Emirgan, Boyacıköy ve İstinye arasında uzanan Boğaz’ın en mutena semtlerinden biridir. Arka tarafında Hacı Osman Bayırı uzanır. Bu bayır aynı zamanda 20. yy. başlarına kadar kendine has tadı ve kokusu ile bilinen Emirgan çileğinin yetiştiği mekandır. Halihazırda da yaz mevsiminde bu Boğaz köyüne yolunuzu düşürürseniz, dev çınarların serin gölgelerinde dinlenebilir ve ıhlamur kokusu ile sermest olabilirsiniz.
Yazı ve Fotoğraflar ÖNDER KAYA
Bölgenin adının nereden geldiği konusu tartışmalı. Bazı kaynaklarda Boğaz’a özgü bir çiçek olan erguvandan geldiği kayıtlıdır. Ancak en yaygın söylence Ermeni asıllı İstanbul tarihçisi Eremya Çelebi Kömürcüyan’da geçen bir kayda dayanır. Buna göre semtin ismi, asıl adı Yusuf olan bir İranlı asilzadeden gelmektedir. Emirgan da, Boğaz’daki pek çok yerleşke gibi ormanlık bir alandı. Burası tarihsel süreçte önemli kişilere tahsis olunmuş. Mesela 16. yyda meşhur bir münşeat mecmuası kaleme alan Nişancı Feridun Bey’e verilmiş. Hatta bölge, bu devirde “Feridun Bahçesi” adıyla anılagelmiş. Çok eski dönemlerde ise buraya Kiparodis dendiği tarihçi İnciciyan’da kayıtlıdır.
4. Murat zamanında bu padişahın meşhur Revan seferi sırasında kaleyi kendisine teslim eden ve zevvak bir kimse olarak bilinen Yusuf Han, padişahla beraber İstanbul’a gelir ve sultanın nedimleri arasına girer. Kendisine bu alan tahsis edilir. Yusuf Han aynı zamanda Emirgûne oğlu lakabıyla bilindiğinden, gel zaman git zaman bölge bu isimle anılmaya başlanır. Burada bir yalı yaptıran Yusuf Han, namlı işret meclisleri tertip eder, Sultan da bu meclislerin baş konuğudur. Kendisi, sultanı yoldan çıkaran kişi olarak bilinir ve 4. Murat’ın ölümünden sonra da bir bahane ile Sultan İbrahim zamanında idam olunur. Bölge bundan sonra daha ziyade sadrazam ve şeyhülislamlara tahsis edilecektir.
Bu durum 1. Abdülhamid zamanına kadar devam eder. 1. Abdülhamid, dindar kişiliği ile tanınır. Hatta kendisinin sur içinde bir külliye inşa ettirmek istediği de bilinir. Ancak gerek abidevi bir külliye inşası için yer bulunamadığından ve gerekse de maddi durum elvermediğinden bu projesini hayata geçiremez. Bunun yerine Bahçekapı’da bir türbe, imaret ve kütüphaneden oluşan küçük bir külliye ile Beylerbeyi ve Emirgan’da birer cami yaptırma yoluna gider. Böylelikle bu bölgeleri de halkın yerleşimine açmış olur.
Emirgan’daki cami de küçük bir külliyedir. Zira cami; bir çeşme, muvakkithane ve mektebi de bünyesinde barındırır. Emirgan camiinin kitabesinden anlaşıldığına göre Sultan bu camiyi hayatta olmayan oğlu Mehmet ve onun annesi Humaşah kadının ruhu için yaptırmıştır. Caminin içinde pek süslü ve zarif bir hünkâr mahfili yer alır. İnşası bir yıldan az bir zamanda biten yapı, 1838’de 1. Abdülhamid’in oğlu olan 2. Mahmud tarafından tamir ettirilmiştir. Caminin giriş kapısına konan bir levhadan yağının en son 2009’da esaslı bir restorasyon geçirdiğini öğreniyoruz.
Meydanın deniz tarafında namaz vakitlerinin tayini açısından önemli olan bir muvakkıthane yer alır. Ancak muvakkıthane bugün çay ocağı olarak hizmet vermekte. Ön tarafındaki Türkçe açıklama levhası olmasa ne Osmanlıca kitabeyi görebilir ne de burada bir muvakkıthane olduğunu fark edebilirsiniz.
Külliyenin parçası olarak bir de hamam inşa edildiği bilinir. Ancak hamam zaman içinde özel mülkiyete geçmiş olup, 1949’da yıkılarak ortadan kaldırılmıştır. Yapı topluluğuna gelir getirmesi için inşa olunan dükkanlar ise tamamen yok olmuştur.
EMİRGAN KÖŞKLERİ: Müzeden kuzeye doğru yürüdüğünüzde karşınıza Emirgan korusu çıkıyor. Burası Abdülaziz zamanında bir iyi niyet göstergesi olarak Hidiv İsmail Paşa ve ailesine verilmişti. İsmail Paşa önemli bir şahsiyettir. Hatta bu dönemde hidiv ailesinin gizliden gizliye Osmanlı hanedanı ile rekabet içinde olduğu dahi söylenir. Bu konuda anlatılan ilginç bir anekdotu da yeri gelmişken aktarayım. Sultan Aziz Mısır’ı ziyarete gittiğinde İskenderiye limanında hidiv İsmail Paşa tarafından karşılanır. Hidiv, hem kendisi hem de padişah için birer at hazırlamıştır. Böylece İskenderiye sokaklarında iki eş hükümdarmış gibi padişahla birlikte geçit merasimi yapmayı hedefler. Durumu fark eden dönemin sadrazamı Keçecizade Fuat Paşa, kendisi için hazırlanan ata binmez ve padişahın atının yularını tutarak onun emrine hazır ve nazır olduğunu gösterir. Rütbece daha alt seviyede olan İsmail Paşa da mecburen atına binemeyerek atın diğer yularından tutar ve şehri sultana o şekilde dolaştırmak durumunda kalır.
İsmail Paşa, Süveyş kanalını açtıran ve aynı zamanda kanal açılışı için Guiseppe Verdi’ye “Aida” operasını yazdıran kişidir. Paşa ve ailesinin sahil boyunca yalılarının olduğu bilinir. Yine İsmail Paşa, aile üyelerinin vakit geçirmesi için Sarı, Pembe ve Beyaz köşkleri inşa ettirmişti. İsmail Paşa’nın ölümünden bir süre sonra köşkler Satvet Lütfi Tozan’a geçmiş, o da köşkleri 1940’lı yıllarda Lütfi Kırdar’ın reisliği zamanında belediyeye satmıştır. Bu köşkleri Çelik Gülersoy restore ettirmiş, bir süre Turing tarafından işletilmiş ve sonrasında da tekrar belediyenin denetimine geçmiştir.
LALE MÜZESİ: Lale, bilindiği üzere Osmanlı devletinde bir devre adını veren bir çiçek. Yine Avrupa’ya da Osmanlı imparatorluğu üzerinde gittiği bilinir. Batı dillerinde kullanılan Tulip kelimesi de aslında “Tülbent lalesi” adından türetilmiştir. Son birkaç yıldan beri Emirgan, lale ile özdeşleşir oldu. Bu durumun da etkisiyle Nisan 2015’te Emirgan korusunda bir Lale Müzesi kuruldu. Müzenin kurulduğu yer, hidiv ailesinin inşa ettirdiği köşklerin ahır ve müştemilat kısmı. Burası restore edilerek bir müze-kafeye dönüştürülmüş. Müze üç kısımdan oluşuyor. Girişte hemen solda ana müze alanı yer alıyor. Burada üzerinde lale motifi yer alan türlü objeler sergileniyor ki bunların arasında mendiller, çevreler, rahleler, tabaklar, tepsiler, para keseleri, çini karolar, vazolar, kaşıklar, makremeler, sandıklar, terlikler, cepkenler, kartpostallar, Milli piyango biletleri, paralar ilk akla gelenler. Hemen ortada hediyelik eşya satış yeri var. Burada aynı zamanda çocuklara yönelik bir dizi boyama ve benzeri etkinlik de yapılıyor. Yeri gelmişken hemen belirteyim ki Kasım-Aralık aylarında yine çocukların katılımıyla lale soğanları dikiliyor ve bu soğanlar Nisan ayında çiçek veriyor. Çevre okullardan bu dönemde Emirgan korusuna öğrenciler akın ediyor. Mekanda bir de sergi salonu bulunuyor. Buradan, evvela sarı köşke ve oradan da beyaz ve pembe köşklere geçebiliyorsunuz. Müze-kafeye giriş ücreti Haziran 2016 itibarı ile 5 lira. Müze kartınız varsa bu tutar 4 lira oluyor.
EMİRGAN ÇEŞMESİ: Sekiz cepheli bir yapı olup dört çeşmesi vardır. Osmanlı zamanında suyu Taksim makseminden temin edilirken Cumhuriyet zamanında Kanlıkavak suyundan getirilir olmuştur. Söz konusu su, Hacı Osman bayırından Emirgan’a gelmekte idi. Yazık ki çeşmeni etrafı bugünlerde kafeler tarafından istila edilmiş vaziyette.
ÇINARALTI KAHVESİ: Çınaraltında bulunan kahve Yahya Kemal’in İstanbul’da en sevdiği mekanlardan biriydi. Ancak günümüzde bu alan büyük ölçüde turistik hale gelmiş olup muvakkıthane ve çeşme nerede ise görünmez hale gelmiş. Yine de Boğaz’a nazır serin bir mekanda oturarak bir şeyler içmek için Emirgan biçilmiş kaftan.
ŞERİFLER YALISI: 18. yüzyılın en önemli sivil mimari örneklerinden biri sayılan yalının tam olarak ne zaman ve kim tarafından yaptırıldığı bilinmiyor. İhtimal ki sultan I. Abdülhamid’in bölgeyi imara açtığı tarihlerde inşa olunmuştur. Bir haremlik ve bir de selamlık kısmı olan yalının haremliği 1940’lı yıllarda, sahil yolunun genişletilmesi çalışmaları sırasında ortadan kaldırılmıştır. Şu anda sadece selamlık kısmı ayaktadır. Selamlık kısmına bakıldığında tıpkı Amcazade Hüseyin Paşa yalısı gibi üç köşeli bir plana oturtulmuştur. Böylece selamlık pencerelerinden yalının üç değişik cephesini görmek mümkün hale gelmiştir. Yalı, 19. yüzyılda burasını yazlık köşk olarak kullanmak üzere satın alan Şerif Abdülillah Paşa’dan itibaren Şerifler Yalısı olarak isimlendirilir olmuştur. Uzun bir süre Şerif ailesi tarafından kullanılan yalı, sonradan Kültür Bakanlığına geçmiş ve Mualla Eyüboğlu ve Hüsrev Tayla tarafından 1969-80 yılları arasında restore edilmiştir.
ATLI KÖŞK: Sabancı ailesinin mülkiyetinde olan köşk, ön tarafta duran At heykeli ile adeta özdeşlemiştir. Bu at heykelinin Moda’da Mahmud Muhtar Paşa’nın köşkünden getirildiği bilinir. Heykel, Hacı Ömer Sabancı zamanında alınarak buraya konulmuştur.
Köşk, hidiv ailesi için 1927’de İtalyan mimar Eduard de Nari’ye yaptırılmıştır. Uzun süre atıl kalan bina, 1949’da Hacı Ömer Sabancı tarafından satın alınır. Ömer Sabancı’nın1952 yılında yapılan Mahmud Muhtar Paşa’ya ait objelerin satıldığı bir müzayededen aldığı at heykeli, zaman içinde köşkün alamet-i farikası olur ve bu tarihten itibaren yapı, “Atlı Köşk” olarak anılmaya başlar. Müzayede sırasında Ömer Sabancı ve Vehbi Koç arasında kıran kırana bir mücadele yaşanmıştır. “Şaha Kalkmış At heykeli” adını taşıyan yapıt, 1864’de Paris’te dökülmüştür ve şu halde neredeyse 150 yıllıktır. Bu heykel sultan Abdülaziz için saraylara konmak üzere sipariş edilen eserler grubundadır.
Sakıp Sabancı da 1998’e kadar ailesiyle burada yaşar. Sonrasında ise köşkü müze yapmak şartıyla Sabancı Üniversitesi’ne devreder. Köşkün avlusunda bulunan müzede son derece nitelikli sergiler yapılıyor. Müze 2002’de hizmete açılmıştır. Burada sergilenen Picasso, Rodin ve Cengiz Han sergileri epey ses getirmişti. Ayrıca avlusunda bulunan Müzedechanga da kaliteli bir restoran.
Emirgan sokaklarında kaybolunası semtlerden. Hala ciddi bir ahşap mimari mirası barındırıyor. Güzel lokantaları ve kafeleriyle sizleri bekliyor.
Boğaziçin’in Büyülü Mekanlarından – EMİRGAN – Bu yazı 2016 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 113. sayısından alınmıştır.