Gerçekte gemi burada mı demirledi, insanlık tarihi yeniden buradan mı başladı bilinmez ama Ağrı’ya yapacağınız yolculuk size benzersiz bir ufuk duygusu verecektir.

İshak Paşa Sarayı / bir medeniyetten arta kalan

Bir kartal yuvasına çıkar gibi yükseldiğiniz ve aşağıdan yukarıya sizi çeken bir mekan İshakpaşa Sarayı. Saray, Ağrı Dağı’nın yakınında, Doğubayazıt’ın 5 kilometre uzağında bulunan bir bey kalesi. 116 odalı sarayda türbe, cami, surlar, iç ve dış avlular, divan ve harem salonları, koğuşlar bulunuyor. Sanki binyıllar öncesinden yapılmış gibi geçmişin çok derinlerinden gelen bir sesi var. Yapılış tarihi o kadar eski değil. Yaklaşık 100 yıllık bir inşa süresi olan Saray 1784 tarihinde tamamlanmış. İshak Paşa Sarayı ilginçtir kendini inşa eden Mimar’ın bilgisini saklı tutmuş. Taşının her santiminde sanat gizli bu yapının sanatkarı bilinmemeyi, mahfiyeti tercih etmiş. Yaptığı bu etkileyici tabloya imza atmadan çekip gitmiş.

İshak Paşa Sarayı, Türkiye’de görülmesi gereken 100 yapı listesi yapsak ilk başlarda yer almayı hak eden özel eserlerden biri. Saray, Türkiye Cumhuriyeti kağıt paraları içinde 8. emisyonda yer alan Yeni Türk Lirası’na geçiş sürecinde 100 YTL’nin üzerinde kendini bir gösterip kayboldu. Paraların üzerinden Y harfini atıp dokuzuncu emisyona geçildiğinde İshak Paşa Sarayının saltanatı da kısa sürdü. Saray’ın saltanat kaderi de tıpkı kağıt para üzerindeki gibidir. Bir paşa için çok ihtişamlı bulunduğu için sarayı inşa eden İshak Paşa vezirlik rütbesi ile Çıldır ve Ahıska valisi iken sürgün edilip Hasankale’ye gönderilir. Saray kendi döneminde İstanbul dışında yapılmış tek sivil saray olma özelliğini de hafızasında taşır.

Bu yazı 2013 yılının Eylül ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 79. sayısından alınmıştır.

Exit mobile version