Yazı ve Fotoğraflar: Bilal Şahin
Anadolu her yönüyle araştırmaya değer bir cennet ve çevresine usulca tecrübelerini anlatan tonton bir bilge gibi her daim sizleri şaşırtan bir zenginlik bahçesidir. Her sayımızda bir başka güzel bitki ile biyolojik çeşitliliğini anlatmaya çalıştığımız Anadolu’da bu çeşitliliğin bir de anıtları vardır. Anıt ağaçlar fiziki özellikleriyle kendi türü içinde genelde büyüklüğü ve yaşı ile farklılaşmasıyla dikkatimizi çekerken, işin içine bir de yöre folkloründeki ilgisi girince şaşırtıcı bir çeşitlilik ortaya çıkar. Sivas’ta ana yoldan biraz uzakta, bir köy yolunun hafif kenarında, yanında çeşmesiyle, sessiz sakin ve yalnız ama asil duruşuyla insanı cezbeden ve kendine hayran bırakan Mıhlı Ardıç her yönüyle tam bir anıt ağaç. Ve bu anıtlardır Anadolu bilgesini her daim konuşturan güç. Ve Mıhlı Ardıç öyle çok şey anlatır ki bu asil duruşuyla.
Anıt ağaçlar için üç temel özellik aranır. Bunlar türün normal büyüklüğünden çok daha hacimli çap ve büyük boyutlara ulaşması, yaşı itibariyle tarihi geçmişi ve yaşanmış olaylarla bağlantısı, yöre kültürü ve folklorunda önem atfedilen bir ağaç olması.
Ülkemizde geniş yayılışı olan Juniperus foetidissima (kokulu ardıç) türüne ait bu birey, göğüs hizasında 1,5 metre çapa sahip, boyu yaklaşık 12 metre ve yaklaşık 3 metrelik ana gövdeden sonra dallanmakta. Mevcut dallar ağacın yaşına göre daha genç oluşumlar. Bu dallar içerisinde de kuruyanlar olmakla birlikte ağaç halen tohum üretecek kadar sağlıklı. Görünümü genel olarak gayet sağlıklı. Gövdede yaşamını tehdit edecek oranda yarık, kuruma ve benzeri zararlar gözükmemektedir. Hatta kuşlar için iyi bir ev sahipliği yapmakta. Özellikle çapı bilinen ardıç ağaçları içinde gerçekten heyecan uyandıracak ölçüde geniş. Dolayısıyla yaşı da bir hayli fazla. Henüz tespit edilememiş ancak 300 yıldan fazla olduğunu söyleyebiliriz. Hemen yanındaki çeşmenin suyu neredeyse kurumuş gibi. Ancak üzücü olan ağacın hemen yanında geniş bir yer kazılmış ve öylece bekliyor.
İkinci olarak zaten yörenin orman geçmişini gösteren en önemli ve son belge niteliğinde bir kalıntı doğal ağaçtır. Zira çevredeki dağlarda orman olmadığı gibi, genellikle kayalık bozkırlardan oluşmakta, bazı küçük ardıç çalıları kayalıklar arasında tek tük olarak görülmektedir. Fakat bölgenin daha önce ardıç ve meşe ormanlarıyla kaplı olduğu, ancak aşırı kesim ve maden ocaklarında kullanım neticesinde ormanların yok olduğu söylenmektedir. Mıhlı ardıç bu ormanların gerçekten de var olduğunun göstergesidir. Bozkır ağaçsızlığı temsil eder. Bozkırın iklimsel ve ekolojik özellikleri, tek başına bir ağacın hem bu kadar uzun süre yaşaması hem de bu boyutta bir çap oluşturmasını pek mümkün kılmamakta. Ancak doğal bir orman ortamında yetişen bir ağaç zamanla etrafındaki bitki örtüsü bozkıra dönüşse bile dayanıp yaşamını devam ettirebilir. Burada halkın koruması altında olması ayrıca bir destek mahiyetindedir. Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde bahsettiği, ancak bugüne ulaşamamış Anadolu ormanları şimdi bu anıtlarla yaşıyorlar diyebiliriz.
Sivas yöresi Horasan’dan gelen erenlere ait türbeler bakımından epey zengindir. Halk bu türbelere bir istek niyetiyle gittiğinde, bir işaret olması için yanında getirdiği bir bez parçasını, oradaki ağaca bir çivi ile çakıp sabitlermiş. Böylece ağaç bir süre sonra mıh denilen çivilerle çevrilir ve adı mıhlı ağaca çıkarmış. Yöre halkının ifadesiyle Mıhlı Ardıç da böyle gibi görünüyor. Her ne kadar artık çürümeye durmuş çaputlar çakılmayıp dallara bağlanmış ve çok az kalmışsa da halen aynı beklentilerle ziyaret edilmeye devam ediyor. Yakınında bir mezar yahut türbe yok. Yöre halkı eskiden ağacın daha çok ziyaret edildiğini, bozuk para atılıp, çaput bağlandığını, ancak şimdi o kadar gidilmediğini söylüyor. Ağacın kökenini sorduğumuzda “Battalgazi, Kayseri’ye giderken burada dinlenmek için konaklamış, namaz kıldığı yere elindeki kamçısını dikmiş, o kamçı da filizlenerek ağaç olmuş, Mıhlı Ardıç o ağaçtır.” şeklindeki inanç aktarılmıştır. Battalgazi ile ilişkilendirilmesi yöresel inanç olarak anlamlı ama o zaman ağacın yaklaşık 1300 yaşında olması gerekir ki bunu henüz bilmiyoruz. Ama zaten anıtları değerli kılan da bu menkıbevi özellikleri değil mi?
Henüz İslamlaşmamış bir dönemde bir İslam kahramanından gelen bir eserin nasıl korunduğunu bilemiyoruz. Belki de tamamen doğal bir ormanda tabii olarak büyüyüp gelişen bir ağaçtır. Siz ister Battalgazi’nin kamçısının kerametvari yeşerip büyüdüğünü kabul edin, ister Horasan erenleriyle ilişki kurun, isterseniz de artık kalmayan ormanları hatırlatan son işaret olarak görün. İşte Anadolu bilgeliği odur ki: Tek bir ağaçla Müslümanların Bizans seferlerini, Ortaasyadan kalkıp gelen Oğuz boylarını ve erenlerini, inançları, menkıbeleri, efsaneleri anlatıp saygı uyandırmak, insanoğlunun geçtiği yerlerde doğadaki tahribatını gösterip kendine gelmesini hatırlatmak ve sahip olduğu bu güngörmüşlükle geleceğimize daha dikkatli yön vermeye çağırmak; ve bütün bunların hepsini evet sadece tek bir ağaçla yapabilmektir. Dolayısıyla bu ağaç bütün vasıflarıyla anıt olmayı hak etmektedir. Zaten Sivas Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu da 3 yıl önce ağacı tescilleyerek kaydetmiş. Sözlerimize nice sevdaların dile geldiği Mıhlı Ardıç’ın daha nice nesillerde sevenlerin sözcüsü olması temennisiyle son verelim.
Bu yazı 2011 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 48. sayısından alınmıştır.