Eski kartpostallarda Sultan Ahmet Camii önündeki Müslüman mahallesinin görünümü
Belediyeciliğin en zor taraflarından bir tanesi de şehir içinde yeni yapılacak olan yol, park, konferans salonu gibi sosyal hayatın vazgeçilmez unsurları için girişilen istimlak çalışmalarıdır. Bu çalışmalar sırasında şehrin tıkanan pek çok sorunu çözülmeye çalışılırken yapılan projeler, hele de eski bir mahalde ise genellikle asar-ı atika dediğimiz kıymetli bir ya da birkaç eski esere toslar. İstanbul’un gerek Osmanlı döneminde şehremaneti teşkilatının kurulması, gerekse de sonraki cumhuriyet devrindeki makus kaderi neredeyse hiç değişmemiştir. 1857’de temelleri atılan 6. Daire dediğimiz, bugünkü Beyoğlu belediyesinin yaptığı ilk icraatlardan bir tanesi Cenevizlilerden kalma Galata surlarını yıkmak ve surların etrafındaki hendekleri doldurmak olmuştu. Bugün ne yazık ki 7-8 asırlık bu surlardan geriye Azapkapı yakınlarındaki Yanıkkapı denilen mevkide bulunan bir kısım ile Galata kulesi dışında pek bir şey kalmamıştır.
Yazı: Önder Kaya
Yine Osmanlının son yıllarında İttihat Terakki iktidarında İstanbul şehremini olan operatör Cemil Topuzlu Paşa da şehre Gülhane başta olmak üzere Üsküdar Doğancılar, Sultanahmet, Fatih Hava Şehitleri gibi pek çok park alanı kazandırmıştı. Ancak bu hizmetler verilirken Gülhane’de asırlık dört çınar kesilmiş, bazı tarihi mekanlar ortadan kaldırılmıştır. Cumhuriyet döneminde de Menderes’in Vatan ve Millet caddelerini açtırması sırasında Yeniçerilerin Etmeydanı’ndan kalan bazı kalıntılar, Oğlanlar Tekkesi başta olmak üzere pek çok tarihi yapı ortadan kaldırılırken, Karaköy meydanı çalışmaları sırasında mimar D’aranco’nun yaptırmış olduğu Karaköy mescidi sonradan başka bir yere inşa edilmek üzere sökülmüşse de, parçaları büyük ölçüde sırra kadem basmıştır.
1980’lerde Bedreddin Dalan’ın belediye başkanlığı devrinde başta Haliç sahilyolu ile Unkapanı-Taksim yolunun Tarlabaşı mevkiinde yapılan yıkımlar olmak üzere benzer çelişkilerle karşı karşıya kalınmıştı. Dolayısıyla ister istemez her kapsamlı imar çalışması tarihi eserlere duyarlı insanların yüreğini ağzına getirmektedir. Söz konusu yapılardan kalan görseller ise bize bugün olmayan yapılar ve eski şehir dokusu hakkında önemli veriler sağlamaktadır. Esasen dönemin fotoğraflarının bir yansıması olarak kabul edebileceğimiz kartpostallar, bu konuda önemli bir kaynak vazifesi görmektedir. Burada yayınlayacağım iki kartpostal, Cemil Topuzlu tarafından yaptırılan Sultanahmet parkının yerinde bir zamanlar var olan eski Müslüman mahallesini göstermekte olup, bölgenin değişen yapısı hakkında bize etraflıca bilgi vermektedir.
1912’de Sultanahmet caminin deniz kenarındaki İshakpaşa semtinde çıkan ve kısa sürede Sultanahmet’i de kasıp kavurarak Ayasofya semtine dayanan yangın esnasında bugünkü Sultanahmet parkının bulunduğu alan da yanmış ve dönemin gazetelerinde Cemil Paşa, yangını kasten söndürtmemek suretiyle bölgenin kamilen harap olmasına sebep olmakla itham edilmiştir. Paşa bu iddiayı kaleme aldığı hatıralarında şu ifadelerle şiddetle yalanlamışır; “Ayasofya ve Sultanahmet camilerinin arasında bulunan yangın yerlerini istimlak ettim. Buradaki kocaman mahalle iki camiyi kapatıyordu. Hatta benim yangını söndürtmediğim rivayetleri bile çıkarıldı! Halbuki bu yalandır. Yalnız, yandıktan sonra sevindiğimi söyliyeceğim! Oralarda yeniden inşaata müsaade etmedim. Bütün arsaları şimdi meydanda gördüğünüz hamam da dahil olmak üzere istimlak ettim. Oraya mimari estetikten mahrum, biçimsiz, adi bir bahçe değil, Paris’teki “Plas dö La Konkord” gibi ortasında muazzam bir abide bulunan asfalt bir meydan yapmak istiyordum. Projeler hazırlattım, bunu Avrupa’da mimar ve şehircilik mütehassısları arasında müsabakaya koydum. O esnada orta yerdeki hamamı yıkmak için çok uğraştım. Fakat Muhafazai Âsar-ı Atika cemiyeti başında eski sadrazam Said Paşa olduğu halde, arzuma muhalefet etti”.
İshakpaşa yangını sonrasında Sultan Ahmet meydanı ve çevresinden enstantaneler
Paşanın gazabından kurtulan söz konusu hamam, bugün Ayasofya’nın tam karşısına düşen Haseki Hürrem Sultan hamamıdır. Dolayısıyla Topuzlu paşa, yangında bir dahli olmadığını ifade etmekle birlikte ortaya çıkan manzaranın da işini kolaylaştırdığını açıkça beyan ediyor. “Resimli Kitab” mecmuasının 40. sayısının 316-324 sayfaları arası incelendiğinde yangının vahameti olanca çıplaklığı ile görülür. Yangın büyük ölçüde sahil kesimini etkilediğinden Orman Nezareti, Sultanahmet camii, Dikilitaşlar, İbrahim Paşa sarayı gibi taş binaların bulunduğu Sultanahmet meydanı nispeten korunaklı kalmış ve halk eşyasını buraya yığmıştır. Konstantin sütunu, Dikilitaş ve Yılanlı sütünun çevresi harikzadegan denilen yangın mağdurları ile çevrelenmiştir. Hazır bu eserlerden bahsetmişken şunu da ilave edelim ki, bu felaketin belki de tek hayrı yangın sonrasında Bizans devrine ait bazı kalıntıların gün yüzüne çıkmasına vesile olmuştur. Semavi Eyice hoca, Yıllar Boyu Tarih dergisinin Aralık 1978’deki sayısında “İstanbul’un altında ikinci bir İstanbul var” der. İşte adeta bunu doğrularcasına yangın sonrasında Bizans imparatorlarının kullandığı Büyük Saray’ın mahzen kısmı ile bazı ek yapılarının ortaya çıktığı görülür. Sonrasında bu eserlerin plan ve rölöveleri yapılmış ve yer altındaki ikinci İstanbul’un Sultanahmet ile Marmara denizini arasında uzanan şekli kabataslak bilinir olmuştur. Semavi Bey, özellikle 17. yüzyılın başında yapılan Sultanahmet camiinin inşası sırasında çıkan toprağın meydana dökülmek suretiyle zeminin bazı yerlerinin 5-6 metre kadar yükselmiş olabileceğini vurgular. Velhasıl Sultanahmet parkının sadece üstü değil altı da önemli bir yerleşim alanıydı.
Burada yayınladığımız kartpostallardan ilkinde Sultan I. Ahmet ile çocukları Genç Osman ile 4. Murat’ın son uykularına çekildikleri türbenin hemen önünde cumbalı görünümleriyle nefis bir manzara teşkil eden Müslüman mahallesi gözüküyor. Diğer kartpostal ise meydanın bu sefer Ayasofya cihetini gözler önüne seriyor. Ayrıca semtin bir de küçük mescide sahip olduğu görülüyor. Olan şu ki İstanbul’un tarihinde gözlemlenen tabî ve insan eliyle gerçekleştirilen sunî afetler, pek çok semt gibi ne yazık ki Sultanahmet’teki Osmanlı devrine ait sivil mimari örneklerini de yok etmiş ve bize söz konusu alandan bir şey ulaşmamış. Bu da yayınladığımız kartpostalları daha da değerli kılıyor.
Bu yazı, Gezgin dergisinin 2009 yılının Haziran sayısında yayımlanmıştır.