Şunu açıkça itiraf etmeliyim ki ‘okyanusa bakmak, o koca deryayı seyretmek’ bana iyi geliyor. Türkiye’de oturmuş, muhtemelen denizi bile zor gören siz kıymetli okuyucularımdan bazılarının ‘okyanus da nereden çıktı?’ veya ‘adamın işi gücü bizim gidemeyeceğimiz yerlerden bahsedip hava atmak’ türü düşüncelere kapıldığını tahmin etmekteyim. Yok efendim, vallahi niyetim hava atmak falan değil. Hasbelkader gezdiğimiz, bulunduğumuz noktalardan bahsediyoruz. Yoksa hava atmak kim, biz kim!
İstanbul’da boğaz kenarında oturmak, o muhteşem güzelliği izlemek (bu arada İstanbul da başka izlenecek bir şey de kalmadı ya), denize bakmak, denize bakışlarıyla dalmak çok güzeldir. Denize baktığınızda karşı kıyıyı görmek nasıl bir güzellikse, baktığında ve hatta düşündüğünde çok uzaklarda bile olsa bir kıyı olmadığını fark etmek, uçsuz bucaksız diye tarif edilen denize bakmak da daha farklı bir güzellik geliyor bana..
ABD nin kuzey batısında, Washington Eyaleti sınırları içerisinde, okyanusa bakan bir noktadayım. Bu Washington eyalet ismi, ABD’nin başkenti olan Washington DC şehri ile bir alakası yok. Hepimizin Microsoft ve Boeing gibi firmalardan adını iyi bildiğimiz Seattle şehri bu eyalette. Dünyanın en ünlü kahve firmasının da ilk dükkanı Seattle de açılmış, daha doğrusu buradan dünyaya yayılmıştı. Yılın büyük kısmında yağmurlu olan, genelde kapalı bir havanın hakim olduğu, bu olumsuz gibi gözüken özelliklerine rağmen ABD nin en güzel eyaletlerinden birisi olduğuna inandığım bir yer Washington State. Hemen her yer ormanlar, göller, koy ve körfezlerle dolu. Seattle çok içeride olmasına rağmen okyanusa açılabilen bir şehir. İşte bu şehre yaklaşık 2 saat mesafede bulunan, davet edildiğim bir program vesilesi ile bulunduğum ,okyanusa kıyısı olan Port Angeles şehrinden yazıyı yazmaktayım. Kaldığım oteldeki odamın hemen önü deniz, dalgaların sesini duyabilmek mümkün. Açık ve temiz bir havada karşıda Kanada’nın kıyılarını görmek de. Yaklaşık 2 saat süren bir feribot yolculuğu ile Kanada’ya geçilebiliyor. İşte böyle bir ortamda yazı yazmaya kalkınca da ilk konumuz ister istemez okyanus oluyor. Pasifik Okyanusu batı yakasının her noktasında olduğu gibi en kuzey noktasında da beni etkiliyor.
Zamanı evvelde, bir gazetede köşe yazısı yazarken yine böyle okyanus kenarından seslenmiştim okuyucuya. Tek fark daha gündeyden yazmamdı, Los Angeles’da idim: ‘Okyanusun kıyısına oturmuş seyrediyorum güneşin, rüzgarın ve suyun birbiri ile kaynaşmasını. Dünyanın bir ucunda, baktığı zaman hep karşı kıyıyı görmeye alışmış gözlerim hava ne kadar güzel olursa olsun karşı kıyısını göstermeyen, göstermek isteyemeyen bu koca deryayı rasat ediyor. Her fırsatını bulduğumda geldiğim, bir kaç kilometre ötemde bulunan Pasifik kıyısında, İstanbul’dan kalma bir alışkanlığımı, deniz seyretme sefamı sürdürmeye çalışıyorum. Bu öğle vaktinde olduğu gibi, bu kadar güzel gözükmemişti şimdiye kadar koca derya. Güneşin su üzerindeki oyunları, hiç bir zaman durulduğunu görmediğim dalgaların kıyıya vurmadan önce büründükleri beyaz renk ve oturduğum kayanın üzerinde tatlı soğuk bir meltemle beni yalayan rüzgar…
Daha bir kaç hafta evvel bir gece yolculuğum esnasında kalacak yer olarak seçtiğimiz mekanın okyanusa bakan balkonunu keşfedince gece yarısında oturup okyanusu izlemiştik arkadaşımla. Ertesi gün denizi olmayan bir şehirden arayan bir başka dost gece az uyuduğumu fark edip sebebini sorduğunda “çay içtik, okyanus seyrettik” demiştim. O’nun “eee, niye seyrettiniz” sorusuna ise verecek cevap bulamamıştım. Daha ne yapacaktık ki okyanusu görünce, sevdiğin dostlarla birlikte olunca ve hepsinin üzerine çay da eşlik edince. Biz muhabbet ehliyiz. Mekan, dost ve çay bir araya gelince konuşmasan bile muhabbet olmaz mı? Böyle yazmışım o zaman. Güzel de yazmışım. Ben en iyisi yazıyı bitirip sallama da olsa odada bir çay yapıp okyanusu seyretmenin keyfini çıkarayım, bir soluk alayım. Sizleri de beklerim.
Pasifik Kıyısında Soluk Almak! | Yazı: Kemal Cem
Bu yazı, Gezgin dergisinin 2012 yılının Ocak 59. sayısında yayımlanmıştır.