Salı , 19 Mart 2024

Endülüs’e yolculuk

Sarıya bulanmış dalgalı düzlükleri kıvrılarak aşıyor Endülüs’ün kara yolu. Son tepenin ardında, başak tarlalarının bağrında bir şehre varıyor; tarihin belki de en zârif şehrine, Kordoba’ya.

Yazı ve Fotoğraflar FATİH SINAR

Coğrafyanın dokusuyla bezeli, sarı bir tablo çiziyor karşımda bin yılların şehri. Bin bir sütunlu şaheser Mezquita’yı izlerken Guadalquivir nehrinin öte yakasından, hem Endülüslü günlerini hem ilk İspanyol hâllerini hayal ediyorum sarı sıcak diyarın. Sokaklarında dolaşmak için ‘Köprü Kapısı’ndan giriyorum tarihi Kordoba’ya. Kapıda, şehrin dinginliğine kemanıyla müzik fısıldayan kız selamlıyor geleni. Avlusunu portakal ağaçlarının renklendirdiği ulu mâbet Mezquita, benzer kaderiyle Ayasofya’yı hatırlatıyor bana. Şehrin tarihi kısmında tesadüfi adımladığım Enmedio Sokağı ise Endülüs’e dair hafızamda kalan ender karelerden biri oluyor. Sarı-beyaz badanalı evlerle, minik taşlarla döşeli sessiz bir sokak aslında. Granada’nın mor çiçeklerle süslü beyaz sakin semti Albayzin gibi…

Endülüs Devleti’nin son şehri Granada, yeryüzünün en masalsı saraylarından birine ev sahipliği yapıyor, El Hamra’ya. Duvarlarında hâlâ ‘Lâ gâlibe illâllah’ yazılı Endülüs sarayı, suyla ahenk içindeki rengarenk bahçesiyle büyülüyor yolcuyu. Karşı tepedeki Albayzin’den izlerken El Hamra’yı, dünyanın günbatımına en çok yakışan sarayı olmalı diye düşünüyorum. İspanyolca’da ‘nar’ anlamına gelen Granada’nın, rengi kızıla çalan bu sarayında günbatımına tanık olmak, Yahya Kemal’in şu mısralarını düşürüyor aklıma ister istemez, “Şevk akşamında Endülüs üç defa kırmızı..” İspanya’nın zirvesi Sierre Nevada’ya sırtını dayamış son Endülüs, Meksikalı şairin dediği gibi “Ona sadaka verin bayan, bu dünyada Granada’da kör olmak kadar kötü bir şey yok.” sözlerini fazlasıyla hak ediyor.

İspanya’nın görülmeyi hak etmesine rağmen pek bilinmeyen bir şehri daha var, Cadiz. Yıllar önce, Atlas’ın bu Akdenizli şehrini mıhlamıştım zihnime; ‘Eğer bir gün yolum İspanya’ya düşerse, muhakkak uğramalı’ diye. Yol, Atlas Okyanusu’yla Akdeniz’in birleştiği bu topraklara düşünce, verdiğim sözü tutarak varıyorum hayalimdeki bu samimi beldeye.

Avrupa’nın kâdim şehridir Cadiz. Binlerce yıl önce, uzun ince bir kumsalla anakaraya bağlı kalmış bu küçük yarımadayı seçmiş insanoğlu, barınmak için. Ve bin yıllardır yüz çevirip yalnızlığa terk etmemiş bu toprağı… Sırtını Atlas Okyanusu’na vermiş sarı kubbeli katedralin çan kulesini gözüme kestiriyorum önce, şehri tepeden seyreylemek için. Lâkin çan kulesinin kapalı olması yolumu yarımadanın tam ortasındaki Tavira Kulesi’ne düşürüyor. Atlas mavisiyle çevrili pamuk beyazı Cadiz’in manzarasına görkemli katedral de dahil oluyor Tavira Kulesinde. Fantastik filmlerin kasabası gibi görünen Cadiz, ayrılması zor bir şehir oluyor benim için. Fakat, vakit geliyor ve Endülüs topraklarından ayrılıyorum artık.

The Doors’un Spanish Caravan şarkısındaki şu sözleri hatırlayarak veda ediyorum İspanya’nın bu güzel coğrafyasına;
“Götür beni karavan, al götür beni,
Portekiz’e götür, İspanya’ya,
Başak tarlalarıyla dolu Endülüs’e götür,
Seni tekrar tekrar görmeliyim…”

Endülüs’e yolculuk – Bu yazı 2016 yılının Temmuz ayında yayınlanan Gezgin dergisinin 113. sayısından alınmıştır.

Yazar : GEZGİN YAZAR

Türkiye'nin Gezi, Seyahat ve Fotoğraf Dergisi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir