Bir geliştir, vuslattır ilkbahar… Tabiatın rahmetle kuşanmasıdır. Ve yeniden doğuşudur varlığın.. Ba’su ba’del mevt’in bir tecellisidir görene.. Bunun içindir ki, bir türküdür, bir coşkudur, bir heyecandır ilkbahar..
Yazı ve Fotoğraflar: Hayrettin Oğuz
Bir geliştir, vuslattır ilkbahar… Tabiatın rahmetle kuşanmasıdır. Ve yeniden doğuşudur varlığın.. Ba’su ba’del mevt’in bir tecellisidir görene.. Bunun içindir ki, bir türküdür, bir coşkudur, bir heyecandır ilkbahar.. Sevinçle ve umutla anılır.. Baharın ilki olmanın sevincidir bu belki de.. Ama bir başka bahar daha vardır; hazanla ve hüzünle anılan. İlkindeki “ilk” olmanın sevinci, onda “son” olmayla bir hüzne dönüşür.. Bir ayrılığı temsil eder, bir bekleyişi hatırlatır ve bir gidişi başlatır. İlkinde yağmurun sevincine ve coşkusuna karşılık, sonuncusunda yağmur bir gözyaşıdır ve ağaçların ağlayışına, göz pınarlarına eşlik eder.. Bir yaz boyu yıldızların çığlıklarını seyreden, ayın şavkına eşlik eden ağaçlar, ayrılığın sur borusu olan ayaz çalmaya başlar başlamaz, sararmaya ve solmaya yüz tutar ve geçen her gün tek tek, yaprak yaprak, rüzgar rüzgar ağlamaya başlar.. İlkbaharın coşku ve sevinç dolu türküsünün yerini, sonbaharın hüzün dolu ağıtları alır.. Bir iniltidir önceleri sessiz ve derinden.. Ama bir süre sonra bir çığlığa bir feryada dönüşür ayrılığın ağıtı..
Bir kıyamettir sonbahar.. Bir uzun uykudur.. Bir ayrılıktır.. Esen her rüzgar bir ayazın habercisi, dökülen her yaprak ayrılığın göz yaşıdır. İlkbaharın çocukluğuna ve tazeliğine karşı, sonbahar kemali temsil eder ve olgundur. Tarlalar buğdayını vermiş, ağaçlar meyvelerini sunmuş,asmalar üzümlerini salkım salkım yollamış, pınarlar buz gibi suyunu yazın çoraklığına akıtmış, rüzgar yaz sıcağında yorulmuştur. Söğüt ağacı gölgesinde dinlenen insanların coşkusunu unutmaz. Dağ armutları ve alıçlar beklediği dağların sinesinde artık kendilerinden emin ve huzurludur.
Rüzgarın yerini fırtına alacaktır artık, fırtına bir süre sonra boran olacaktır, ayaz olacaktır. Dereler buz bağlayacak, dağlar kar giyinecek, yollar hasrete tozacaktır. Gökyüzünde gurbeti ve hasreti temsil eden sürü sürü kuşlar uçacaktır. Kim bilir hangi umuda kanat çırpacaktır.. Ve sonbahar bir gurbettir.. Tabiatın boğazının düğümlenmesidir. Susmasıdır toprak ananın. Üşümesidir gök kubbenin ve güneşin. Donmasıdır dağların.. Lambada titreyen alev üşür de güneş üşümez mi? Zaten güneş üşüdüğü içindir sonbahar ve hazan..
Ama sonbahar beton kadar soğuk değildir, ağaçlar demir direkler kadar üşümezler.. Her ne kadar beton evler duygusuzlaştırsa da bizi, demir direklere kuşlar konmasa da dağlara bakan gözlerimiz, ağaçların ağıtına eşlik eden gözyaşlarımız yüreğimizin sesini duymamıza engel değil..
Mengen ilçesinden Yedigöller yoluna girdikten sonra, bizi gözyaşlarıyla karşılayan ağaçlar, bir hüzün şarkısı söylüyorlar.. Toprak yollar yapraklarla ıslanmış.. Benim ağıtlarına, hüzünlerine, hasretlerine eşlik edeceğimin farkındalar. Kimi ağaçlar adeta geçtiğimiz yoldan bize eğilip uzanıyorlar.
Şehirden daha çıkar çıkmaz tabiatın beni anladığınıhissediyorum. Çünkü ben de onu anlıyorum. İkimiz de aynı makamdan bakıyor, aynıdili konuşuyoruz. Kaygılarımız aynı. Telaşlarımız aynı. Korkularımız ve umutlarımız aynı.. Gönül dilimi yitirmedim ki tabiatın dilini anlamayayım. Yüreğim Süleyman’dan kalma. Bir tutam kuru balçıktan yaratıldığımın idrakindeyim.. Ben ona olan aidiyet duygumu yitirmedim. Belki de bunun için Erciyes’te kar, Aladağlar’da taş, Bolkarlar’da rüzgar, Hasandağı’nda derviş, Gesi bağlarında türkü oldum.. Yedigöller’de ise ağlayan bir ağaç, düşen bir yaprağım..
Yedigöller.. Tam yedi tane göl.. Büyük göl, Serin göl, Derin göl, Nazlı göl, Küçük göl, İnce göl ve Sazlı göl.. Hepsi bir haykırışın, bir hıçkırışın bir özlemin sonucu oluşmuş. Toprak öyle ağlamış öyle haykırmışki, yer yerinden oynamış, dağlar kaymış, heyelanlar olmuş, suya gem vurulmuş ve öbek öbek belirli aralıklarla tam yedi tane göl oluşmuş. Her birinde toprağın ve ağaçların bitmez tükenmez hikayeleri var.. Etraflarında uçuşan duygular hala taze ve canlı..
Her bir göl kenarında uzun uzun oturup ağaçların ağıtına eşlik ederken, kuşların hüzünlü türkülerini dinliyorum.. Kayın, gürgen, akçaağaç hepsi bir başka güzel ama en çokta titrek kavak dikkatimi çekiyor.. Köknarların hüznü daha da derin ama sessiz.. Mağrurdur köknar.. Yalnızlığınıbelli etmez.. Susar, içine atar.. Beklemeyi bilir.. Sabırlıdır..
Göller ağaçların gözyaşlarıyla dolu.. Yapraklar sanki damla damla suyun üzerinde ayrılık türküsü söylüyorlar.. Ayrılığın, özlemin ve hasretin farkında olamayan, bu tür yerlere sadece piknik için gelen insanlar, kahkahalarla karışık hatıra fotoğrafı çektirirken, ne ağaçların sesini duyuyorlar ne de gölün sessizliğinin, için için ağlamasının farkındalar.. Kim bilir belki de onlar için Yedigöller, odalarındaki, bürolarındaki ya da bir alışverişmerkezinin köşesindeki bir akvaryum görüntüsü veya pencere önünde(ki=kaldıralım) saksıya hapsedilmiş bir çiçekten farksız..
Yedigölleri bilen bazı insanlar “ aman fazla uzaklaşmayın yabani hayvanlar var bölgede” diyerek tedirginliklerini ve kaygılarını dile getiriyorlar.. Yabani kelimesini kullanırken ne kadar da pervasız ve şuursuz günümüz insanı..Öyle ki kendini medeniyetin merkezine oturtarak hala hilkat sırrını taşıdığını zannediyor.. Hatta insanın tabiatta girdiği hiçbir yere “yabani hayvan” giremediğine göre, insan sormadan edemiyor, “gerçekten yabani olan kim!!!”.. Bırakın bir geyiği, bir yaban domuzu, bir kurt bile görsek sevineceğim. Tek avuntum Serin göl’ün kenarında yolunu kaybetmiş bir sincap oldu.. Belki de henüz büyüyemediği için nasıl bir“yabani ortamın” içinde olduğunun farkında değil.. Her ne kadar yabani denilen hayvanları göremesem de, gördüğüm birkaç yabani güvercin, üveyik ve alakarga huzur ve moral veriyor, hayatta olduğumuzu hatırlatıyor..
Bölgeyi en iyi biçimde göreceğim yerin Kapankaya tepesi olduğunu biliyorum. Ancak havanın çok sisli olmasından dolayı tepeye çıkamadım. Şelalelerin türküsünü dinleyerek, sürekli gülümseyen kayaların huzurunu yaşamak ayrı bir keyif.. İnsanların yoğun olduğu bölgelerden uzaklaşarak, ağaçların ve tabiatın sesini dinlemek, insanın kendini, ruhunu dinlemesine eşdeğer.. İnsanın tabiatı anlaması ve hissetmesi, zihni ve ruhi anlamda kemale ermesi ile ilgili bir hal..
Dilek Çeşmesi’nin coşkusunu çeşmeye yaklaşırken uzaktan hissediyor insan.. Suyun deliliğini, çılgınlığını sessizce seyrediyorum.. Buz gibi suyu yanaklarıma çarptığımda kim bilir neler diledi insanlar burada diyorum. Adı dilek çeşmesi ya ben de bir dilek dilemeli miyim diye içimden geçiriyorum.. Dağ dağ aradığım, yol yol beklediğim, rüzgar rüzgar varlığını hissettiğim özlemimi içimden geçiriyor ve buz gibi suyundan içerek yoluma devam ediyorum..
Nazlı göl ,bir kadın kadar güzel ve yüce.. Daha görür görmez niçin nazlı göl dediklerini anlıyorum.. Sessiz ve utangaç.. Suyunu bile gizli sızdırıyor.. Güzelliğini üzerine eğilmiş ağaçların arkasına saklamış..Bir mitolojik hikaye anlatıyor gibi sanki.. Üzerine düşen güneş ışığı, altın sarısı saçlarını parlatıyor adeta.. Şiirsel bir boyuta götürüyor insanı.. Türkü söyletmiyor diğerleri gibi, şiir yazdırıyor..
Ayrılık vakti gelmişti işte. Hava kararmaya başlamıştı. Yedigöllerden ayrılırken arkama baktığımda ağaçlar ağlamaya devam ediyordu. Göller sislere saklanıyor, bense ağlayışlarına eşlik ederek Nazlı gölün etkisiyle Baki’den meded umarcasına mırıldanıyordum:
Nâm u nişane kalmadı fasl-ı bahardan Düşdü çemende berg-i dıraht itibârdan
Eşcâr-ı bâğ hırka-i tecrîde girdiler Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan
Her yanadan ayağına altun akup gelir Eşcâr-ı bâğ himmet umar cûy – bârdan
Sahn-ı çemende durma salınsın sebâyile Âzâdedir nihâi bugün berg ü bârdan
Bâkî çemende haylî perîşân imiş varak Benzer ki bir şikâyeti var rûzigârdan
…
( Bahar mevsiminden eser kalmadı; ağaç yaprağı bahçede itibardan düştü, dalından kopup yere serildi. Bahçedeki ağaçlar, dervişler gibi tecrîd hırkasını giydiler; yapraklanı döktüler. Hazan rüzgarı çınardan el aldı, yani ona intisap etti. Onun ele benzeyen yapraklarını yerlere döktü. Her taraftan ayaklarına altınlar (kızıl ve san yapraklar) akıp geldiği halde, ağaçlar, hâlâ dereden himmet umarlar. Fidan, bugün yaprağından ve meyvesinden kurtulmuştur; artık durmadan bahçenin ortasında sabah rüzgarıyla salınıp yürüsün. Ey Bakî! Bahçede yapraklar bir hayli perişan olmuş, savrulup duruyor. Herhalde, onların da rüzgârdan şikâyetleri var.)
Bu yazı 2012 yılının Ekim ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 68. sayısından alınmıştır.