Yazı: Şefkat Çelebi Fotoğraflar: Halit Ömer Camcı
İstanbul’da boğazın kimi zaman dingin kimi zaman hırçın sularında, yüzyıllarca teknelerle yolcu taşındı. Buharlı gemilerin icadından sonra ülkemize ulaşan ilk gemiler; biri Rus, diğeri İngiliz firmasına ait iki yolcu gemisiydi. Bu gemilerin ekmeklerini ellerinden alacağını düşünen tekne sahipleri hayli rahatsız olmuş ve çözüm olarak da kendi insanımızı taşımak için yerli bir şirket kurulması kararı alınmıştı. Tersane-i Amire’nin bünyesinde yer alan Hazine-i Hassa Vapurları İdaresi, hayli aradan sonra 1843 yılında Mısır Valisi tarafından Abdülmecid’e hediye edilen Hümepervaz adlı vapurla, Boğaz’da yolcu taşımacılığına girişti. Daha sonraları Mesir-i Bahri adlı vapur da bu hatta verildi. Tersane-i Amire’ye bağlı Hazine-i Hassa Vapurları İdaresi bir devlet kuruluşuydu ve vapurlara yatırım yapmak çok külfetli görünüyordu. Oluşan problemi bir özel kuruluş olan Şirket-i Hayriye çözecekti.
Şirket-i Hayriye / İyilik şirketi…
Ta baştan ismi ile gönlümüze yerleşen ve İstanbul halkına gerçekten büyük bir iyilik sayılan Şirket-i Hayriye, ilk vapur seferini 1852’de Eminönü’nden Üsküdar’a yaptı. Sefere başlayan ilk altı vapur, dönemin tanınmış Galata bankerlerinden Rum asıllı İngiliz vatandaşı Manolaki Baltacıoğlu’nun (Baltazzi) aracılığıyla, İngiltere’de, John Robert White adlı işadamının sahibi bulunduğu Maudslay fabrikasından alındı. Şirket-i Hayriye vapurlarının sayısı, Birinci Dünya Savaşı başlamadan hemen önce 39’a ulaşmıştı. Vapurlar, savaş sırasında İstanbul halkına kesintisiz hizmet vermekle beraber Çanakkale cephesine de seferler yaptı. Bu seferler sırasında vapurlardan on biri batmış, ikisi de silah taşımada kullanılmak üzere Harbiye Nezareti’ne satılmıştı.
Unutulmaz bir şiirin dizelerini andıran ilk vapurların (ilk 39 adetin) isimleri şöyleydi: Suhulet, Sahilbent, Nusret, Gayret, İşgüzar, İhsan, Şükran, Neveser, Rehber, Metanet, Eser-i Merhamet, İkdam, İntizam, Resan, Rüçhan, Tarzınevin, Dilnişin, Hale, Seyyale, Süreyya, Şilhab, İnşirah, İnbisat, Bebek, Göksu, Tarabya, Nimet, Kamer, Rağbet, Sultaniye, Sütlüce, Küçüksu, Sarayburnu, Boğaziçi, Kalender, Güzelhisar, Hüseyin Haki ve Ziya. Osmanlı’nın en çok ümide ihtiyaç duyduğu savaş yıllarına tekabül eden zamanda koyulan bu isimler, en az kelime anlamları kadar ikincil anlamlarıyla da büyük bir değer taşıyordu.
Vapur seferleri başlayana kadar, boğazda yolculuk küçük teknelerle yapılmaktaydı. Teknelerle yolculuk hem uzun sürüyor hem de kalabalık grupları taşımak mümkün olmuyordu. Şirket-i Hayriye vapurlarının düzenli seferler yapmaya başlamasıyla, kayıklarla saatler süren yolculuk yarı yarıya kısalmıştı. Özellikle yaz aylarında mesirelere, ayazmalara, çayırlara sefa yapmaya gitmek isteyen halkın, artık vapurları tercih ettiği görülüyordu. İlk yıllarda, henüz iskeleler bulunmadığı için vapurlar, uğrayacakları koyun önünde, uygun derinlikte duruyor; yolcular sandallarla, kayıklarla vapurlara ulaşabiliyorlardı. Bu durum kimi zaman küçük kazalara da yol açıyordu. Zamanla vapurların uğradığı boğaz kıyılarına, vapurların yanaşabileceği iskeleler yapıldı. Boğaz halkı, her bir vapura insani birer şahsiyetleri varmış gibi bakarlardı. Vapur kaptanları boğaz sakinleri için hatırlı kişilerdi ve tek tek tanınır, bilinirlerdi.
Geçen yüzyılın ikinci yarısında, II. Mahmud’un saltanatının ilk yıllarında Boğaz’da şu iskeleler vardı:
Karaköy’den Boğaz’a doğru uzanan vapur iskeleleri:
Galata Balıkpazarı, Karaköy Kapısı, Mumhane, Eğri Kapı, Galata Su ve Şarap İskeleleri, Tophane, Tophane-i Kebir İskelesi, Çavuş başı, Sirke, Debbağhane, Kireç Kapısı, Salıpazarı, Fındıklı, Hamal İskelesi, Kabataş, Hayreddin Paşa, Beşiktaş, Ortaköy, Kuruçeşme, Kuyumcubaşı, Arnavut karyesi (köyü), Dereağzı, III. Ahmed İskelesi (Bebek), Kayalar (R. Hisarı), Mirgünoğlu (Emirgan), Çarşı, Ekmekçi, Yeniköy, Simitçi, Köybaşı (Kalender yakını), Köprübaşı, Tarabya, Yukarı Mahalle, Hamam ve Mesarburnu (Sarıyer) İskeleleri.
Anadolu Kavağı’ndan aşağıya doğru uzanan vapur iskeleleri:
Çarşı, Hünkar İskelesi, Beykoz, Kanlıca, Bahai Körfezi, Kandilli, Çengel karyesi (köyü), Havuz İskelesi, Beylerbeyi, Kuzguncuk, Üsküdar Büyük İskelesi, Balaban, Salacak ve Haydarpaşa.
Boğazın Kuğuları – Bu yazı 2007 yılının Nisan ayında yayınlanan Gezgin Dergisi’nin 3. sayısından alınmıştır.