Anadolu’da 7 tane bu adı taşıyan kent var. Gölyazı’yı diğer Apollon kentlerinden ayırmak için ‘Rhyndakus ırmağı üzerindeki Apollonia’ anlamına gelen ‘Apollonia ad Rhyndacum’ denilmiş.
Yazı ve Fotoğraflar : Ömer KOÇ
Gölyazı, Uluabat gölü diğer adıyla Apolyont ( Apollon) gölünde Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı şirin bir belde. Göl içinde bu küçük köye bağlı 8 küçük ada mevcut. Uluabat gölünde bulunan adaların en büyüğü Halilbey adasıdır, bu ada anakaraya bir köprü ile bağlanarak rahat ulaşım imkanı sağlanmış. Heybeli Ada ve Kız Adası gölün diğer büyük adalarıdır. Coğrafi olarak Tektonizma kontrolünde açılan bir ova içerisinde alüvyal set gölü olarak gelişmiştir, yani çukur alanların sular altında kalması ve yükseltilerin ada olarak kalması ile oluşan adalardır. Yer altı kaynak suları yağmurlar ve Mustafakemalpaşa Çayı gölü besleyen su kaynaklarıdır. Gölün oluşumunu her zamanki gibi birde efsane açıklar, dilden dile nesilden nesile anlatılarak gelen bu hikayede o zamanlardaki ismi Odryses olan şimdiki Mustafakemalpaşa Çayı Bandırma’dan denize dökülürmüş, Uluabat olarak tabir edilen yerde antik Apollania Krallığının merkezi, Mustafakemalpaşa’nın olduğu yerde ise Melde Krallığı bulunmaktaymış. Efsaneye göre Apollania kralının güzel kızını Melde kralı oğluna istemiş. Ancak kızın gönlü olmadığı için prense varmamış. Kral kızını korumak için bir tepe üzerine saray yaptırarak buraya saklamış. Buna kızan Merde kralı, Odryses çayının akıntı yönünü Apollania kentine doğru çevirmiş, kısa süre içinde bütün Apollania toprakları sular altında kalmış, sarayın bulunduğu tepe bir adaya dönmüş. Böylece Apollont gölü ve o en yüksek tepe Gölyazı olarak oluşmuş. Kent adını, bugün kıyıya çok yakın olan Kız Adası’nda bulunan Apollon Tapınağı’ndan almış. Nitekim Anadolu’da 7 tane bu adı taşıyan kent var. Gölyazı’yı diğer Apollon kentlerinden ayırmak için ‘Rhyndakus ırmağı üzerindeki Apollonia’ anlamına gelen ‘Apollonia ad Rhyndacum’ denilmiş.
Uluabat gölü İznik gölü ve Manyas gölü hem birbirine çok yakın hem de nerdeyse aynı paraleller arasında kalmaktadırlar, burası da göçmen kuş yolları üzerinde önemli bir uğrak yeridir. Bölgede daimi olarak yaşayan su kuşları Karabatak Alaca Balıkçıl Kaşıkçı Küçük karabatak Tepeli pelikan Elmabaş Patka Tepeli Patka Sakarmeke kuş türlerinin en önemlilerinde. Göl ayrıca 1998 yılında Ramsar Uluslararası Sulak Alanlar Sözleşmesi kapsamında koruma altına alınan ve “Yaşayan Göl” unvanına sahiptir.
Tarihi kaynaklara göre Gölyazı’nın yerleşimi Bizans İmparatorluğu ve öncesi Roma İmparatorluğuna dayanır bölgede yapılan kazılar burada adayı çevreleyen surlar ve taş ev kalıntılarını gün ışığına çıkarmıştır. Gölyazı, 13 ve 14.yy da Selçuklu ve Osmanlı akınlarından korkup İznik ve Bursa’dan kaçan Hıristiyanların sığınma yeri olmuş. 1302’de Osman Bey, Bafeum (Dimboz) savaşı sonrasında Kite Tekfuru’nu kovalar. Kovalamaca Apollonia ad Ryndacum’a kadar sürer. Orhan Bey’in silah arkadaşı, Aygut Alp’in oğlu Emir Kara Ali, kentin karşısındaki Alyos (Halilbey) Adası’nı ele geçirerek, Lopaidon (Uluabat) ile buna bağlı olarak da Bizans ile bağlantısını keser. Bir süre sonra burayı da ele geçirir. Osmanlı, Apollonia ad Ryndacum’da yaşayan Hıristiyan nüfusa dokunmaz. Köy halkı yeni gelen müslüman halkla birlikte yaşarlar. Halk dilinde Apollonia, Apolyont’a dönüşür. Köyde Aya Konstantin kilisesi, Apollon tapınağının kalıntıları ve şehri çevreleyen surlar görülebilir. Belde bugün tarihinden çok sular altında kalan ağaçları yarısı su içinde kalan evleri, göl kenarında dizili renk renk kayıklarıyla, harika gün batımlarıyla ve Leylek Şenliğiyle anılmaktadır. Fotoğrafçıların yoğun olarak gittiği Trilye’ye olan yakınlığı neticesinde de turistlerin ve fotoğraf severlerin uğrak yeri haline gelmiştir. Bölge genç nüfusu merkez Bursa ve İstanbul’da yaşamakta olup kalan orta yaş ve üstü ise balıkçılık ve zeytin tarımı ile geçimlerini sağlamaktadır. Okumaya giden gençler genelde dönmüyor, yakın çevrenin sanayi ve iktisadi anlamda çok gelişmiş olmaması bunda en önemli unsurdur. Ancak ekonomik olarak kapalı bir sistem yok köyde, dışarıya çok bağlı değil ancak dışarıyla bağları çok kuvvetli, her gün sabah 10 da balık mezatı yapılması bunun en önemli göstergesidir. Uluabat derinliği ortalama 2.5 metre olan bir göl, balıkçılar burada en çok turna kefal ve sazan balıklarını avlamakta, ayrıca bol miktarda kerevit çıkarılmaktadır. Osmanlı döneminde sarayın balık ihtiyacını karşılayan en önemli balıkçı kasabası unvanına sahipmiş. Nüfusun dörtte üçü Hıristiyanlardan oluştuğu kayıtlarda mevcuttur. Köy eski bir rum kasabası olduğu için oldukça eski evler mevcut ancak mübadele sonrasında devşirme ve gelişi güzel yapılan evler eski taş evleri adeta yok etmiş kalanlarsa bakımsız ve harabe bir görünüm kazanmıştır. Köy 1.derece sit alanı kapsamında koruma altına alınmış. Yeni nüfus yeni ev orantısı bu nedenle burada geçerli olmadığından köy her geçen yıl nüfus kaybetmekte.
köy kahvesinde ulu çınarların gölgesinde ezan vakitlerini bekleyen dedeler, yırtılmış balık ağlarını tamir eden eli nasırlı anneler neneler, tepelerde tozu dumana katarak otlayan koyun sürüleri, hepsi bu köyde bir fotoğrafçı için bin kompozisyon oluşturuyor.
Genel olarak fotoğraf çekimi için uzak yerlere gittiğimde o yeri tam anlamıyla özümsemek için sabahın çok erken saatlerinde işe koyulurum. Gölzyazı’da köyün girişinde tüm ihtişamıyla 7 asırlık büyük “Ağlayan Çınar” olarak adlandırılan çınar ağacı bizleri karşıladı, henüz yeni ağarmaya başlayan günde etrafta sadece yayılmaya giden koyunlar ve çobanları vardı. Gölde ise daha erkenden sulara açılmış kayıklar süzülüyordu. Sabah serinliğini bir bardak sıcak ve demli çay ile geçiştirip kulağımıza gelen motor seslerine doğru yol aldık. Gölyazı’da hayat başlamıştı. Köyün ada olan kısmında sisler yavaş yavaş aralandığında mavi sularda yansımalar belirmişti, balıkçılar birer birer kayıklarının motorlarını çalıştırıp köye dönüyordu. Onlar mavi gök ve mavi göl sularının birleştiği yerde beyaz kayıklarıyla suları yara yara gelirken bizde sabahın o yumuşak ışıklarında ne çekersek kar sayıyorduk. Mesaileri erken bitmişti, göle açılan balıkçılar aceleci çünkü vakit kaybetmeden ağ atmak ve toplamak zorundalar meltem rüzgarıyla oluşan dalgalar nedeniyle ağların karışıp toplanması zorlaştığından bu işin vakitlice yapılması gerektiğini öğreniyoruz. Burada ayrıca eşlerin balığa beraber çıktıklarına da şahit oluyoruz, kadının bereketi artırdığına inanıyor köy halkı, o nedenle kayıklar 2 kişi olarak açılıyor sulara. Ve karışan yırtılan eskiyen ağlar gene kadınlar tarafından ince ince düğümlerle tamir ediliyor.
Gölyazı bir yansımalar mekanı özellikle suların yükselmesi ile birlikte yarısına kadar suların içinde kalan ağaçlar, mavi yeşil kontrastıyla seyrine doyum olmayan manzaralar sunuyor, mavi gölde balıkçı kayıklarının süzülüşü arkalarında bıraktıkları hareli dalgalar, serpme ağ ile balık tutan insanlar, köy kahvesinde ulu çınarların gölgesinde ezan vakitlerini bekleyen dedeler, yırtılmış balık ağlarını tamir eden eli nasırlı anneler neneler, tepelerde tozu dumana katarak otlayan koyun sürüleri, hepsi bu köyde bir fotoğrafçı için bin kompozisyon oluşturuyor.
Ayrıca köy evlerinin arası dar sokaklar ve her ev nerdeyse göle kıyı her sokak göle dik bir manzara sunmakta. Mekan ve mimari fotoğrafı çekmek buralarda oldukça keyfli. Gölyazı’da bahar çiçekli dallarda, yaz akşamları gölden esen rüzgarlarıyla, kış mevsiminde sisli puslu kasvetli havası ile farklı bir atmosfere sahiptir. Hele kışın ada ve anakarayı birbirine bağlayan köprünün suların yükselmesi ile görünmemesi Gölyazı’yı daha çekici kılıyor. Demem odur ki, Gölyazı’ya ne zaman gelirseniz hiçbir zaman eliniz boş dönmez, mutlaka portfolyonuza çok değerli portreler manzaralar ve bol miktarda renkli kayık fotoğrafı ekleyebilirsiniz. Köyde yeme içme imkanı sınırlı ancak olanlar herkese yetecek miktarda, benim önerim isim vermeden göl balığı pişiren her restoran olabilir, çünkü buraya kadar gelmişken ve bu kadar çok balıktan bahsetmişken göle has bir balık yemeden dönmek o günün eksikliği olarak içinizde kalır.
Peki buraya nasıl mı gideceksiniz Bursa’dan İzmir istikametine giderken Uluabat Gölünü gördükten 5 km. kadar sonra Gölyazı tabelası görülür. Bu tabelayı gördükten sonra sola dönerek zeytin ağaçlarıyla çevrili güzel bir yoldan 5 km. gidildiğinde Gölyazı köyü’nün girişine ulaşılır. İzmir tarafından Bursa istikametine gidenlerin ise gölü gördükten 20 – 30km. sonra tabelaları takip ederek sağa girmeleri gerekir. Bundan sonrası ise size kalmış…
Apollon’un Kalesi, Gölyazı – Bu yazı 2015 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 96. sayısından alınmıştır.