Cuma , 22 Kasım 2024

Bin Yılların Kutsal Emaneti: Hırka-ı Şerif

Sevgili Peygamberimizin fetih müjdesine mazhar olan ve onun emanetlerini sinesinde yıllardır muhafaza eden kutlu şehir İstanbul. Bu günlerde tüm dünya gibi kutlu şehir İstanbul da tatlı bir telaşın içerisinde…

Yazı: Sümeyra Güldal Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı

Mübarek üç aylara girdik. Ramazan, Kadir Gecesi derken yakında bayrama kavuşacağız… Ramazan ayı on bir ayın sultanı… Bereketin, rahmetin, paylaşmanın, huzurun ve mutluluğun tüm dünyayı sardığı bu saadet ayında Dersaadet’in, Sultan II. Mehmed’in ismiyle anılan Fatih semtinde telaşın, mutluluğun belki de en güzeli yaşanıyor…

Hırka-i Şerif’i ziyaret… İki yıllık özlemin ardından bu günlerde Müslümanlar, peygamber âşıkları onun mübarek bedenine değmiş, onu güneşten korumuş, rivayetlere göre belki de miraçta ona eşlik etmiş mübarek hırka-i şerifi ziyaret edip saadet gözyaşları akıtıyorlar… Düşünüyorum da bu, hakikaten farklı bir muhabbet. Derunî, kalbî bir muhabbet… Kökleri kuvvetli, ta asr-ı saadet’e dayanan bir muhabbet… Tıpkı Veysel Karani Hazretlerinin resule olan muhabbeti gibi… Bir evlat, onu büyüten, sonsuz saygı duyduğu yaşlı annesinden, Resulünü dünya gözüyle görmek için izin ister. Yaşlı ve gözleri görmeyen validesi “evladım git ama evde değilse beklemeden dön” diye nasihatte bulunur. Üveys el-Karani Efendimizin evinin önüne gelir, lakin efendimiz evde yoktur. Validesine verdiği sözün de tesiriyle Üveys mahzun bir şekilde evine döner. Efendimiz, evine geldiğinde kendisini mübarek bir zatın ziyaret ettiğini anlar ve “Ben Rahman’ın kokusunu Yemen’den alıyorum” diyerek Üveys’e meth-ü senalarda bulunur ve onun gösterdiği sadakat, muhabbet ve bağlılığa karşılık mübarek hırkalarının Veysel Karani’ye hediye edilmesini Hz. Ömer ve Hz. Ali (r.a.) efendilerimize vasiyet eder.

Kutlu Miras

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatından sonra Hz. Ömer ve Hz. Ali (r.a.) Resul’ün bildirdiği alametlerle Veysel Karani’yi ararlar. Efendimizin emanetini/ hediyesini kendisine teslim ederler. Ne var ki Üveys hediyeyi giymek yerine gözyaşları içerisinde Efendimizin hırkasını öper koklar ve sonra hürmetle yere bırakarak secdeye kapanır. Burada şükrünü eda edip, Müslümanların affı için Allah’a dua eder. Çok sayıda Müslüman’ın affı müjdesi gelince secdeden kalkan Üveys el-Karani hırkayı hürmetle giyer.

Veysel Karani derviş meşrepli bir karakterdir. Evlenmediği için nesebi kardeşi Şehabeddin Sühreverdi el-Üveysi kanalından devam etmiştir. İşte Peygamber Efendimizin mübarek hırkaları da bu soydan gelen aileler tarafından itina ile korunarak günümüze kadar ulaşmıştır. Üveys Ailesi, Irak ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde ikamet ettiği dönemlerde buralarda sıklıkla meydana gelen çatışmalar dolayısıyla huzursuz olur ve tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte Ziver el-Üveysi zamanında Kuşadası’na yerleşerek, uzun zaman burada ziraat ile iştigal eder. Uhdelerinde Peygamber Efendimiz’in emanetlerinin bulunması sebebiyle sürekli saygı gören aile Sultan I. Ahmet zamanında bir fermanla İstanbul’a davet edilir. Şükrullah el-Üveysi zamanında ve 1611 yılında İstanbul’a gelir. İstanbul halkı da Üveys ailesinin evinde Hırka-i Şerif’i ziyaret etmeye başlar.

Hırka-i şerif’in ilk kez özel bir mekanda ziyaret edilmeye başlanılması 1780 yılında gerçekleşmiştir. Sultan I. Abdulhamit günümüzde cami avlusunda bulunan ve tek odadan müteşekkil olan yapıyı inşa ettirerek burasını Hırka-i Şerif’in muhafaza ve ziyaretine tahsis etmiştir. Ancak ziyaretin yıllar geçtikçe yoğunlaşması ve bu mekanın küçük gelmesi sebebiyle ilk ziyaretgah olarak adlandırdığımız bu yapı 1811 yılında Sultan II. Mahmud (Adlî) tarafından yeniden inşa ettirilerek, civardaki bina ve arsaların da istimlakiyle etrafı genişletilmiş ve ziyaretlerdeki karmaşa bertaraf edilmeye çalışılmıştır.

Zamanla burası da ziyaretler için yetersiz kalınca Sultan Abdülmecid zamanında Hırka-i Şerif Camii’nin inşasına karar verilir. Arşiv belgelerinden edindiğimiz bilgilere göre cami inşası sırasında Hırka-i Şerif’in Cennetmekan Sultan Selim Camii hünkar mahfelinde ziyarete devam edilmesi ve burada aile için de bir ev kiralanması bilgilerine rastlamaktayız. Hırka-i Şerif 1847 yılında dini bir törenle salavatlar eşliğinde Yavuz Selim Camii’ne nakledildikten sonra caminin inşasına başlanır. Cami büyük bir kompleks ve ziyaret adabına uygun bir mimari anlayışla inşa edilir. Bu komplekste camiden başka Üveys Ailesinin yaşaması için büyük bir konakla birlikte hırka-i şerifi korumakla görevli jandarma bölüğü için bir kışla da yapılır. Ailenin yaşaması için imar edilen iki katlı büyük konak günümüzde harap bir şekilde varlığını devam ettirirken ilgililerin girişimi sonucu binanın restorasyon çalışmalarına başlanmıştır. Jandarma bölüğü için yapılan bina ise günümüzde Fatih Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından kullanılmaktadır.

Hırka-ı Şerif Camii

Camiye tekrar dönecek olursak; bundan yüz elli üç sene önce tasarlanan bu mimarinin günümüzdeki ziyaretçi yoğunluğunu bile kaldırabilecek bir bakış açısıyla tasarlanması hakikaten şaşırtıcı bir nokta. Adeta bir labirenti andıran Hırka-i Şerif Camii’nin odak noktası caminin harim kısmı ve kıble tarafına tesadüf eden Hırka-i Şerif hücresi. Bunun dışında sağ ve sol tarafı birbirine simetrik olan camide ziyeretçilerin hırkayı görebilmeleri için hanım ve erkeklerin girişine ayrı kapılar tahsis edilmiştir. Burada ziyaretçiler merdivenlerden üst kata çıkarak harim kısmının etrafını çevreleyen koridordan geçerek Hırka-i Şerif hücresine ulaşır. Burada ziyaretini gerçekleştir ve tıpkı girişteki kısımda olduğu gibi yine harim kısmını çevreleyen koridordan geçerek çıkış merdivenine vasıl olur. Daha sonra buradan inerek avluya ulaşır ve ziyaretini tamamlar. Ziyaretçiler Hırka-i Şerif’i ziyaret ederken harim kısmında ibadet devam eder. Zira caminin mimari yapısı ziyaret ve ibadetin aynı anda yapılabilmesine de uygundur.

Caminin minber, mihrab, vaaz kürsüsü ve Hırka-i Şerif dairesi duvarlarında özel bir taş kullanılmıştır. Osmanlı mimari süslemelerinde hemen hemen hiç rastlanılmayan ve ülkemizde Hereke’de çıkarılan koyu kırmızı renkli breş taşı caminin bu kısımlarında oldukça yoğun kullanılmıştır.

Cami kubbe, kuşak ve çehar yar-i güzîn ve kitabeleriyle hat sanatının muazzam örneklerini verir. Cami giriş kapısı üzerindeki kitabe metni 1851 tarihlidir ve Ziver Efendi tarafından kaleme alınırken, Kazasker Mustafa İzzet’in hattı ile hak olunmuştur. Yine aynı şekilde seyrine doyum olmayan kuşak yazıları da hat sanatımızın ölümsüz üstatlarından Kazasker Mustafa İzzet Efendi’ye aittir. Lafzatullah, ism-i nebî, dört halife levhaları ve minber kitabesi bizzat caminin banisi Sultan Abdülmecid tarafından yazılmıştır. Devasa boyutlardaki bu levhalar görülmeye değer doyumsuz eserlerdir. Ayrıca Hırka-i Şerif hücresindeki altın işlemeli perdelerdeki yazılarda göz ardı edilemeyecek güzelliktedir. Bütün selâtin camilerinde olduğu gibi Hırka-i Şerif Camii’nde de hünkâr dairesi ve hünkâr mahfili bulunmaktadır. Gayet mütevazı olan bu bölümler işlevselliğini hala korumaktadır. Hırka-i şerif’in ziyarete açılış ve kapanış merasimlerinde resmi zevat bu bölümlerde ağırlanmaktadır.

İşte 153 yıldır caminin güney tarafındaki basık kubbeli özel bölümünde oldukça korunaklı bir şekilde muhafaza edilen bu kutsal emanet 2009 yılında ilk kez geleneklerin dışına çıkılarak ziyarete açılmadı. Yazılı ve görsel basında çok sayıda spekülatif haberler yayınlandı. Oysa sadece senelerdir katlı bir şekilde ziyaret edilen bu kutsal emanet sapasağlam yerinde duruyordu. Sadece yılların yorgunluğunu bir nebzede olsa üzerinden atması gerekmekte idi. Bunun için uzun müddet katları açılarak dinlendirilen hırka, üç aylık bir zaman dilimde oluşturulan Bilim Kurulu’nun himayesinde, İtalyan konservatör Marina Zingarelli tarafından, konservasyondan geçirildi. Dünya standartlarındaki bu konservasyonda ilk etapta Hırka-i Şerif’in üzerinde var olan 1400 yıllık tozlar aspire edildi. Sonra soğuk buhar verilerek buruşuklukları giderildi. Ardından elyaf petlerle desteklenerek boyut kazandırılan Hırka-i Şerif özel tasarım ürünü olan vitrine yerleştirilerek ziyarete açıldı. Aynı vitrinde Hırka-i Şerifle birlikte Peygamber Efendimizin sakal-ı şerifleri, Veysel Karani Hazretleri’nin serpuş ve kuşakları da sergilenmektedir.

Kendilerini Hırka-i Şerif’in hizmetkarı olarak nitelendiren Köprülü ailesinin Hırka-i Şerif’i gelecek nesillere taşıma kaygısı ile başlatılan bu konservasyon ve restorasyon çalışması başarı ile tamamlanarak, iki yıllık özlemin ardından 20 Ağustos 2010 Cuma günü cami kapılarını peygamber aşıklarına açtı. İşte asırlardır süregelen bu sevgi çerçevesinde dünyanın dört bir yerinden insanlar akın akın ondan yadigâr kalan bu mukaddes emaneti görmeye geliyor. Bu yadigarın başucunda nefes alıp veren insanlara ne mutlu… Ne mutlu bu kutlu şehrin insanlarına…

Bin Yılların Kutsal Emaneti: Hırka-ı Şerif – Bu yazı, Gezgin dergisinin 2010 yılının Eylül sayısında yayımlanmıştır.

Yazar : HALİT ÖMER CAMCI

Gezgin, ışık avcısı, oğlunun babası...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir