Yazı ve Fotoğraflar: Kerem Kurtuluş
Biz gezgin 4 arkadaşız. Emre ve ben Rizeli, Gökhan Sivaslı , Emin ise Malatyalı. Aramızda uzun zamandır süren bizim oralara gelin de bir memleket görün, yeşillik görün sözü en sonunda gerçekleşti ve kendimizi Rize’deki evimizde bulduk.
Çocuklar bizim oraları görünce adeta kendilerinden geçtiler. Özellikle Amerika’dan Rize’ye göç eden akrabamız Tevfik Ağabey’i görüp, muhabbet etmek gerçekten çok ilginç olmuştu onlar için. Acaba nereleri gezsek diye konuşurken, Tevfik Ağabey’in diline bir kelime dolandı. Muazzam bir yere gitmek ister misiniz?
Sabahın 5’inde muazzam bir yere gitmek için, 2 araba yola koyulduk. İlk durak tabi ki Ayder Yayla’sı oldu. Hedefimiz Ayder’de herkesin göremediği yerlere gitmekti ama ilk önce herkesin gördüğü yerlerden geçtik. Orada olmak, oranın havasını solumak bir başka güzeldi. Emin ve Gökhan adeta kendilerinden geçtiler. Biz Emre’yle alışıktık zaten buralara. Suyunun sesine, havasının temizliğine, insanlarının içtenliğine…
Arabayla gidebildiğimiz kadar ileriye gittikten sonra arabadan inmek zorunda kaldık. Çünkü yollar bitmişti ve sis çökmüştü dağların eteklerine. 50 metre ileriyi görmekte zorlanırken önümüzde dağcıların olduğunu fark ettik. Peşlerine takıldık. Zigzag çizerek ilerliyorlardı çünkü, dağ bir hayli dikti. Biz de genciz ya, sportifiz ya, başladık dümdüz çıkmaya. Oksijen azalıyor ve yoruluyorduk. Dinlene dinlene bir hayli çıktık yukarılara. O da ne! Bir kahvehane kurmuşlar ve içerde 6 tane amca oyun oynuyor. İçeri girince bize bir tuhaf baktılar. Çünkü gerçekten tuhaftık. Çay ikram ettiler bize. Ben hayatımda böyle bir çay içmedim. Benim üzerimdeki Galatasaray formasına takıldılar biraz. Şakalaştık. Biraz dinlendikten sonra tırmanmaya devam etme kararı aldık ve ilerleyince karşımıza bir harita çıktı. İlerisi tehlikeliydi. Ayılar, vaşaklar ve kurtlar çıkabilirmiş karşımıza ve kaybolabilirmişiz. Biz de biraz hazırlıksız gelmiştik buralara. Devam etmeme kararı aldık. Ama korktuğumuzu falan sanmayın sakın…
Hedef Karagöl
Evet geri dönüş hikayemizi duymaya gerek olmadığını düşünerek, arabaya bindiğimizi ve Karagöl’e doğru ilerlediğimizi farzedelim. Dağlar bayırlar o uzun yollar bitmek bilmiyordu. Bir de yollar çok kıvrımlı olunca direksiyon başında yorulmaya başlamıştım. Artvin’i geçmiştik ve köy yollarından içeriye doğru bir dağın zirvesine tırmanıyorduk. Dağın zirvesinde bir göl. Ama yolu bulmak o kadar da kolay değil. Sokakta oynayan çocukları görünce onlara sorarak yolumuzu bulmaya çalıştık. Çocuklar o kadar bizden o kadar içimizdendi ki. ‘abi dümdüz devam et, sola dön, orda tabela var ‘ deyiverdi birisi aralarından, ve topun peşinde koşmaya devam etti. Ama hala Tevfik Ağabey’in muazzam dediği yeri görememiştik. Muazzam bir yermiş Şavşat’ta. Neyse biz Karagöl’e dönelim. Evet evet Karagöl’e giriş yaptık. Hem de öyle dağın başında bir yer ki bir de 10 lira giriş ücreti koymuşlar. Eyvallah dedik ve girdik içeri. Karagöl’ü anlatmayacağım, çünkü fotoğraf anlatılması gereken her şeyi anlatıyor zaten..
Cevizli Kilisesini görmeden gitmeyin dediler!
Yazılı kaynaklara göre 899-914 yılları arasında yaptırılmış bu kilise. Hatta oranın yerlileri ülkenin en büyük kilisesi olduğunu söyleseler de bizim pek inanasımız gelmedi. Tabi artık yıkık dökük harabe bir halde. Tarihi eser olarak ziyaretçilere açık. Ama orada yaşayan sınırlı sayıdaki halk, adeta bu kiliseyi benimsemiş ve tanıtımı için ellerinden geleni yapıyorlar. Bizi köy kahvesine alıp bu kiliseyi anlattılar sonra konu bizim devlet meselelerine döndü. Görülmesi gereken bir yer ama, illa görün demiyorum.
Şu muazzam yeri görmek için az kaldı.
Emre artık çok yorulmuştu. ‘Beni burada indirin, dönerken alırsınız’ diye çimenlikleri gösterdi ama, gösterdiği yeri bir görmelisiniz. Kimsecikler yok, yaşama dair en ufak bir kanıt bile yok. Emin’le onun bu haline çok gülüştük. Hatta hala esprisi döner aramızda. ‘Emre seni orada bıraksaydık belki hala oralarda geziniyordun’ diye. Şu muazzam yeri görmeye az kaldı diye seslendi Tevfik Ağabey diğer arabadan. Gökhan’ da yanında gülüyordu ve bir şeyler atıştırıyordu. Nereden bulduysa. Her zaman kenarda köşede yiyecek birşeyleri vardır zaten. Evet dağın başında durduk ve Tevfik Ağabey ‘ sağ tarafa bakın’ dedi. Muazzam yer burası mıydı ? Biz gözümüzde öyle büyütmüştük ki, Allah için çok daha iyi bir yer bekliyorduk. Ama yine de muazzam bir yerdi demeden geçmeyeyim. Görmek mi istiyorsunuz? Bir de siz bakın.. İşte böyle bir geziydi bizimki de. Sıradaki gezimiz yakındır ama nereye bilinmez?
Bu yazı 2014 yılının Şubat ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 84. sayısından alınmıştır.